2002 yılında Türkiye'de sivil toplumun toplumsal diyalog ve barışa, demokratikleşmeye, özgür ve çoğulcu bir geleceğe katkıda bulunacağı inancıyla, kültür sanat ve iş dünyasından insanların bir araya gelmesiyle kurulan Anadolu Kültür’ün 20 yıllık hikâyesini bir belgeselde anlatmak Türkiye’nin sivil toplum tarihi için çok değerli bir katkı olmuş. Anadolu Kültür’e, yönetmen Mert Kaya’ya ve emeği geçen tüm ekibe bu belgeseli bize kazandırdıkları için müteşekkirim.
Anadolu Kültür’ün 20 yılına ışık tutan, yönetmenliğini Mert Kaya’nın yaptığı ‘Nehre Su Taşımak’ belgeselini 14. Hangi İnsan Hakları? Film Festivali kapsamında izledim.
2002 yılında Türkiye'de sivil toplumun toplumsal diyalog ve barışa, demokratikleşmeye, özgür ve çoğulcu bir geleceğe katkıda bulunacağı inancıyla, kültür sanat ve iş dünyasından insanların bir araya gelmesiyle kurulan Anadolu Kültür’ün 20 yıllık hikâyesini bir belgeselde anlatmak Türkiye’nin sivil toplum tarihi için çok değerli bir katkı olmuş. Anadolu Kültür’e, yönetmen Mert Kaya’ya ve emeği geçen tüm ekibe bu belgeseli bize kazandırdıkları için müteşekkirim. Anadolu Kültür’ün 20 yıllık tarihini 66 dakikalık bir filmde özetleyebilmek her ne kadar güç olsa da çok başarılı bir kurguyla bu zorluğun üstesinden gelinmiş.
Film arşiv ve kayıtların olduğu bir masa etrafında Anadolu Kültür’e emek verenlerin anlatımlarıyla ilerliyor. Aciliyet, ihtiyaç, sorumluk; çeşitlilik; hafıza-yüzleşme; temas-diyalog; yöntem-işleyiş gibi beş tematik masa etrafında Anadolu Kültür çalışanları ve Anadolu Kültür’e katkı sunanların bir araya gelerek yaptıkları anlatımlarla adeta bir bellek yolcuğuna çıkıyoruz.
Bir zaman tüneli
Film bir zaman tüneline girmek gibiydi. Sivil toplum alanına ilk ilgi duymaya başladığım yıllara denk geldi Anadolu Kültür’ün kuruluşu. Profesyonel anlamda sivil toplumda çalıştığım 2010 yılından itibarense çok daha sıkı bir takipçisi oldum. Daha dünmüş gibi hatırladığım sergi açılışları, kitap lansmanları, film gösterimleri, konserler, Ermenistan-Türkiye sinema platformunun Ermenistan ‘Altın Kayısı’ Film Festivali kapsamındaki gösterimleri, Gomidas konserleri ve daha sayamayacağım nice etkinliği filmde görmek bambaşka bir yolculuk yaşattı bana. Belgesel, duygular arasında bir geçişti adeta. Belgesel boyunca AB adaylık sürecinde yaşadığımız demokratikleşme adımları ve reformların, barış sürecinin konuşulduğu o umutvar zamanlara yolculuk ettim, o duyguyu ve o dönemin bize bahşettiği hevesi ve şevki özledim. Sonrasında 2017’de Osman Kavala’nın, 2022 Nisan’ında Çiğdem Mater, Mine Özerden gibi Anadolu Kültür’e emek veren isimlerin tutuklanmasıyla giderek ruhumuzu paramparça eden o yıkıcı süreçle ve o sürecin ruhumuzda ne kadar hasar bıraktığı gerçeğiyle yeniden yüzleştim. Bütün bu yıkıcı süreç devam ederken Anadolu Kültür’ün her ne olursa olsun, her şeye rağmen, kendi deyimleriyle temkin ve tereddüt arasında kalarak bile olsa sebatla devam etmesinin yüreklere serptiği su ile güçlendim..
