Sağlam irade Frank Underwood

Engin Mert, tam anlamıyla bir iktidar hikâyesi olan House of Cards dizisini ve dizinin Türkiye gerçekliğiyle bağını yazdı.

ENGİN MERT
engnmert@gmail.com

David Fincher’ın yapımcılığını üstlendiği, Kevin Spacey ve Robin Wright’ın, nam-ı diğer Underwood çiftinin, başrollerini paylaştığı House of Cards’ın ikinci sezonu geçtiğimiz ay Netflix’te yayınladı. Politik gerilim olarak sınıflandırabileceğimiz dizi, Amerika Birleşik Devletleri kongresinde ve Beyaz Saray’da geçen kurgusal entrikaları konu alıyor. Her bölümün farklı yönetmenler tarafından işlendiği dizinin yönetmen kadrosunda ise iki bölümle Hollywood ‘un ünlü yönetmenlerinden David Fincher ve Joel Schumacher yer alıyor. Hatta ikinci sezonda, Robin Wright ve Jodie Foster da birer bölümde yönetmen koltuğuna oturdular. House of Cards’ı, bazen Türkiye’nin yoğun gündemi ile olan benzerliklerini kıyaslayarak, bazen de dizinin zamanlamasını “manidar” bularak, bir kahve sohbeti tadında “hep dış mihrakların oyunu bunlar” ya da “başkan gelme faiz lobisinin oyununa” gibi yorumlarla izlerken buluyorsunuz kendinizi.

Başrolleri, Frank Underwood karakterine hayat veren ve ona kötülük gerçekten de çok yakışıyor diyebileceğimiz Kevin Spacey ile Claire Underwood karakterine hayat veren ve House of Cards’la 2014’te Altın Küre kazanan Robin Wright paylaşıyor. Robin Wright’ı The Princess Bride’daki prenses rolünden, Forest Gump’taki Forest’ın hayatının aşkı olan ve onu terk ettikçe kendisinden nefret etmemize neden olan Jenny rollerinden hatırlayabilirsiniz. Ayrıca, başrolden öte diziyi de paylaşan ve hatta olayların akışını yöneten, kukla ustası Underwood çiftinin yanı sıra dizide karakter olarak Underwood çiftinin düşmanları ve bu düşmanlarını alt etmek için kullandıkları birtakım kuklaları da bulunuyor.

Dizinin konusunu, ABD Başkanı’na seçim kampanyasında yardım eden ve kongrede çoğunluk partisi denetçisi olan (majority whip) Frank’in, söz verildiği gibi Devlet Sekreterliğine (bizdeki karşılığı Dış İşleri Bakanına yakın) getirilmemesi sonucunda, ilk önce kendi yerine aday gösterilen kişiden başlayarak, en üst kademeye kadar herkesten intikamını alması ve yönetimde en üste kadar çıkması olarak özetleyebiliriz. House of Cards’ı izlemeye başlamadan önce, ABD yasama ve yürütme yapısı hakkında kısa bir bilgi sahibi olmak faydalı olacaktır. Çünkü Türkiye’de karşılığı bulunmayan pek çok kurum, makam, görev ve prosedürden söz edildiği için, bunlar hakkında kısa da olsa bilgi sahibi olmak, diziden alınacak keyfi kesinlikle arttırıyor.

İlk sezon, Frank’in intikam savaşını anlatmasının yanı sıra, dizinin asıl merkezi olan Underwood çiftini daha yakından tanıtıyor. Başkan’ın bile bir veya iki bölümde ancak göründüğünü söyleyebiliriz. Daha çok, Frank’in kendisine atılan kazığın acısını başkandan çıkartmasını, ancak bunu yaparken de dikkatleri üzerine çekmeden Başkan’ın güvenini nasıl kazandığını izliyoruz.

Frank ile Claire Underwood, evli bir çiftten öte iş ortağı gibiler. Tüm kararları birlikte alıyorlar; kuklalarını savaş tahtasında düşmana karşı birlikte kullanıp harcıyorlar. İlk sezondaki Zoe Barnes (Kata Mara) ile Peter Russo (Corey Stoll), bunun en çarpıcı örnekleri diyebiliriz. İş ve hayat ortağı Underwoodlar için seks ise spordan farksız; bir stres atma aracı. Birlikte ya da başkalarıyla yapmaları çok önemli değil. Evliliklerinde basit iki tane kuralları var: planlarını birlikte yapmak ve birbirlerine tam anlamıyla dürüst olmak.

