Meri Tek Demir hem İngilizce hem de Ermenice edebiyat üzerine çalışmalar yapan bir akademisyen. Yakın zamanda Oxford'da "Ermenice Edebi Metinleri Türkçe Okumak" başlıklı bir sunum yaptı. Aynı zamanda Ermenicenin körelmemesi için de gayret gösteriyor. Meri Tek Demir ile Lusyen Kopar konuştu.
Bazı kadınlar vardır erdemli ve zekidirler. Onların emekleri kendilerinden önce parlar. Gece geç saate kadar üretir, sabah erken kalkıp, üretmeye devam ederler. Fazla söze de gerek yoktur bu kadınlar için. İşte böyle kadınlardan biri olan Meri Tek Demir ile 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiye konuştuk. Meri Tek Demir, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyor.
Okullarımızda ismi sık duyulan eğitimcilerimizden birisin. Bize kendinden söz eder misin?
1990, İstanbul doğumluyum. İlk ve orta öğretimimi Özel Feriköy Ermeni İlkokulu’nda, liseyi ise Özel Pangaltı Mhitaryan Ermeni Lisesi’nde tamamladım. 2013’te tam burslu kazanmış olduğum İstanbul Kültür Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldum. Lisans diplomama ek olarak ‘Sanat Yönetimi’ yan dal programını tamamladım. Ardından İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden yüksek lisans derecemi aldım. Bu sırada aynı fakültenin Dramaturji Bölümü’nde de bir süre Ermenice tiyatro üzerine araştırmalar yaparak, yüksek lisans seviyesinde eğitim aldım. Lisans boyunca ‘Rh+’ Sanat Dergisi ve Galerisi’nde çalıştım. 2015’den bu yana Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyorum. Halen doktora aşamasındayım.
Rh+ Galerisi’nde neler yaptın?
Rh+ Sanat Dergisi plastik sanatlar konusunda önemli bir yere sahip. Bu dergi aynı adlı galeri bünyesinde aylık İngilizce ve Türkçe olarak çift dilde yayınlanıyor. Rh+ Dergisi’ne ilk olarak part time sanat çevirmenliğine başladım fakat zamanla derginin ofisinde ve galeride de çalışmaya başladım. Galeri, o zamanlar Nişantaşı Valikonağı Caddesi üzerindeydi ve oldukça sık sergi ve müzayedeler düzenleniyordu. Dergide editör yardımcılığı ve çevirmenlik yaparken, bu etkinliklerde de görevler aldım. Galeri ve dergi ortak çalışmaya müsait bir alandı. Bu tür bir ortamda çalışmak bana çok şey kattı. Halen orada çalışmıyor olmama rağmen dergiyle bağlarım her zaman iyi kaldı.
Paros dergisinde belli bir süre edebiyat sayfan vardı. Bu deneyiminden söz eder misin?
Paros’taki sayfam keyifliydi. Her ay edebiyat dünyasından farklı konulara değinme şansım oluyordu. Yerli ve yabancı yazarlardan edebiyat akımlarına, güncel gelişmelere kadar her okurun ilgisini çekebilecek konulara yer vermeye çalıştım. Mesela birkaç ay ‘edebiyat durakları’ başlığıyla İstanbul’da bulunan edebiyat müzelerinden bahsettim. Her ay bir müzeyi tanıttım. Edebiyat müzeleri genelde yazarların yaşamını geçirdiği yerler oluyor. Bu, keyifli bir dosya çalışmasıydı. Paros’ta yazmaya akademik çalışmalarımın yoğunluğu sebebiyle ara verdim.
İngiliz Dili ve Edebiyatı gibi kapsamı geniş bir bölümde eğitim almak, uzmanlaşmak ve çalışmak büyük bir şans. Genel olarak bu tür filoloji bölümlerinden mezun olanların yapabileceği işin, dil öğretmenliği olacağı gibi bir algı var. Bu algı ne ölçüde doğru? Farklı şeyler yapmak da mümkün mü?
