Türkiye'nin geçirdiği en güzel yazdan geriye kalan hatıraların en belirgini, meydanları, polise ve hükümete karşı dolduran ‘80 ve ‘90 kuşağı genç nesiller oldu. KONDA'nın araştırmasıyla da Gezi eylemcilerinin çoğunluğunun genç olduğu ortaya çıktı, ‘gençler’ yeniden ‘umudumuz’ oldu, tüm siyasi partiler, özellikle muhalif olanlar, seçim kampanyalarının renklerini buna göre değiştirdi, ‘gençlerimiz’ ile başlayan cümleler dillerden eksik olmadı.
HASAN RUA DEMİROĞLU
hsanrua@gmail.com
Türkiye'nin geçirdiği en güzel yazdan geriye kalan hatıraların en belirgini sokakları, meydanları, polise ve hükümete karşı dolduran ‘80 ve ‘90 kuşağı genç nesiller oldu. KONDA'nın yaptığı araştırmayla da Gezi eylemcilerinin çoğunluğunun genç olduğu ortaya çıktı, ‘gençler’ yeniden ‘umudumuz’ oldu, tüm siyasi partiler, özellikle muhalif olanlar, seçim kampanyalarının renklerini buna göre değiştirdi, ‘gençlerimiz’ ile başlayan cümleler dillerden eksik olmadı.
Müsamere tadında
Seçimlerden iki hafta kadar önce Kılıçdaroğlu'nun katıldığı ve yayınlandığı anda sosyal medyada ‘saç baş yolduran’ program, gençlere önem verme ve onları dinleme modasının en iyi örneklerinden biriydi. Bir folklor ekibi titizliğiyle çeşitli görüşlerden toplanan beş-altı genç, Kılıçdaroğlu'na sorular soracaktı. Her şeyin ne kadar harika olduğu temalı çanak soruların, seçilen gazeteciler tarafından sorulduğu ve bir mülakat mı yoksa ayin mi olduğu tam anlaşılamayan programların çağında elbette harika bir şeydi bu. Kılıçdaroğlu'nun özgüveni ve program boyunca neden yeterince Kemalist, liberal, komünist, Türkçü ve Kürtçü olmadığını aynı anda açıklarken kaybetmediği sabrı takdire şayan. Ama, ekranlardan yayılan o plastik tat sizin de damağınıza yapışmadı mı? Gezi'yle birlikte zihinlerde yeni-egemen ilan edilen ‘gençliğin’ ciddiye alınma biçimi bir müsamereyi andırmıyor mu?
Bütün siyasi partilerin gençlik kolları var, gençlere özel buluşmalar, zirveler, onları ‘ileriye’ hazırladığını iddia eden programlar var. Peki gerçekten, ‘genç’ diye bir kategori var mı? Bir insanın sözünün ya da yaptıklarının doğum tarihine göre değerlendirilmesi, ırkına ya da dinine göre değerlendirilmesinden ne gibi bir farkı var? Bunu tartışmayı hızlıca kenara bırakıp asıl soruya geçmek lazım: Bu ne kadar ‘gerçek’? Gençlere önem verme seremonileri, bir ideal durum taklidinden öteye ne kadar geçebiliyor?
Niyet belki elbette iyi; fakat söz gelimi Kılıçdaroğlu, 40 yaşında birinden duyduğunda daha farklı ve 'gerçek' cevap vereceği bir soruya, sırf karşısındaki genç diye, gençlere önem vermek çağın modası diye, ekstra bir iltimas ve sağduyuyla cevap verdiğinde bunun adı 'gençlere önem vermek' olmuyor.
Tüm bu müsamere böyle sürünce ortaya izlenmesi gerçekten sıkıcı bir şey çıkıyor: Komünist olmayan bir parti liderine neden devrim yapmadıklarını soran bir kişiyi, sırf genç diye sözde ciddiye alıyor; soru sormakla fikir beyan etmenin iki ayrı şey olduğunu tartışamıyoruz bile. 'Gençlere önem veriyoruz' çünkü onların bazı kavramları bilmemesini ‘hoşgörüyoruz.’ Bunu gençlere hoşgörülü davranmak adına yaparken, onları hiç ciddiye almıyor olmanın bir örneğini gösteriyoruz aslında.
Söylenmesi gereken
Gençlere önem vermek isteyenlerin yapması gereken şey, “ne yapmak istiyorsan onu yap” diyebilmek. Karşındakinin, genç ya da yaşlı, kadın ya da erkek sözünü olduğu gibi değerlendir. Bir kişi ya da kategoriyi ciddiye almak, onun düşünce hatalarına da gereken cevabı vermeyi, 'sorduğun soru bir soru bile değil, sen tartışmayı bilmiyorsun' demeyi gerektirir. Gençler böyle ciddiye alınır, bunu yapmazsanız, bir komiser kapınızı çalar ve 'Gezi Parkı'na çıkmışlar yine' der.