İkinci sezon, Frank ile Claire için tam anlamıyla bir savaş gibi geçiyor. Sezon boyunca Amerikan İç Savaşı’na ilişkin göndermelerle ve zaman zaman yapılan canlandırmalarla da bu konu vurgulanıyor. Frank Underwood, İç Savaş ile ilgili ‘Savaşı en fazla askeri olan, yani iyi olan tarafın değil, ölümü en fazla tolere edebilen tarafın kazandığı’ şeklinde bir değerlendirmede bulunuyor. Böylelikle dizide olacaklar hakkında bize de bir imada bulunuyor. Ardından Frank’in en zorlu rakibi Raymond Tusk (Geral McRaney) ile olan çarpışması başlıyor. Frank ve Claire karakterlerinin en etkileyici noktası da savaşlarını verirlerken doğrudan düşmanlarına dâhil hiç kimseye tam bir politikacı edasıyla renklerini belli etmiyor oluşları. Ayrıca Frank’in sürekli dördüncü duvarı delip kamerayla konuşması, içinden geçenlere ve asıl niyetine ilişkin düşüncelerini seyirciyle paylaşması da ne kadar iyi bir manipülasyon ustası olduğunu gösterirken, dizinin genel üslubu açısından da oldukça tutarlılık sergiliyor. Tam bir kukla ustası olan Frank, bu dördüncü duvarı delip doğrudan bizle konuştuğu üslubuyla biz insancıkların da kalbini kazanıyor.

Tüm bunlar olup biterken, aslında algılarımız karışıyor, gerçek mi kurgu mu olduğunu kestirmek de zorlanır hale geliyoruz. TV ve filmlerde sıkça görsek de, aslında tamamen yabancısı olduğumuz bir yönetim sistemi, tarih ve kültürle karşı karşıya kalıyoruz.

House of Cards’ı izlerken gerçeklik bağlantısını kurabilmek için, kendimi yaşadığım ülkede olanlarla karşılaştırma yaparken buluveriyorum. Mesela, kimilerine göre iddia edilen; sesin sahiplerine göre, bazıları montajlanıp dublajlanan, bazıları da gerçek olan tapelerde geçen para miktarlarıyla dizide geçenleri kıyaslarken buluyorum kendimi.

House of Cards’ta bir iş adamı yurt dışından gelen bir miktar parayı (25 milyon dolar kadar) partiye bağış yaptığı için senatoda yargılanıyor. Bu durum tabi ki kurgu ama bizim gerçekliğimizde neler neler oluyor. İddia edildiğine göre, dizide geçen 25 milyon dolardan fazla olan ama onlara göre az bir miktarı sıfırlamaya çalışan kişiler duyuyoruz; mahkemeye çıkartılıp yargılanmalarını bırakın, sorguya bile istedikleri zaman gittiklerini görüyoruz. Öyle bir kanıksamışız ki bazı şeyleri, dizide geçen rakamlarla tapede geçenleri kıyaslayınca House of Cards’ta söylenen miktarlar gerçekten çok az bir miktarmış gibi geliyor. Bu örnek bile aslında gerçeklik algımızın ne kadar değiştiğinin bir kanıtı.

Önceleri filmlerde veya dizilerde duyduğum meblağları transfer edilen futbolcu paralarıyla kıyaslıyorken, şimdi hepimizin cebinden çalınan para miktarlarıyla ölçüp biçip karşılaştırıyorum. Tapelerde geçen çalındığı iddia edilen miktarlar o kadar büyük ki, artık dizilerde filmlerde duyduğum miktarlar beni kesmez oldu. Ekran karşısında kendimi “Ne? İş adamı sadece 25 milyon dolarcık parti yardımı yaptığı için mi yargılanıyor?” diye şaşırırken yakalıyorum.

Bu yüzden gerçekten de dizinin olayları gerçekçi anlatıp anlatmadığına karar vermek çok zor oluyor. Çünkü başta benim ve tüm ülkenin şirazesi kaymış durumda. Sadece diyebileceğim buradaki entrikalar sizi kesmediyse, bir de ABD’deki kurgu olanlarını izleyin.

Kategoriler

Şapgir