Ankara Üniversitesi SBF’den siyaset bilimci Barış Ünlü, yeni anayasa tartışmalarına ‘Türklük Sözleşmesi’ kavramıyla katkıda bulunuyor: “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen asıl maddeler Türklük Sözleşmesi’nde yazılıdır.”
FERDA BALANCAR
ferda@agos.com.tr
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Barış Ünlü, ağırlıklı olarak siyasal tarih üzerine çalışan bir siyaset bilimci. Ünlü ile Express dergisinin Mart sayısında yapılan geniş söyleşinin odak noktasında ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu anlaşması olarak Türklük Sözleşmesi’ yer alıyordu. Bu söyleşiden yola çıktık ve Ünlü ile, ‘Türkler-Ermeniler’, ‘Türklük halleri-Ermenilik halleri’nden 2015’e uzanan bir söyleşi yaptık.
• Öncelikle ‘Türklük Sözleşmesi’nden başlayalım. Nedir ‘Türklük Sözleşmesi’?
‘Türklük Sözleşmesi’ dediğim metaforik sözleşme Türkiye Cumhuriyeti’nin maddi ve düşünsel temellerini oluşturuyor. Aslında sözleşmenin ilk ve daha geniş versiyonu İslami bir sözleşmeydi. II. Abdülhamid tarafından ortaya konan bu ilk versiyon, İslam kardeşliği temelinde yeni bir toplumsal çimento planladı. Buna göre, resmi mezhep olan Sünnilik çerçevesinde Müslüman tebaa birleşecekti. Aleviler ise Sünniliğe asimile edilmeye çalışılacaktı. Planlanan bu Sünni birliği, dışarıda Hıristiyan büyük güçlere, ama daha önemlisi içerideki gayrimüslim unsurlara karşı oluşturuldu. Bu unsurların başında da bilindiği gibi Ermeniler geliyordu. Ancak II. Abdülhamid Ermenilerden kurtulmayı başarabileceği bir konjonktür yakalayamadı. Zaten çokuluslu imparatorluğu ayakta tutma umutları da henüz tam anlamıyla tükenmemişti.
• İttihat ve Terakki’nin ‘Türklük Sözleşmesi’yle ilişkisi neydi?
İşte İttihat ve Terakki bu umutların tükendiği Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı’nda gayrimüslimleri tasfiye etmek için gerekli olan şartları yakalamış oldu. Bilindiği gibi 1910’larda Türkçülük artık en güçlü ve rakipsiz ideolojiydi İttihatçılar arasında. Ancak bunu İslami bir tonda yürütmek, çoğu zaman da Türkçülüğü İslam maskesi arkasında gizlemek zorundaydılar, çünkü Türkler dışındaki Müslüman unsurlar henüz Türkleşmemişti ve Türkçülüğe razı olmaları mümkün değildi. 1915 Soykırımı işte bu İslami çerçevede planlandı ve yürütüldü. Kurtuluş Savaşı da büyük ölçüde Rumlara ve Ermenilere karşı yapıldı. Burada çok önemli olan Ermenilerden ve Rumlardan kalan malların, mülklerin, zenginliklerin, iş sahalarının Müslümanlar arasındaki paylaşımıydı.
• ‘Türklük Sözleşmesi’ bir tür ‘İslami Sözleşme’ mi?
Evet, böylece ‘İslami Sözleşme’ye geliyoruz. Bu metaforik sözleşmeye göre, Ermenileri tasfiye işine görev verilen bütün Müslümanlar katılacaktı; katılmayanlar ise susacaktı, ebediyen susacaktı. Buna karşı çıkılmadığı takdirde, Ermenilere ve Rumlara yapılanlardan bahsedilmediği sürece, Müslüman kişi potansiyel olarak burjuva, hâkim, general, profesör, toprak sahibi, sendikacı, gazeteci, öğretmen vs. olabilecekti. Karşı çıkıldığı takdirde ise, sözleşme dışına atılacaktınız; hiçbir yere gelemeyecektiniz ve başınıza bir sürü bela gelecekti. Sözleşme, yazılı olmasa da açıktı.
• Cumhuriyet de bu sözleşmeyi sürdürdü mü?
