Emre Can Dağlıoğlu, Diyarbakır ve civarındaki Kürtlerle 1915’e dair sözlü tarih çalışması yapan Namık Kemal Dinç ve Adnan Çelik’le konuştu.
Adnan Çelik ve Namık Kemal Dinç
EMRE CAN DAĞLIOĞLU
misakmanusyan@gmail.com
Hrant Dink Vakfı tarafından verilen ‘Tarih ve Hafıza Araştırmaları’ teşvik ödülünü alan çalışmalardan biri de Namık Kemal Dinç ile Adnan Çelik’in birlikte yürüttükleri “Yüzyıllık Ah, Kürtlerin 1915 Ermeni Soykırımı'na Dair Sözlü Tarih Anlatılarında Sembolik Yüzleşme ve Vicdan Hikâyeleri”. Ermeni Soykırımı’nın özellikle Kürtler arasında daha çok konuşulduğu bu ortamda, sözlü tarih çalışmalarının döneme ait aktarılan hafızayı ortaya çıkarması açısından önemi büyük. Böylesi önemli bir çalışmaya imza atan, IMC TV’de Dirok programını hazırlayan ve sunan tarihçi Namık Kemal Dinç ve tarih doktorasını sürdüren Adnan Çelik’le konuştuk.
-
Klasik bir soruyla başlayayım, bu çalışma nasıl ortaya çıktı?
Namık Kemal Dinç: Hrant Dink Vakfı tarafından “Tarih ve Hafıza Araştırmaları” teşvik ödülüne layık görülen bu çalışmaya, aslında İsmail Beşikçi Vakfı bünyesinde Ekim 2013 tarihinde başladık. Bu çalışma, bir yıl içerisinde tamamlanacak olan “1915-Diyarbekir ve Kürtler” başlıklı araştırma projesinin belki de küçük bir bölümünü ya da bir yan başlığını oluşturuyor. İsmail Beşikçi Vakfı bünyesinde yürütülen “1915-Diyarbekir ve Kürtler” başlıklı proje, Hollanda Konsolosluğu-Matra Programı, Açık Toplum Vakfı ve Global Dialogue tarafından destekleniyor.
Yaklaşık yedi aydır sürdürdüğümüz bu projenin ortaya çıkış hikâyesi; her sahici şey gibi, toplumsal ihtiyacın kendisini yakıcı bir şekilde hissettirmesi, derinlerde akan bir suyun yüzeye çıkma arayışı, belki de fısıltıyla söylenen ve yarattığı uğultuyla, yankıyla herkesin duymaya başladığı bir konuşmanın kamusal alana çıkma vaktinin gelmesiyle alakalandırılabilir. Biraz daha açık ifade etmek gerekirse, son yıllarda, belki 5-10 yıllık bir zamandan beri, Kürtler arasında Ermeni meselesi daha yoğun konuşulmaya başlandı. “Neden konuşulmaya başlandığı” ayrı bir tartışma konusu. Onu bir kenara bırakarak, şöyle açık bir şekilde ifade etmek gerekir ki, Türkiye’nin diğer yerlerinden farklı olarak, Kürtler arasında 1915 çok daha açık, gür bir sesle ve genellikle empati yaparak dile getirilmektedir. Kişisel olarak da, gittiğimiz her yerde, sohbetlerde, hatta okuduğumuz Kürt romanlarında, öykülerinde, anılarında Ermenilere dair hikâyelerle karşılaşmak, anlatılarla karşılaşmak bizi şöyle bir tespit yapmaya götürdü: Kürtler bu konuda konuşmak istiyor, anlatmak istedikleri çok şey var. Biz de bu tespit üzerinden, ona tercüman olmaya, yapabilirsek yeni bir mecra açmaya giriştik.
-
Hangi bölgeden insanlarla görüştünüz?
NKD: Projenin araştırma alanını, Diyarbakır ve civarı olarak belirledik. Aslında Diyarbakır ve civarı diye tarif etmemiz bazı tarihsel sıkıntılarla alakalı. Bugünün Diyarbakır il sınırları ile 1915’in Diyarbekir vilayetinin sınırları örtüşmüyor. Tabii bunu çok büyük bir sorun olarak addettiğimizi söyleyemem, biraz teknik bir mesele. Araştırma alanını Diyarbakır olarak belirlememizin temel nedenleri, coğrafi ve stratejik olarak Diyarbekir’in 1915’de de öncesinde de Osmanlı devleti için hep merkezi bir öneme haiz olması, dönemin Diyarbekir valisi Dr. Reşit’in soykırımın organizasyonu ve icrasında çok önemli bir rol oynaması, tehcire tabi tutulan Ermeni kafilelerinin geçiş güzergâhında olması gibi tarihsel nedenlerin yanında; bugünün Amed’inin (Diyarbakır’ının) Kürt siyasi hareketinin en güçlü merkezlerinden biri olması ve yoğun bir politizasyon yaşanan Amed’de, halkın 1915’i anlatmak konusunda daha cesaretli ve istek sahibi olması.
-
Nerelere gittiniz ve kaç kişiyle görüştünüz?
NKD: Bu kapsamda Diyarbakır’ın bütün ilçelerine gittik, buralarda insanlarla görüştük. Toplamda 60 kişiyle derinlemesine, sözlü tarih yöntemine dayalı görüşmeler yaptık. Görüşmelerin büyük bir kısmı Kürtçe’nin Kurmancî ve Zazakî (Kirmanckî) lehçelerinde ve Türkçe yapıldı. Görüşmenin hangi dilde gerçekleştiği hususunun özellikle sözlü tarih ve hafıza çalışmalarında son derece önemli. Çünkü insanların kendi ana dillerindeki sözcüklerin, deyiş ve ifadelerin onların geçmişe dair hafızalarını kurma biçimlerini etkileyen çok önemli bir unsur olduğunu gözlemledik. Örneğin, 1915’te yaşananların Kürtçe dilinde ne tür kavramlarla ifade edildiği, aynı zamanda bize o dönemde yaşananlara dair de çok önemli ipuçları verebiliyor. Görüştüğümüz kişilerin büyük çoğunluğu 40 yaş ve üzeri kimselerdi. Bunların içerisinde yaşı seksene dayanmış teyzeler olduğu gibi, yaşı yüzü aşmış, bir asrı devirmiş birkaç kişi de var. Bu arada kırk yaş altı bazı görüşmeler de yaptık ki, kuşaklararası aktarımın ne şekilde gerçekleştiğini karşılaştırma yapma imkânımız olsun istedik. Elbette yaptığımız hiçbir görüşmede 1915’e bizzat tanık olmuş, yaşamış insanlar yoktu. Görüştüğümüz kişiler ikinci kuşak, üçüncü kuşak, hatta dördüncü kuşaktan insanlardı. Ama her birisinin anlatacak çokça hikâyesi vardı. Ayrıca Ermeniler ve 1915'e dair anlatıların büyük bir kısmı mekânsal bir hafıza ve hatırlama üzerinden işlediği için görüşmecilerin bahsettikleri olay yerleri, Ermenilerin toplu öldürülme mekânları, Ermenilerden arta kalan kilise, bahçe, bağ vb yerlerin görüşmeciler eşliğinde ziyaret edilmesine özel bir önem verdik.
-
Ermeni Soykırımı gibi uzak geçmişe ait bir suça dair sözlü tarihin nasıl bir önemi var?
NKD: Sözlü tarih bildiğimiz resmi tarih yazıcılığının çok dışında kalmış, sessizleştirilmiş, ötekileştirilmiş, dışlanmış ve kamusal alana çıkamayanların sesi olmayı hedefleyen yatay ve demokratik bir tarih anlayışına dayanıyor. Bu bağlamda, 1915’in özellikle Türkiye tarih yazımında ya çarpıtılarak ya da es geçilerek anlatılması, mevcut yazılı kaynakların sınırlılığı ve bu döneme dair hakikat talebinin henüz karşılık bulmaması gibi gerçekler, bu mesele üzerine düşünme ve söz söyleme noktasında sözlü tarihe başvurmamızı zorunlu kılıyor. Sözlü tarihin olanaklarını kullanarak insanların geçmişe dair hafızalarına başvurmak ve üzerinden neredeyse yüz yıl geçmesine rağmen hâlâ bir tabu niteliği taşıyan 1915’in insanların gündelik hayatında nasıl bir yer ettiğine bakmak, bize geçmişle yüzleşme ve adaletin tesisi gibi konularda son derece önemli imkânlar sunuyor.
-
Çalışmanızın ismi neden ‘ Yüzyıllık Ah’?
