Türkiye’de, kendini devletin asıl sahibi olarak görenlerin tek söz sahibi olduğu vesayet rejiminin yerinde artık yeller esiyor. Pek çok sorun ve toplumsal kutuplaşma halen sürse de, normalleşme yolunda önemli mesafeler kat edildi.
Geniş halk kesimlerinin siyasi temsilcileri, inandıkları değerler doğrultusunda siyaset yapma imkânını, güç de olsa elde etti. Tüm bunların sonucu olarak da, büyük ve tarihsel barışı inşa etme yoluna girildi; bu yol adım adım döşeniyor. Bugün yaşanan barış süreci sonucunda yakın tarihe ilişkin gerçeklerin ortaya çıkması, katı devletçi zihniyetin de mahkûm edilmesi anlamına gelecek. Ortaya çıkan büyük fırsat budur. Ancak büyük fırsatlar, eşdeğer oranda büyük siyasi irade ve sorumluluk dayatır. Geçmiş haksızlıkları yaratan zihniyet ve ideoloji deşifre edilmeden yeni bir toplumsal sözleşmeye kavuşmak belli ki mümkün olmayacak. Bu açıdan, iktidar tarafından 1938’deki Dersim katliamına dek geriye götürülen katliam silsilesinin az ötesinde, olanca ağırlığıyla 1915 duruyor. 1915’te de, devlet adına güç kullananlar, devletin bekası adına, Osmanlı tebaası Ermenilerin ve Hıristiyanların yok edilmesini emretmişti. Dünya Savaşı’nın göz gözü görmeyen ortamı, İttihat ve Terakki liderlerine, bir iç tehdit olarak gördükleri Ermenilerden kurtulmak için bir fırsat gibi görünmüştü. Şimdi, otuz yıldan bu yana binlerce cana mal olan, insanları evlerinden, köylerinden eden iç savaşta çözüm umudu göründüyse, öyle veya böyle, barışın mahiyeti bütün taraflar açısından 1915 sağlamasıyla yapılacak. Malum tezlerin savunucusu CHP ve MHP açısından verilecek bir sınav yok. Sürecin aktörleri AK Parti ile BDP ve Öcalan açısından ise, Anadolu Hıristiyanlığının ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanan soykırımı dışarıda tutacak bir hatırlama ve yüzleşme çabası, bütünüyle eksik ve kadük kalmaya mahkûm. Çünkü bugün devam eden pek çok sorunun kaynağı o büyük kara delikte saklı. Paradigmanın değişmesi ile birlikte ortaya çıkan siyaset imkânının, Türkler ve Kürtler açısından Cumhuriyet’in kuruluşunda olduğu üzere ‘asli unsurlar’ düsturlu bir ortaklığa ve İslam kardeşliği üzerinden bir yan yanalığa mı evrileceği, yoksa gayrimüslim vatandaşlar da dahil olmak üzere farklı etnik ve dini toplulukların varlıklarının tanınacağı çoğulcu bir yapıya mı varacağı Türkiye’nin kaderini belirleyecek temel soru olarak duruyor. AK Parti kendisinin de mağduru olduğu İttihatçı devlet mirasını devralmazsa, Kürt siyaseti de diğer her kesimi dışlayıcı popülist söylemlere ve uygulamalara razı gelmezse, gerçekten barış adına bir şansımız olabilir. O şansı nasıl kullandığımızı anayasa yazımındaki eşit vatandaşlık tanımından, bunun uygulamadaki yansımasına kadar bir dizi zorlu sınav belirliyor olacak. Tam da bu noktada, 1915’i içine almayan bir hesaplaşmanın ancak eksik bir barış getirebileceğini kaydetmek gerek. Halihazırda simgesel ağırlığıyla 2015’e siyasi oyunlar ve gerginlikler çerçevesinde yaklaşılıyor olsa da, bu kritik yüz yıl eşiğini Türkiye’nin barış süreciyle bütünleştirmek de bir seçenek. Üstelik çok daha sağlıklı ve sağduyulu bir seçenek. Yeter ki istensin, yeter ki cesaret edilsin.
AGOS |