Çipras / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Dalay Lama Toronto’yu ziyaret ettiğinde, havaalanında makinemin merceğinin kırılmasının ardından şans yüzüme gülmüş, bu büyük dinî önderi takip ettiğim bir hafta boyunca beni bırakmamıştı. Sıkı çalışmış, işimi kötü sürprizlerle karşılaşmadan, pürüzsüz bir şekilde yapabilmiştim. Tek bir istisnayla...

Dalay Lama, gelişinden birkaç gün sonra, Toronto Üniversitesi’nden fahri doktora unvanı alacaktı. Oraya vardığımda salon tıklım tıklımdı, fotoğrafçılar için ayrılan yerler de dolmuştu. Resmî olarak görevlendirilmiş fotoğrafçılardan biri olmama rağmen izleyicilerin arasında oturmam gerektiğini söylediler. Suratımı asıp talihime lanet okuyarak, koridor tarafındaki bir koltuğa oturdum. Altıncı ya da yedinci sıradaydım. Dalay Lama, fotoğrafçıların solunda bulunan bir kapıdan girip, sağ taraftaki bir koltuğa oturdu. Çok uzakta kalmıştım. Oturduğum yerden birkaç kare çekebildiğim için yine de şanslı sayılırdım ama durumdan hiç memnun değildim. Biliyordum ki tören bittiğinde Dalay Lama salondan yine aynı kapıyı kullanarak çıkacak, benim dışımdaki tüm fotoğrafçılar onu yakından fotoğraflayabileceklerdi. O upuzun süren bir saat boyunca somurtup durdum. Ama işte, hayat insana güzel sürprizler yapabiliyor. Tören sona erdiğinde, Dalay Lama salondan ayrılmadan önce kalabalığı selamlamaya karar verip, koridorun basamaklarını çıkmaya başladı. Her sırada durup izleyicileri kutsuyor, benim oturduğum yere doğru ilerliyordu. Gözlerime inanamıyordum. Hemen ayağa kalkıp deklanşöre basmaya başladım, bir sürü fotoğraf çektim. Somurtkanlığım uçup gitmiş, yerini minnet duygusuna bırakmıştı. Dalay Lama’ya bu kadar yakın mesafede olan tek fotoğrafçı bendim; diğerleri, onu takip eden kalabalığı aşamamış, bulundukları yerde kalmışlardı.

Yukarıda gördüğünüz fotoğraf, insanın hiç beklemediği anlarda, hiç beklemediği şeylerle karşılaşabileceğinin bir kanıtı. Bu kareye bakarken, Yunanistan’ın bir önceki başbakanı Çipras’ın Fener’deki Ekümenik Patrikhane’ye yaptığı ziyaret sırasında yaşadığım bir durumu hatırlıyorum. Havaalanında Dalay Lama’nın fotoğrafını çekmeye çalışırken başıma gelene benzer bir hikâye... Aslında, sözünü ettiğim hikâyelerin üçü de, eve elimde vasat karelerle döneceğimi düşünürken, olayların gidişatının bir anda beklenmedik bir yön alması ve şansımın dönmesiyle ilgili. Benim hayatımdan böyle badireler hiç eksik olmaz; her defasında da kendi kendime “Merak etme, her şey yoluna girecek” derim – ne işe yarıyorsa...

Her neyse; o gün Çipras ve maiyeti Patrikhane’den ayrılırken, biz fotoğrafçılara onlara yaklaşamayacağımız, yalnızca uzaktan, toplu hâlde görüntülerini alabileceğimiz söylendi. Çipras’ın fotoğrafını çekmek için iki saat bekledikten sonra böyle bir şey duymak canımı çok sıktı tabii. Çipras, etrafında korumalarla, ana kapıdan çıktı; onları, İstanbul Rum toplumunun temsilcilerinden oluşan büyük bir kalabalık takip ediyordu. Diğer fotoğrafçılar gibi ben de protokol karelerini çekmiştim zaten, ama sıradan karelerdi bunlar. O an, Çipras’ın yakından, doğru düzgün bir fotoğrafını çekme isteğiyle gözüm öyle bir döndü ki, ona doğru seğirttim. Büyük bir gayretle, kendime maiyet ile Patrikhane duvarları arasında daracık bir alan buldum; limuzinin beklediği yere giden merdivenleri hızla indim. Çipras’ın yönlendiği kaldırım korumalarla dolu olduğundan, limuzinin yola bakan tarafına geçmekten başka çarem yoktu. “Olsun” diye düşündüm, en kötüsü korumalar ve maiyet beni durdururdu. En azından, Çipras arabaya binmeden, üç-dört metrelik bir mesafeden fotoğrafını çekebilecektim. Peki, ne oldu dersiniz? Çipras araca benim bulunduğum taraftan binmeye karar verdi. O taraftaki tek fotoğrafçı da bendim. Korumalar kötü bakışlarıyla beni def etmeye çalışıyorlardı. Yollarından çekildim, Çipras arabaya girdi. Bir koruma kapıyı tam kapayacakken, dudaklarımın arasından, bildiğim birkaç Yunanca kelimeden biri çıktı; “Parakalo” (lütfen) diyerek dizlerimin üstüne çöktüm, merceğimi o an benim sağ tarafımdaki birine bakan Çipras’a yönelttim. İstediğim kareyi yakalamış, Çipras’ı o efsanevi gülümseyişiyle fotoğraflamıştım. Şans diye buna derler!

İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında