‘A’mâk-ı Hayal’ yeniden

ARİF TAPAN

Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin (1865-1914) ‘A’mâk-ı Hayal’inin yeni bir versiyonu geçtiğimiz Temmuz ayında Turkuvaz Kitap tarafından yayımlandı. Şimdiye dek elliden fazla yayınevi tarafından ‘Hayalin Derinlikleri’, ‘Hayalin Derinliklerinde Yolculuk’ ya da ‘Hayal Alemi’ gibi alt başlıklarla, farklı isimler tarafından yayıma hazırlanan metnin bu versiyonunu Recaizade Mahmut Ekrem’in ‘Araba Sevdası’nın sadeleştirilmiş ve eleştirel versiyonları ile Fatma Fahrünnisa’nın ‘Dilharap’ını günümüz Türkçesiyle ilk kez yayıma hazırlayan Fatih Altuğ hazırladı. Bu versiyonu diğerlerinden ayıran husus, Altuğ’un hem metnin tefrika edilme süreçlerindeki versiyonların, hem bir kitap olarak ilk kez basıldığındaki versiyonların, hem de şimdiye dek metni Latin harflerine aktaran farklı edisyonların tümünü gözetiyor oluşu. Metnin giriş yazısı ‘A’mâk-ı Hayal’e Dalmak’ta metindeki muhtemel tahrifatları onarmayı hedeflediğini belirten Altuğ, hem bu bağlamda metnin kendi içindeki bölümlendirmelerini, metnin anlam bütünlüğünü ve akışını muhafaza etmek adına yeniden sıralıyor hem de metnin günümüz Türkçesine aktarımındaki dil içi kuralları oldukça titiz bir şekilde gözetiyor. Bu haliyle, bu yeni versiyon ‘A’mâk-ı Hayal’ üzerine çalışacakların birincil metin olarak başvuracakları bir çalışma olmuş. Özellikle yayınevleri açısından telif probleminin olmadığı ve okurun dönem dönem bir şekilde yeniden dolaşıma soktuğu bu gibi metinlerin onlarca farklı versiyonları varken, metni yazılış ve basılış süreçleriyle, o günün sosyo-kültürel ve tarihsel referansları ile birlikte ele alarak anlamlandırmaya çalışmak ve bunu metnin diğer tüm versiyonlarını elden geçirerek yapmak oldukça önemli. 

Tahrifat sorunu

Sürekli dolaşımda olan, yayınevlerinin okurun talebine göre sürekli yeni baskısını yapabildiği bu gibi ‘tahrifatlı güncel’ metinlerin okur nezdinde de yanlış ya da eksik bilgiler yığınıyla birlikte sadece yazarı ve başlığına istinaden sürekli ama aynı tartışmalar yaratması özellikle 19. yüzyıl metinleri ile 20. yüzyılın ilk yarısındaki ‘meşhur’ metinlerin başına sıklıkla gelebilen bir durum. Halbuki Altuğ’un burada yaptığı gibi metinlerin tasarlanma aşamalarından yayımlanış süreçlerine, tefrika edilmelerinden kitap olarak basılmalarına kadar, dönemlerinin temsil dünyası ile birlikte düşünülerek yeniden konumlandırılması ve anlamlandırılması edebiyat tarihleri açısından da elzem bir durum. Günümüzde hem çoğu yayınevinin hem de çoğu okurun bu tarz hususları gözeten herhangi bir hassasiyeti olmadığından, bu gibi metinler sadece elimize ulaştıkları formlarından ibaretmiş gibi görünebiliyorlar. Hal böyle olunca da ‘A’mâk-ı Hayal’ gibi metinlerin yalnız tasavvufi birtakım göndermeler, hikâyeler üzerine tesis edildiğinin, didaktik kaygılarla yazıldığının, sıradan bir olgunlaşma serüveni olduğunun altı yüzlerce kez çizilebiliyor. Özellikle Arap harflerinden günümüz Türkçesine aktarılan ve bir anda ortaya çıkmayıp, parça parça okur kamusuna sunulan bu gibi ‘bilindik’ metinlerin yayıma hazırlanış biçimleri bu nedenle önem arz ediyor.

