BÜRKEM CEVHER
Daha iki hafta önce (20 Eylül 2019) Küresel İklim Grevi yapıldı; dünyanın her yerinde başta çocuklar olmak üzere milyonlarca insan çevre kirliliğinin yol açacağı iklim krizine dikkat çekmeye çalıştı. Bunun ardından geçen hafta 16 yaşındaki iklim aktivisti Gretha Thunberg, Birleşmiş Milletler’de büyük tartışma yaratan bir konuşma yaptı ve karşısındaki yetişkinler nezdinde kendinden önceki kuşakları bu durumdan sorumlu tuttu. Bu arada
14 Eylül – 10 Kasım 2019 tarihleri arasında düzenlenen 16. İstanbul Bienali’nin başlığı ise ‘Yedinci Kıta’ olarak duyuruldu. Bu başlık altında, Bienal sanatçıları Pasifik Okyanusu’nda yer alan devasa atık yığınına dikkat çekiyorlar. Aslında ‘atık yığını’ demek durumun vahametini oldukça hafifletiyor. Türkiye’nin yüzölçümünün neredeyse beş katı kadar büyük bir yığından, kelimenin tam anlamıyla yedinci kıtadan bahsediyoruz. Bu atık kıtaları gittikçe de büyüyor ne yazık ki.
İşte tam da bu günlerde Oya Baydar’ın son romanı ‘Köpekli Çocuklar Gecesi’ yayınlandı. Romanda, bundan birkaç yıl sonra milyonlarca insanın ölümüne neden olan bir kuraklık dünyanın neredeyse tamamını vurmuş, kuraklığın ardından gelen tufan da dünyanın büyük bir kısmını sular altında bırakmıştır. Sellerin henüz ulaşamadığı yüksek bir dağın tepesindeki kulübede, romanın erkek kahramanı Adam ve biyolog bir kadın yaşamın sonunu beklemektedirler. Bir yandan yaşamlarının ve aşklarının muhasebesini yaparken, konuşmaları gelişmiş bir kayıt cihazına düşmektedir. İnsanlığın ve yaşamın bir geleceği olacak mı, sesleri o geleceğe ulaşabilecek mi? ‘Köpekli Çocuklar’ın mağduriyeti ve masumiyeti umudu yeşertebilecek mi?
Biz de hem romanı, hem de iklim krizini konuşmak için; Oya Baydar’la söyleşi yaptık.
‘Dünkü Küresel İklim Grevi’nde en önde çocuklar yer alıyordu. Hatta kızımın bir sınıf arkadaşı da ‘İklim Çocukları’ndan biri ve böyle çocukları görmek çoğumuzun geleceğe yönelik umudunu arttırıyor. Siz kitabınızda bu çocukların koruyucusu olarak yetişkinleri değil de köpekleri seçmişsiniz. ‘Köpekli Çocuklar’ fikri nasıl doğdu?
‘Köpekli Çocuklar’ fikri gerçek bir köpekli çocuktan doğdu. Birkaç yıl önce, gece sokakta köpeğine sarılmış uyuyan bir çocuğun fotoğrafı sosyal medyada ve bazı gazetelerde yayımlanmıştı. Savaştan ve yıkımdan kaçan küçük bir Suriyeli mülteciydi o. Bölgede yaşanan, çocukları da herkesten fazla vuran savaşın, yıkımın, kırımın fotoğrafıydı bu bana göre. Masumun mağduriyetinin simgesiydi, ve ben hiçbir şey yapamamanın çaresizliğini, hatta utancını duyuyordum içimde. Öte yandan, iklim felaketinin hızla yaklaştığı bir dünyada yaşıyorduk. İnsanların büyük çoğunluğu; hem yaşanan acılar hem de doğayı ve yaşamı kendi ellerimizle adım adım yok etmemiz karşısında duyarsızdılar. İkisi de aynı kaynaktan doğan, çağımız dünyasına hakim olan sistemden beslenen iki temanın birleşmesi ‘Köpekli Çocuklar Gecesi’ne ilham verdi. Romanın yazımı ilerlerken Gretha ve ‘İklim Çocukları’ hareketi dünya sahnesine çıktı ve genç kuşağın sisteme karşı sesi yükseldi.