Cumhuriyet’in 1924’le birlikte yaptığı, bu İslami sözleşmeyi biraz daraltmak, yani Türkleştirmekti. Özellikle Şeyh Said isyanından sonra sözleşmeye yeni bir madde eklendi. Ermenilerden konuşulmadığı gibi, Kürtlerden ve Kürtlere yapılanlardan da kimse söz etmeyecekti. Söz etmezseniz, her türlü başarıya ulaşabilirdiniz hayatınızda, kendiniz ve aileniz için. Eğer söz ederseniz, siz ve aileniz bittiniz demektir. İşte değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen asıl maddeler bunlardır Cumhuriyet tarihinde. Anayasalar bu sözleşmelere kıyasla önemsiz belgeler. Türklük Sözleşmesi’nde vurgulamak gereken noktalardan biri şu: Siz İslami ve Türklük sözleşmelerini aktif olarak imzalamamış olabilirsiniz. Yani Ermenileri ve Kürtleri sürmemiş, öldürmemiş olabilirsiniz, ya da onlardan geriye kalan mal mülke konmamış olabilirsiniz. Eğer sözleşmeyi pasif olarak izlemişseniz, yani sözleşmeye ses çıkarmazsanız, sözleşmeye dahilsiniz. Ve sözleşmenin her türlü imtiyazından yararlanabilirsiniz. Aktif olmak şart değil, pasif katılımcı da olunabilir. İşte bu sözleşme, Türkiye’deki sınıf yapısının, burjuvazinin, resmi ideolojinin, yargının, sosyal bilimlerin üzerinde yükseldiği ve onu sürdürdükleri kurucu anlaşmadır. Dolayısıyla son derece güncel bir meseledir. Tarihte kalmış bir şey değildir. Türkiye tarihinin ve bugününün en önemli ve en açıklayıcı meselesidir.
• Türk’ü, ‘Türklük’ü nasıl tanımlıyorsunuz?
Türklük, bu sözleşme sayesinde doğmuş, ama bu sözleşmenin farkında olmayan bir duygulanma/duygulanamama, düşünme/düşünememe, görme/görememe, duyma/duyamama, empati kurma/empati kuramama dünyası. Türklük, üzerine düşünülmeyen, farkında olunmayan, sorunsallaştırılmayan, görelileştirilmeyen bir varoluş hali. Türklük, Türk olmanın imtiyazları, avantajları, duygusal ve düşünsel limitleri üzerine düşünememe durumu. Diyelim bir Türk liberali, bir meseleye yaklaşırken bir liberal olarak yaklaştığını, yani evrensel değerlerle baktığını düşünür. Bir Türk liberali olarak baktığı ve dolayısıyla bir sürü şeye de bakamadığı aklına gelmez. Bu sorun Marksistlerde daha da çarpıcı. Sınıfsal yaklaşıyorum, enternasyonalistim, kimlik siyaseti yapmıyorum, dediği ölçüde Türktür. Enternasyonalist olmanın ilk şartı başkasındaki Kürtlüğü değil, kendindeki Türklüğü görmek. Duygularının, düşüncelerinin, ilgi alanlarının Türklükle ne kadar gölgelenmiş olduğunu idrak etmek. Tabii Türklüğün lümpen, seçkin, İslami ve sosyalist halleri farklı. Katı, sıvı ve gaz halleri gibi. Ortak noktaları ise, Türklükleri ve Türklük imtiyazları üzerine düşünmemek.
• Peki, Türk’ün ötekisi kim? Ermeni mi?
Türk’ün ötekisi sadece Ermeni değil bence. Bu dinamik bir mesele. Kimi zaman Ermeni, kimi zaman Rum, kimi zaman Yahudi, kimi zaman Kürt, kimi zaman ‘emperyalist Batı’ olabilir. Veya hepsi bir arada. Bunların hepsi yeterince içselleştirilmiş ötekiler ve kullanıma hazır halde bekliyorlar, bekletiliyorlar. Konjonktüre göre biri diğerinin önüne geçebilir. Ama tabii Ermeni meselesi kitlesel suç ortaklığının en büyük ve yaygın olduğu sorun olduğu için, Türklerdeki Ermeni korkusu ve nefreti çok daha yaygın denebilir.
• Kürt siyasetinin Ermeni meselesi hakkındaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Son olarak Abdullah Öcalan’ın Milliyet gazetesinde yayımlanan ‘İmralı notları’nda söylediği Ermeni ve gayrimüslim karşıtı sözleri kamuoyunda tartışma yarattı.
Genel olarak Kürt hareketinin Ermeni meselesi hakkında Türkiye’deki en ileri hareket olduğunu düşünüyorum. Bildiğim kadarıyla soykırımı kabul eden, Ermenilerden özür dileyen, 1890-1915 arasında Ermenilere yapılanlarla ilgili Kürt sorumluluğunu üstlenen sayısız Kürt var. Bu da Kürt hareketi sayesinde oluyor. Abdullah Öcalan’ın sözlerine gelince, bu anlamda ve daha pek çok alanda Kürt hareketinin Öcalan’ın çok ilerisinde olduğu tahmin edilebilir. Sonuç olarak son yıllarda Türkiye’de olumlu gelişmeler oluyor; hem siyaseten hem de insan ilişkileri anlamında. Ermenilerle Kürt ve Türk solcuları yakınlaştılar, aralarında daha sıcak, dostane ve güvenli ilişkiler kuruldu. Öcalan bunlardan cezaevi ve tecrit koşullarında uzak kaldı. Ayrıca Öcalan’ın pragmatik bir siyaset adamı olduğu da biliniyor. Biraz önce bahsettiğim İslami sözleşmeye, yani Türklük sözleşmesinin ilk ve geniş versiyonuna göz kırptığını düşünüyorum. Böylece hem AKP’yle hem de genel olarak Türklerle daha iyi ilişkiler kurmak istiyor olabilir. Son olarak da, bu topraklarda çok yaygın olan komplo teorisyenliği var. Öcalan’ın sözlerinde bütün bu faktörler birlikte etkili olmuş olabilir.