Evet, maalesef böyle bir algı var. Dil ve edebiyat mezunu birisi için öğretmenlik tabii ki bir seçenek ama zorunluluk değil. Düşünün, dört yıl boyunca farklı bir kültürü ve edebiyatı öğreniyorsunuz. Bu ayrıca yalnızca tek bir ülkenin edebiyatını da kapsamıyor. Örneğin ben İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’ndeyim ama karşılaştırmalı çalışmalar da yapabiliyorum. Bu bölümde okuduğunuz süre boyunca pek çok okuma, inceleme yapıyorsunuz. Edebiyat bölümleri zaten disiplinler arası çalışmalara açık bölümlerdir. Tiyatrodan müziğe, güzel sanatlara kadar pek çok alandan dersler alabiliyorsunuz. Bugün dil ve edebiyat mezunu olan çok başarılı öğretmenler var. Bunun yanında başka alanlarda kariyerlerini sürdüren de pek çok kişi var. Dil ve edebiyat bölümlerinin sadece öğretmenlikle sınırlandırılmış olduğu düşünülmemeli.
Ermenice ve İngilizce karşılaştırmalı edebiyat çalışmaları yapıyorsun. Bu bağlamda, hangi yazarları, edebiyatçıları inceledin?
Yüksek lisans tezimde postmodern İngiliz romanında tarih yazımı kuramı üzerine çalıştım. Bu bağlamda John Fowles ve Graham Swift adlı iki İngiliz yazarın eserlerini inceledim. Yüksek lisans tezim İngiliz edebiyatı odaklıydı ama bu esnada Ermenice ve Türkçe eserler üzerine de çalıştım. Doktora tezim karşılaştırmalı bir çalışma olacak. Tez haricinde halen üzerine çalışmayı planladığım ya da çalışmakta olduğum yazarlar var. Hagop Mıntzuri, Zabel Asadur ve Zabel Yesayan bu isimler arasında… Ayrıca kuzenim Can Erzurumluoğlu ile Yeğya Demircibaşyan üzerine ortak bir edebiyat incelemesi yapmayı planlıyoruz.
Oxford Üniversitesi’nde bir konferansta sunum yaptın. Bu süreci anlatır mısın?
Uluslararası konferanslara katılımın belli başlı adımları var. Öncelikle yapacağınız sunumla ilgili kısa bir özeti konferans komitesine yolluyorsunuz. Değerlendirmeler sonunda sunumunuz kabul edilip edilmediğine dair size bilgi veriliyor. Akademik çalışmaların sunum için kabul edilebilmesinde konferansın içeriğinden, çalışmanızın kapsamına kadar pek çok unsur etkili oluyor. Daha önce de ulusal ve uluslararası konferanslara sunum yapmak üzere katılmıştım. Oxford Üniversitesi ‘Comparative Criticism’ (Karşılaştırmalı Eleştiri/Edebiyat) Bölümü tarafından düzenlenen bu konferanstan değerli hocam Natali Boğosyan’ın paylaşımı vasıtasıyla haberdar oldum. Konferans çağrısı metnini okuduktan sonra başvuru yaptım. 22 Şubat 2020’de sunumumu yapmak üzere Oxford Üniversitesi’ne davet edildim.
Konusu neydi? Kaç gün sürdü?
Farklı diller, kültürler ve edebiyatların çeviri yoluyla etkileşimi üzerine olan bir günlük bir konferanstı. Dokuz farklı ülkeden Yale, Sorbonne gibi dünyanın en prestijli üniversitelerinden genç akademisyenlerin katılımıyla gerçekleşen çok yönlü bir konferans deneyimi yaşamış oldum.
Sunumun başlığı ‘Ermenice Edebi Metinleri Türkçe Okumak.’ Bunu açar mısın?