İki ‘kitap’

Altuğ’un da giriş yazısında detaylı biçimde açıkladığı gibi, iki ‘kitap’tan oluşan ‘A’mâk-ı Hayal’in ilk kitabı ilk kez 1909’da ‘Necat’ gazetesinde tefrika edilmeye başlanır ancak bu tefrika tamamlanamayıp metin bu kez 1910’da Ahmed Hilmi’nin çıkardığı ‘Hikmet’ gazetesinde dergi eki olarak yayımlanır. Yine 1910’da metin, bir kitap olarak “Birinci Kitap: Raci’nin Hatıraları” alt başlığı ile Ahmed Şafi Bey Matbaası tarafından yayımlanır. Metnin ikinci kitabı ise yine ‘Hikmet’ gazetesinde 1912’de tefrika edilmeye başlanır, lakin ikinci kitabın tefrikası da tamamlanmaz. Bütün bir ‘A’mâk-ı Hayal’in tek bir kitap olarak basılması ise Ahmed Hilmi’nin ölümünden on bir yıl sonra, 1925’te gerçekleşir. Bu baskı da “‘Halk Kitaphanesi Sahibi Abdülaziz’ tarafından Necm-i İstikbal Matbaası’nda basılmıştır.”

Metnin başkarakteri ve anlatıcısı olan Ahmed Raci’nin hatıraları olarak sunulan ve dokuz güne yayılan “Birinci Kitap”ta Raci’nin Aynalı Baba vesilesiyle daldığı hayalleri görürüz. Aynalı Baba ile bir mezarlıkta karşılaşan ve bundan sonra kendisini ziyarete giden Raci, içilen kahvelerin ardından Aynalı Baba’nın ney üflemesi ile her gün bir başka hayale/rüyaya dalar. ‘İkinci Kitap’ta ise Raci Manisa Tımarhanesi’nde görülür ve ilk bölümde kendisi ile aniden karşılaşıp, yine kendisini aniden kaybettiği Aynalı Baba ile burada tekrar bir araya gelirler. 

“* * * şehri mezarlığında başlayan seyran, bu defa Manisa Tımarhanesi’nde devam e[der].”

Hakikat endişesi

Peki, tefrika edilme ve yayımlanma süreci 1909’dan 1925’e türlü sebeplerle yayılan ‘A’mâk-ı Hayal ile Ahmed Hilmi’nin yapmak, göstermek istediği nedir? Metnin girişindeki “Birkaç Söz”de Ahmed Hilmi, “Bu kitabı, endişe-i hakikatle meluf vicdanlar, mebahis-i nihaiyeyi seven insanlar, zevkle okuyabilir” der. Yani, ona göre ‘A’mâk-ı Hayal’ hakikat endişesine alışık, onun nasıl bir şey olduğunu bilen ve ‘son’a dair meseleleri, tartışmaları seven okurun beğenisine hitap edecek bir metindir. Hakikaten de başkarakter Raci bir hakikat ve son şüphesiyle kapılır bu hayallere. Raci’nin Manisa Tımarhanesi’nde olduğunu öğrenen arkadaşı Sami, ona bir mektup yazar ve mektubunda şöyle der: “Oh! Feylesof Taine’i ne kadar haklı buluyorum, diyor ki: İnsanlar fıtraten ve terbiyeten delidirler, kazara âkil bulundukları anlar pek kısadır! … Ya, a zavallı! Sen ne arıyorsun? Bu kesafet, bu maddiyat, bu görünür hayalat bir ruhu ezmeye, bir vicdanı ma’raz-ı efkâr-ı mütezadde etmeye, bir idraki boğmaya kâfi değilmiş gibi bir de manevi hayaletler arkasında mı koşmak istiyorsun?” Raci’nin bu sorulara cevabı ise açıktır: “A çocuk! Mademki âlemin tımarhane, insanların bir sürü deli olduğuna kâilsin, şu halde benim deliliğime niye itiraz ediyorsun?” 