• AKP ve Başbakan’ın Kürt sorununu ‘İslam kardeşliği’ temelinde çözme isteği göze çarpıyor. ‘Türklük Sözleşmesi’nden yeniden ‘İslami Sözleşme’ye dönüş mü söz konusu?
Evet, Türkçülük Müslümanları Türk yapma projesiydi. Bütün Müslümanların Türkleşmesi umut edildi ve sonra da öyle olduğu iddia edildi. Gayrimüslimler bunun dışında tutulmuşlardı doğal olarak. Doğal olarak diyorum, çünkü ilk İslami sözleşme zaten onlara karşı yapılmıştı. Ancak Kürtlerin bir kısmı, sözleşme daraltılıp Türkleştirildiğinde buna direndiler. Şimdi yaşadığımız ise, sözleşmenin tekrar genişletilip İslamileştirilmesi çabası. Yani “1923’ten sonrasını unutalım, çünkü çok büyük yanlışlar yapıldı. 1923 öncesine dönelim ve din kardeşliği etrafında birleşelim” çağrısı yapılıyor. Tayyip Erdoğan ve AKP’nin böyle düşündüğünü biliyoruz. Öcalan’ın son sözleri de buna göz kırpıyor sanki. Tabii Kürtler buna razı olurlar mı? 1920-1923 arasında ‘İslami Sözleşme’ etrafında Türklerle anlaştılar ve Mustafa Kemal’in başkanlığını desteklediler. Sonra başlarına neler geldiği malum. Yine benzer bir şey yapacaklarını zannetmiyorum. Sonuçta çok bilinçli bir kitleden ve hareketten bahsediyoruz artık. Ancak şu da unutulmamalı ki, Kürtler büyük ölçüde kendi hakları için mücadele ediyorlar. Türkler başkanlık sisteminde ezilir diye, kendi olası kazanımlarını feda etmezler diye düşünüyorum.
‘2015’e doğru iki yıl çok uzun sürecek’
• 2015’e, Ermeni Soykırımı’nın 100. yılına giderken Türkiye’de devlet ve kamuoyunda farklı bir söylemin gelişebileceğini, bir tür ‘yüzleşme’nin gerçekleşebileceğini düşünüyor musunuz?
2015’te neler olur kestiremiyorum. Bir yandan çok az kaldı, bir yandan da Türkiye’de bu iki yıl çok uzun sürecek. Barış süreci, başkanlık tartışmaları, seçimler ve ardından 2015… Hiç beklenmedik şeyler olabilir. Ancak Türkiye’nin Ermeni meselesiyle yüzleşmesi Kürt meselesiyle yüzleşmesinden çok daha zor. Çok daha zor, çünkü 1915 kitlesel bir sorumluluğu içeriyor. İslamcılar, dindar insanlar, Kürt meselesinin tarihinden kendilerini sorumlu tutmuyor olabilirler. Ki tabii ki herkes gibi onlar da sorumlu. Ancak Ermeni meselesinden bu kadar kolay kurtulamazlar. Kimilerinin dediği gibi bu sadece birkaç İttihatçının planladığı bir şey değil. Suçu onlara atalım ve yüzleşelim… Bu olamaz, çünkü tarihsel olarak yanlış. Abdülhamid döneminden başlayarak Türk-Kürt bütün bir ülkeyi ve neredeyse bütün toplumsal sınıfları kapsayan bir sorumluluk var burada. Ermeni meselesinde çığır açıcı araştırmalar asıl 21. yüzyılda yapılacak. 1915’ten kim nasıl faydalandı, hangi toprakları, hangi bağları, hangi işyerlerini, hangi iş sahalarını kimler nasıl sahiplendi? Müslümanlık, ırkçılık ve Türk milliyetçiliği ile maddi çıkarlar nasıl birleştirildi? Bu kadar büyük zulümler karşısında bu kadar büyük bir sessizlik, ilgisizlik ve bilgisizlik nasıl yaratıldı? Bütün bunlar yavaş yavaş ortaya çıkıyor ve böylece İslami ve Türklük sözleşmelerinin meşruiyeti kayboluyor, kaybolacak. Bu süreçte belki bu kez gerçekten demokratik ve eşitlikçi bir sözleşme de yapılabilir halklar arasında.