İdeoloji ve İktisat'ın Duvarları - II

Orkun Saka, son zamanlarda sağ cepheden yaptığı fevri çıkışlarıyla da bilinen Harvard Üniversitesi'nden tarihçi Niall Ferguson'un, John Maynard Keynes'in, bugün Keynesyen diye de anılan iktisat teorisinin temelinin eşçinselliğe ve çocuk sahibi olmamaya dayandığını söylediği açıklamaları üzerine yazdı.

Orkun Saka
 
Hatırlanacak olursa yine bu sayfalarda okuduğunuz bir başka yazıda (Agos, 25 Mayıs 2013) Harvard'lı iki akademisyenin kaleme aldığı bir makaledeki hatadan yola çıkarak iktisat dünyasındaki 'ideolojik arınmışlık yanılgısı'na, sahte objektiflik algısına değinmiştik. O yazıda da belirttiğim gibi yakın zamanda vuku bulan bir başka olay yine benzer minvaldeki bir tartışmayı alevlendirmiş oldu.
Birkaç ay önce ne hikmettir ki yine Harvard Üniversitesi'nden bir akademisyen, lakin bu sefer bir tarihçi, ABD'nin Kaliforniya eyaletinde katıldığı bir yatırım konferansında belki de akademide bu senenin en sansasyonel gafını icra etti. Niall Ferguson, son zamanlarda sağ cepheden yaptığı fevri çıkışları ve Obama eleştirileriyle kendisini bize sık sık hatırlatmayı ihmal etmiyordu. Bu sefer ise ünlü ekonomist John Maynard Keynes'in bugün Keynesyen diye andığımız iktisat teorisinin temelinin eşçinselliğe ve çocuk sahibi olmamaya dayandığını anlatarak bizleri dumura uğratmayı bir kez daha başardı. Bu teori özetle resesyona giren ekonominin canlandırılması için devletin uzun dönemli borçlanmasına ve bütçe açığı vererek kısa dönemde özel sektörün gerilemesinden doğacak ekonomik boşluğu geçici olarak doldurmasına dayanmaktaydı. Konferans katılımcılarının şaşkın bakışları arasında konuşmasına devam eden Ferguson'ın söylediği; Keynes'in ekonomide uzun dönemde olup biteceklerle ilgilenmediği, günü kurtarma telaşında olduğu, bu şekilde ancak bugünün sıkıntılarının yarına devredileceği ve bütün bir Keynesyen ekonomi felsefesinin temelinde eşcinsel ilişkileriyle beraber çocuk sahibi olmaktan kaçınan ve bu yüzden gelecek nesilleri düşünmeyen, bencil bir Keynes figürünün yattığıydı.

Elbette böylesine ham ve yüzeysel bir bakış, koca bir iktisat okuluna karşı yapılmış tarihteki en haksız eleştirilerden biri olarak kayıtlara geçti. Biz de yıllardır bu tarz çıkışlarına alışkın olduğumuz 'pop' tarihçimiz Niall Ferguson'ın bir akademisyene yakışır biçimde fikirler uzerinden bir tartışma yürütmek yerine, karşısındakinin kişisel yaşamına saldırarak nasıl 'bel altı' vurduğunu görüp belki de bilinçaltına açılan karanlık dehlizlerin derinliği hakkında bir fikir sahibi olmuş olduk.