Sivil topluma emek vermeye niyet ettiyseniz, değerler üzerine inşa edersiniz temelinizi, o değerlere yıllardır her şeye rağmen tutkuyla sarılan insanları görmek en çok umut veren şeylerin başında. Devam edebilme gücünü belki de birbirimizden alıyoruz, çünkü birilerinin yaktığı ışık aslında hepimizi aydınlatıyor.
Kavala’nın çabaları
Osman Kavala’nın nasıl bir dönüşümün aktörü olduğunu, sorunları analiz edip çözüm temelli bir yaklaşım geliştirdiğini, Türkiye kültür-sanat tarihinde dönüştürücü ve özgün yerlere sahip olan Diyarbakır Sanat Merkezi, Depo İstanbul gibi mecraları hayata geçirmesini, tabu meselelerin demokratik bir zeminde kültür-sanat yoluyla tartışılmasını sağlamak yönünde gösterdiği kararlılık ve cesareti, yıllardır hapiste olmasına rağmen halen projeler üretmeye devam etmesini filmde görmek tüm bunları bilmeme rağmen çok etkileyiciydi. Osman Kavala’nın sandalye taşıması ile ilgili anekdotlar filmde anlatılınca, etkinliklerde onun sandalye taşıması, A’dan Z’ye herşey ile ilgilenmesi gözümün önüne gelmekle kalmadı, mesleki hayatımda meslek kültürü açısından bana nasıl ilham verdiğini hatırlattı. Hiçbir işten yüksünmeyip, gocunmamanın ne değerli bir erdem olduğunu Osman Kavala gibi insanlar, bu alanda ilerlemek isteyen bizlere öğretmeden, dikte etmeden pratikte gösterdiler.
Depo’da yer alan sergilerden kesitlerin filmde yer alması Depo’nun bizi sağaltan, yüklerimizi hafifleten bir mecra olarak faaliyet gösterdiğini izleyenlere bir kez daha hatırlattı.
“Hafıza bir nehir gibi”
Filmde yer alan Umut Tümay Arslan şöyle diyor “Hafıza saklı bir hazine değil, bir nehir gibi aslında , bir nehir gibi akan bir şey, şimdiyle bağlantılı. O nehrin içine taşıdığı sesler ve bakışlar önemli, o sesler ve bakışların önüne çıkan bentlere karşı insanların reflekslerini harekete geçirmek önemli. Bu anlamda da Anadolu Kültür akan hafıza nehrine, şimdiyle ilişkisine epeyce su taşıdı, o nehri epeyce besledi.”
‘Nehre Su Taşımak’ belgeselinde bir hafıza mekânına dönüşen masa etrafında yapılan anlatımlar, kişisel hikâye ve yaşanmış deneyimlerin ekseninde Anadolu Kültür, sivil toplum ve aslında yakın Türkiye tarihine yapılan hafıza yolculuğuna ortak olma fırsatı sunuyor. Her ne kadar film boyunca o nehre göz yaşlarımızı akıtsak da aynı zamanda o nehre su taşımanın ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz. Özellikle sivil toplum alanında yeni çalışmaya başlayan gençlerin izlemesini çok istiyorum bu filmi...
Yıllardır Anadolu Kültür’ün direktörlüğünü büyük bir özveriyle yürüten sevgili Asena Günal’ın filmin sonunda dediği gibi ‘her şeye rağmen devam edip, yaptığımız işi en iyi şekilde yaparak devam etmek, onu bir dirence, şifaya dönüştürerek devam etmek’ işin sırrı belki de. Yan yana olmak zorundayız, ekilen tohumları sulayıp yeşertmekten ve o nehre su taşımaya devam etmekten vazgeçmemeliyiz. Çok yakın bir zamanda yeryüzünün üstündeki Fuat Keyman, Nazar Büyüm, Yetvart Tovmasyan gibi hazinelerimizi toprağın altına teslim ettik, onlar oradan filiz vermeye, bizi beslemeye devam edecekler, şüphem yok... Ama ya halen şükür ki nefes alan, ama ne yazık ki parmaklıklar ardında olan Osman Kavala, Çiğdem Mater ve daha nice hazinemiz? Yeterince çoraklaştık, ne olur 2025’te kavuşsun hepsi özgürlüğüne, yeniden yeşerelim, bereketlenelim, yan yana, hep birlikte.
Sebatla, umutla, dirençle ve tutkuyla...