Adnan Çelik: “Yüzyıllık Ah” deyişi, Kürtlerin gündelik yaşamında sıklıkla kullanılan bir tabir. Geçmişte yaşanan bir haksızlığın üzerinden yüz yıl geçmeden vebalinin kalkmayacağını, o haksızlığın yarattığı günahtan kurtulamayacağını ifade eder. Bu deyiş, daha çok 1915’te Ermenilere yönelik katliamlara iştirak eden Kürt faillerinin hem suçluluğunu hem de bu suçlulukla yüzleşilmemesini vurgular.
-
Araştırmanın isminde ‘sembolik’ yüzleşme ve vicdan hikâyelerinden bahsediliyor. Neden sembolik?
AÇ: Sembolik bir yüzleşmeden bahsediyoruz, çünkü Türkiye devleti açısından hiçbir zaman gerçek bir yüzleşme, hesaplaşma, faillerin yargılandığı ve hesap sorulduğu bir süreç yaşanmadı. Aynı şekilde, Kürtler içerisinde de bunun siyaseten ciddi bir hesaplaşması, sorgulanması gündeme gelmedi; fakat bu olay, Kürt toplumunda öylesine derin bir etki yaratmıştı ki, bu hafızadan kaçması mümkün olmadı. İşte bu yüzden, Kürtlerin 1915'e dair oldukça canlı ve parçalı bir hafızası ve bu hafızayı oluşturan zengin öğeler var. Olay, mekân ve kişiler etrafında örülen anlatılarda öne çıkan boyutlardan birisi de görüşmelerde sıklıkla dile getirilen yüzleşme ve vicdan hikâyeleriydi. Kürtlerin soykırımdaki rollerini de açığa çıkaran bu hikâyeler; aslında soykırım sonrası süreçte, soykırıma katılan veya tanıklık eden Kürtlerin yaşadıkları travmalarla baş etmelerini sağlayan sembolik bir yüzleşmeyi de içeriyorlardı. Bunlar soykırıma iştirak ettiği ya da destek olduğu için “ocağı sönen”, “bütün işleri ters giden”, “başına türlü türlü işler gelen” ve bu yüzden “hakkın yerini bulduğu” söylemini içeren hikâyelerdi. Hikâyelerin somut failleri ve mağdurları, bize 1915'te Diyarbekir bölgesinde gerçekleşen trajediler konusunda son derece zengin veriler sundu. Hikâyelerde dile gelen şiddet pratikleri de bize 1915'teki şiddet alanının ne kadar geniş ve değişik aktörlerle işlediğini gösteriyor.
-
Kürtlerin Ermeni Soykırımı’ndaki rolü giderek daha fazla tartışılıyor. Sözlü tarihte bu anlamda nasıl bir tablo önümüze çıkıyor?
AÇ: Sözlü tarih çalışması bize ikinci ve üçüncü kuşağın ağzından da olsa hafızadan damıtılmış bazı tarihsel hakikatlere dair kırıntılar sunuyor ve bu açıdan gerçekten önemli bir kapıyı aralıyor. Fakat sahada dinlediğimiz anlatılar, bize aynı zamanda ortaya çıkan bazı temel olguların yerine oturtulması için de ciddi anlamda daha farklı tarihsel ve arşiv araştırmalarıyla bu olguları destekleme, doğrulama, karşılaştırma zorunluluğunu getiriyor. Yani tek başına sahada sözlü tarih yöntemi ile derlediğimiz bilgiler üzerinden Kürtlerin Ermeni Soykırımı’ndaki rolünü net olarak tanımlamak mümkün değil. Bunun yanında, sahada son derece önemli ve aynı zamanda tarih araştırmalarına da büyük katkı sunacak verilere ulaştığımızı da söyleyebiliriz. Mesela, özellikle 1915’te ne olduğu, neler yaşandığı, nasıl gerçekleştiği, nerelerde olduğu gibi başlıklar için Kürtçe kullanılan kavram, tanım ve ifadeler bize oldukça önemli bilgiler sunuyor. Örneğin Kurmancî ve Zazakî dillerinde gerçekleştirilen görüşmelerde, Kürt diline özgü dikkat çekici dilsel ifadeler, deyimler ve 1915’i belirten değişik kavramlar dile getirildi. Bu da sözlü tarih görüşmelerinde görüşmecilerin kendilerini ana dilleri ile ifade etmenin son derece kritik bir önem taşıdığını bir kez daha gösterdi. Örneğin görüşmeciler 1915'te yaşananları ifade etmek için 'firxûnê Armenîyan', 'xirxûna fillehan', 'terqa filla', 'dema birîna fillehan', 'qefle', 'fermana fillehan', 'qirkirina fillehan' gibi ifadeler kullandılar. Bu ifadelerin tamamı aslında 1915'te yaşananların korkunç bir şiddet pratiği olduğunu apaçık gösteriyor. 'Yok etmek', 'sürgün etmek', 'kesme dönemi', 'kökünü kurutmak' gibi anlamlar içeren bu zengin çağrışımlı ifadelerin tamamı Ermenilere yönelik gerçekleşen bir faillik kipi üzerinden dile gelmektedir.
NKD: Bu kavramlardan da anlaşılacağı üzere dinlediğimiz hikâyelerde çok baskın bir şiddet anlatısı vardı ve bu çıplak şiddet hikâyeleri, hep faili de betimleyen bir içerikle dile geliyordu. Bunun yanında çok yaygın olmasa da bazı kurtarma hikâyeleri de dinledik. Tabii bu kurtarma hikâyelerinin motivasyonları farklılıklar taşıyor. Hayatta kalan Ermenilerin çok büyük bir kısmının kadın veya kız çocuklarından oluşması, dikkat çeken hususlardan birisi. Yine çok ilginç bir şekilde, hayatta kalan çocuk ve kadınların daha çok sınıf itibariyle zengin ve üst kesimlerden geldiğini ve ayrıca hayatta kalan erkeklerin ise büyük bir kısmının zanaatkâr kesiminden oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu tablo, bize görüşmelerde dile getirilen kurtarma hikâyelerine daha ihtiyatlı yaklaşmamız gerektiğini gösteriyor.
-
Araştırmanız bağlamında, Kürt siyasi hareketinin Soykırım konusundaki tutumuyla tabanının örtüştüğünü düşünebilir miyiz?
NKD: Öncelikle şu tespitle başlayabiliriz: Kürt hareketi ile tabanı arasında çok güçlü ve dinamik bir etkileşim ve karşılıklı öğrenme ilişkisi var. Kürt hareketi’nin en karakteristik özelliklerinden birisi, tabanı güçlü bir şekilde mobilize edebilme kapasitesinin yanı sıra tabanla kurduğu ilişki ağları üzerinden ondan öğrenmeyi de bilmesi. Bu karşılıklı etkileşimde, Kürt hareketi, sosyalizmin enternasyonalizm ilkesine bağlılığı üzerinden, halklar arasında ayrım yapmama ve özgür birliktelik ilkesine bağlı bir perspektifi savunmaktadır. Kürt hareketi, bu genel ilke doğrultusunda Ermeni halkının mazlumiyetini ve yaşadığı zulmü de soykırım olarak tanımlamakta da hiç beis görmüyor. Bu anlamda da, Türkiye siyaseti içerisinde de oldukça ileri bir yerde. Fakat bu genel ilke üzerinden 1915’e yaklaşmak, Kürt hareketi açısından bir yetersizliği de ifade ediyor. Çünkü Kürt ve Kürdistan meselesini tarihselleştirirken bile, 1915’e yeterince yer vermiyor ve bu meselenin Kürdistan’da ve Kürt toplumunda yarattığı etkiler üzerine analitik bir şekilde eğilemiyor. Oysa 1915, Kürtler açısından daha temel ve kurucu bir yere sahip. Ve bir milattır.
Aslında bir yandan, 1915’te Ermeni halkına yönelik gerçekleştirilen katliamların karşısında duran bu söylem, tabanın bu meseleye dair daha rahat konuşmasını, önceki kuşaklardan aktarılan kolektif hafızayı kamusal alana taşırmasını sağlıyor. Fakat bu geçmişe dair canlı hafızanın içerdiği hakikatleri bir politikaya dönüştürme noktasında Kürt hareketi eksik kalıyor. Bu noktada diyebiliriz ki, Kürt hareketi şimdiye kadar birçok alanda yaptığı gibi, bu konuda da tabandan öğrenmesini bildiği sürece daha etkili bir pozisyon alacaktır. Yaptığımız alan çalışmasında şunu açıkça gördük ki, Kürtler arasında 1915’e dair çok canlı bir hafıza var ve bu hafıza, bize o dönemde ne olup bittiğine dair çok önemli bilgiler sunuyor. Bu toplumsal hafızaya daha fazla kulak vermek, hem Kürtler için hem de Ermeni meselesinin hakikatlerinin açığa çıkarılmasında yol gösterici olacaktır ve bu da geçmişle yüzleşmenin olanaklarını artıracaktır.