Ortak nokta

Raci özelinde ‘A’mâk-ı Hayal’ üzerine şimdiye dek yapılan okumaların hemen hepsinin ortak noktası Raci’nin ‘vahdet-i vücut’ ve ‘vahdet-i şühut’un derdine düşmüş bir ‘modern zaman meczubu’ olduğudur. Raci’nin hakikate, mutlak varlığa ve yokluğa, sona dair onlarca şüphesi, birbirine tezat sorusu vardır aklında. Aynalı Baba aracılığıyla çıktığı ruhsal gezintiler (ya da bir nevi astral seyahatler) onu kâh Buda’nın yanına Hint diyarlarına, kâh Hürmüz ve Ehrimen’in yanına Belh’e, kâh Simurg’ın sırtında ‘saha-i mükevvenat’ yani ‘yaratılmış tüm varlıkların sahasına’ ulaştırmakta, tüm bu gezintiler boyunca Raci sadece o coğrafyadan diğer coğrafyaya değil, kendi varlığının varyasyonları arasında da gezinebilmektedir. Bazen bir padişah oğlu, bazen bir Çinli talebe, kimi zaman ‘seçilmiş bir zat’, kimi zaman da kendi varlığından tamamen soyutlanmış herhangi bir varlık formunda görülebilmektedir bu derin hayallerde. Altuğ’un metnin giriş yazısında dikkat çektiği gibi, ‘A’mâk-ı Hayal’in form olarak bir hikâye ya da roman olarak tasavvur edilişinden, anlatı kurgusuna, anlatıcısı sesinden, iç hikâye kurulumuna ve bünyesindeki metinler-coğrafyalar-bilinçlerarasılık’a sirayet etmiş bir parçalılık, çoğulluk söz konusudur. Şüphe ejderhasını öldürebilecek kanıtlar bulabilmek ümidiyle yola çıkan Raci, her bir yeni hayalde daha fazla soruya, daha yeni şüphelere giriftar olmaktadır. Raci’nin iç dünyasındaki serüvenlere odaklanan çoğu ‘A’mâk-ı Hayal’ incelemesinin sıklıkla vurgu yaptığı ‘insan-ı kâmil’ mertebesine ulaşma hali, metnin tümü ve ortaya çıkış serüveni, tarihsel ve anlamsal düzlemlerle birlikte gözetildiğinde ne kadar çözümleyicidir, tekraren düşünmek gerekir. Bu noktada Altuğ’un şu tespiti oldukça dikkate değer: “Raci’nin içsel tecrübesi, krizi akılla deliliğin kıyısında ilerleyerek, çoklukla bu sınırı ihlal ederek aşar. Hakikat süreci, toplumsal normlara tâbi olarak değil bu normları aşan yüce bir delilik deneyiminin çeperinde işler. ‘A’mâk-ı Hayal’den önce hiç, sonra da pek denenmemiş bir mecradır bu.” ‘A’mâk-ı Hayal’i yalnızca bir arayış ve buluş serüveni olarak anlamlandırmak ve bu meydanda konumlandırmak yerine, söz konusu “yüce bir delilik deneyiminin” neye tekabül edebileceğini, neyle kıyaslanabileceğini gözetmek hem metnin modern Osmanlı romanı içerisindeki yerini, hem de dünya edebiyatı bağlamında karşılaştırmalı edebiyattaki özgül ağırlığını kestirebilme yolunda verimli tartışmalar doğurabilir. 

Tüm bu hakikati arama, mutlak varlığın ve yokluğun sırrına erme, sonu ve başlangıcı idrak edebilme serüvenlerinin yanında ‘A’mâk-ı Hayal’i yaygın ve ilk akla gelen tartışmalardan koparıp, doğurgan okumalara sürükleyecek başka yaklaşımların da olabileceği kanaatindeyim (Bu bağlamda aklıma gelenlerden ilki, örneğin ekokritik bir yaklaşımla ‘A’mâk-ı Hayal’ okuması). Böylesine ‘bilindik’ metinlerin sadece yaygın birtakım çıkarımlarla ele alınması hem metinlerin kendi anlamsal ve tarihsel düzlemlerini, katmanlarını tekleştiren hem de kendi iç kurmacalarının kurgusal zenginliğini göz ardı eden sonuçlara yol açabileceğinden okura düşen sanırım dönüp dönüp metinlerin kendilerine bakmak oluyor. Altuğ’un bu özenli çalışması da bunun ne denli gerekli olduğunu ‘A’mâk-ı Hayal’ özelinde bir kez daha gösteriyor bize. Hayalin derinliklerine nice hayallerle dalmaya… 

A’mâk-ı Hayal 

Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi 

Hazırlayan: Fatih Altuğ

Turkuvaz Kitap

287 sayfa. 

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