Oldukça seksist ve kaba bir dil kullanmasının yanı sıra Ferguson'ın argümanı yanlış tarihi bilgilerlerle de doluydu. Örneğin, Keynes'in heteroseksüel bir evliliği de olduğunu ve bu evlilikten bir bebek beklerken eşinin düşük yaptığını ya bilmiyordu ya da o sırada hatırlamak işine gelmemişti. Ayrıca bu delifişek konuşmacımızın (belki de tarihçi olması hasebiyle) akademik iktisattan da pek anlamadığı ortadaydı. Çünkü Keynesyen iktisat teorisi, ekonominin canlandırılmasını kısa dönemdeki bütçe açıklarıyla sağlamayı savunurken bir yandan da uzun dönemde ekonomi düzlüğe çıktıktan sonra oluşacak bütçe fazlalarıyla bu açıkları dengelemeyi amaçlamaktaydı. Bu ise ekonominin tüm külfetini gelecek kuşaklara yüklemek değil, tam tersine yeni kuşaklara canlandırılmış bir ekonomi sunarken onları da bu canlandırma politikasının ortağı kılarak ekonomik döngüdeki dalgalanmaları en aza indirmek demekti. Bittabi tüm bu yanlış bilgilerden öte yalnızca çocuk sahibi olan insanların gelecek nesilleri umursayabileceği ve eşcinsellerin çocuk sahibi olamayacakları gibi saçma sapan önkabuller de Niall Ferguson'ın tecrübe ettiği akıl tutulmasının birer yansımasıydı.

Neyse ki tepkiler gecikmedi ve tarihçimiz kısa süre içerisinde başta eşcinseller olmak üzere söylediklerinden alınmış olabilecek tüm kitlelerden, benim şahsen pek de samimi bulmadığım ve buram buram politik doğruculuk koktuğunu düşündüğüm, bir mektupla özür diledi ve tartışmalar sönümlendi. Ya da en azından şimdilik öyle gözüküyor.


Benim kişisel fikrim ise Niall Ferguson'ın iktisatçının ideolojik sınırları üzerine laf etmeye çalışmış olması; fakat bunu yaparken fevriliğine teslim olup muhafazakar bilinçaltının hortladığı yönünde. Anlatmaya çalıştığı aslında iktisatla uğraşan bir akademisyenin savunduğu ekonomik bakış açısının kendi kişisel hayatındaki değerler dünyasından etkilenebileceği olabilirdi pekala. Buradan da iktisatın subjektif alanın dışında olmadığı, görüş bildirenin yaşam felsefesinden ve ideolojik duruşundan etkilenmesinin kaçınılmaz olduğu sonucuna varılabilirdi. Elbette bu gerçekliği anlamaya çalışırken seksist önyargıları yapayanlış tarihi bilgilerle harmanlamak ancak Niall Ferguson gibi bir popülistin işi olabilirdi diye düşünmeden edemiyor insan.

...

Bu arada bir de gezi olayları bağlamında küçük bir parantez açarak önüne çıkan her muhalif kitleyi 'ideolojik' olmakla suçlayan bir Başbakan'ımız olduğunu hatırlatmalıyım sanırım. Sanki ideolojik bir konumlandırma yapılmadan herhangi bir siyasi duruş sergileyebilmek mümkünmüş gibi... Neoliberal-muhafazakar zihniyetin kendi kapsama alanı dışında kalan tüm dünya görüşlerini 'marjinal' ilan etmesi, bizzat kendisinin de ideolojik bir pozisyon olduğu gerçeğinin üzerini örtebilirmiş gibi...

İyisi mi lafı ustasına bırakarak, ünlü marksist filozof Slavoj Zizek'ten zihin açıcı bir alıntı yapıp bu bahsi kapatalım: 'İdeoloji kavramının bugün her zamankinden güçlü olmasının sebebi artık onu bir ideoloji olarak deneyimlemememizden kaynaklanır. Kendimizi her zamankinden daha özgür hissedişimiz ise tutsaklığımızın özünü deşecek dilden mahrum kalmış olmamızdandır. ... Nedir beklenen? İdeolojinin bir gözlük olması. Kendimizi ideolojiden kurtarmak, özgürleşmek ve gerçekliği olduğu gibi görmek için gözlüklerimizi çıkarmamız değil, tam aksine, gözlükleri takmamız gerekmektedir.'
 
Herkese bol gözlüklü günler efendim.
 

 

Kategoriler

Şapgir