‘Ermenice Edebi Metinleri Türkçe Okumak’ başlıklı sunumum 10 sayfalık İngilizce bir makaleydi. Bu makalede, Batı Ermenicesiyle yazılan edebiyat metinlerinin Türkçeye çevrilmesinin, günümüzde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan dilimizin yaşamasına katkı sağlayıp sağlamadığını incelemeye çalıştım. Çalışmam, Türkiye’deki Ermenice edebiyatı ve Ermenice ile Türkçenin edebi bağlamda etkileşimini konu alıyordu. Son yıllarda pek çok Ermenice eser Türkçeye çevrildi. Böylece Ermenice eserler çok daha fazla okura ulaşmış oldu. Bu süreçte çevirinin işlevselliği ortaya çıkıyor. Çevirinin hem Ermenice hem de Türkçe okura ne gibi katkılar sağladığını görüyorsunuz. Tabii 10 sayfalık bir makalede tüm çeviri eserlere değinmek mümkün değil ancak Sarkis Srents’in 8 Ermeni yazarın öykülerini çevirmesinden başlayarak; Zaven Biberyan, Mıntzuri, Mıgırdiç Margosyan, Rober Haddeciyan gibi yazarlarımızdan örnekler sundum. Bu eserlerde hem İstanbul Ermenilerinin hem ‘kavari kraganutyun’ (taşra edebiyatı) geleneğinin nasıl yansıdığını ele aldım. Bugün Aras Yayıncılık tarafından yayınlanan bu çevirilerin katkılarına değindim. Sunumum beklediğimden çok daha fazla ilgi gördü. Bu tabii çok mutluluk verici.
Yakında bir konferansa daha katılacaksın. Bilgi verir misin?
Evet, bu uluslararası konferans ünlü İngiliz yazar E.M. Forster adına, ‘E.M. Forster Society’ adı kurum tarafından düzenleniyor. Forster’ın öğrencisi olduğu Cambridge Üniversitesi’nde düzenlenecek olan üç günlük bir program bu. Ben de bu konferansa E.M. Forster’ın ‘Howards End’ adlı romanıyla bu romanın çağdaş yeniden yazımı olarak kabul edilen Zadie Smith’in ‘Güzellik Üzerine’ adlı romanını, kadın karakterler bağlamında kültür ve sanat eleştirisi bağlamında karşılaştıracağım bir sunumla katılacağım.
Bunun dışında neler yapıyorsun?
Geçen yıl küçük bir Ermenice kitap okuma kulübü oluşturma fikrim vardı. Ermenice edebi yayınlar, gazeteler yayınlanmaya devam ediyor ama özellikle genç kuşak tarafından ne kadar okundukları maalesef tartışmalı bir konu. Bir dil yalnızca konuşma yoluyla gelişmez veya sadece bu yolla yok olmaktan kurtulmaz. İnsan okumadığı sürece kelime haznesi gelişmez. Böyle olunca dil de yavaşça körelir. Bu körelmenin sonucunda Ermenice okur sayısı giderek azaldı. Ermenice okumak sanki bir lüks gibi geliyor kulağa… Halbuki bu bizim kendi dilimiz. Kendi dilimizde okumaktan ve yazmaktan daha doğal ne olabilir? Yazarlarımızı yeterince tanımıyor, anlayamıyoruz. Bu fikirden yola çıkarak Lidya Durmazgüler, Murat Çakır, Lori Gülbenk ve Dayk Misisoğlu ile küçük bir kitap okuma kulübü oluşturduk. Bundaki amaç önceden belirlenen kitapları önceden okuyup, buluşmada bu kitaplar üzerine Ermenice konuşmak ve fikirlerimizi paylaşmaktı. Tamamen Ermenice okuma ve konuşmaya yönelik bir etkinlik bu. Sona Menteşe bu fikrimi duyunca epey destek oldu. Bir deneme olarak başladık. Ara Güler, Rupen Maşoyan ve Mıgırdiç Margosyan’dan oluşan bir okuma listesi oluşturdum. Ayda bir iki defa sözlüklerimizi de masada hazır ederek oturumlarımıza başladık. Az kişiyle denemek istedik ve bazı değerli büyüklerimiz de fikri beğenerek bize destek olmak üzere katıldı. Mekân olarak Sivaslı Ermeniler ve Dostları Derneği salonunu bize açtı. Güzel bir deneme oldu bizim için. Yaptığımızdan memnun kaldık. Bu yıl da her yaştan geniş bir katılımcı profiliyle başlamayı düşünüyoruz. İnanıyorum ki bu tür adımlar bile dilimiz ve edebiyatımız için çok şey değiştirebilir.