Çocukların koruyucusu olarak neden köpekleri seçtiğime gelince, söylediğim gibi kar altında köpeğine sarılmış uyuyan mülteci çocuk yüzünden öncelikle, bir de çocukları bu hale düşürenler, savaşları çatışmaları çıkaranlar, körükleyenler, insanları yerlerinden yurtlarından edenler, dünyayı bu hale getirenler ‘büyükler’ de ondan… Gretha da dünyanın efendisi o ‘büyükler’e sesleniyor ve onları suçluyor çok haklı olarak.
Kitabınızın kadın kahramanı insanlığın geleceğine dair çok umutsuz. Oğlunun akıbetini bilmiyor, büyük olasılık kendisi de ölecek ve artık insanın sonunun geldiğini düşünüyor. Oysa Adam geleceğe daha bir umutla bakıyor. İnsanların tümü bu tufanda ölse bile milyonlarca yıl sonra dünya üzerinde yine bir insan ırkının evrimleşeceğini düşünüyor. Siz bu iki görüşten hangisine daha yakın hissediyorsunuz kendinizi?
Kadının, insanın ve doğanın acılarını içinde duyan oğlu, hem o acıları hem de kendi vicdanını hafifletebilme umuduyla savaş bölgesindeki mağdurlara katılıyor. Anne, iklim felaketinin ve tufanın ortasında bir yandan da oğlunu arıyor. Yaratan ve yaşatan bir kadın ve anne olarak felaketi teninde hissediyor. Yüzbinlerce, milyonlarca yıl sonra insan ırkının evrimleşmesi, yeni bir yaşamın ortaya çıkabilme umudu onu teselli etmiyor. Adam ise mistik, gizemli bir figür. Evrenin ve zamanın tükenmezliğine, birliğine inanıyor. Ben kadına yakınım, başka bir dünya mümkünse onu bilinmez bir gelecekte değil şimdi yaratmalıyız, en azından bu uğurda mücadele etmeliyiz.
“Dinler gibi büyük ütopyalar da insanların afyonuydu bana göre,” diyor Adam. Sizce var olan ideolojiler içinde küresel iklim krizini önleyebilecek bir görüş ya da ‘ütopya’ yok mu?
Bütün semavî dinler ve hakim ideolojiler insanı doğanın efendisi, başka bir deyişle diğer bütün canlıların üstündeki ‘eşrefi mahlukat’ sayar. Aydınlanma çağıyla birlikte, aklın mutlak üstünlüğü inancı bu anlayışı perçinlemiştir. İnsan, doğayı kendi çıkarları doğrultusunda istediği gibi biçimlendirme, tahrip etme, sömürme hakkını ve ayrıcalığını kendinde görür. Doğanın, insanın çıkarları uğruna sömürülmesi, sadece savaş ve sömürü üzerine kurulu kapitalist sistemin değil büyüme ve kalkınma temeline dayanan bütün anlayışların ve ideolojilerin özüdür. Teknolojik gelişmeyi, sınırsız büyümeyi, bu amaçla doğal kaynakların ve yaşam alanlarının tüketilmesini hedefleyen sistem küresel iklim krizinin baş müsebbibidir. Ancak, yaşayarak gördüğümüz gibi, aynı modernite düşüncesi üzerine kurulu sosyalist sistem de, ütopyasındaki amaçla tümüyle ters düşerek aynı çarkı döndürmüştür.
Küresel iklim krizini erteleyebilecek ve önleyebilecek çağdaş ütopyanın temsilcileri, henüz sistemin çarkları arasında öğütülmemiş, sistemden nemalanmayanlardır ki günümüzde İklim Çocukları olarak çıkıyorlar karşımıza. Onlar da yerden bitmediler, gökten düşmediler: Yıllardır seslerini duyurmak için mücadele eden, uyaran çevrecileri, bilim insanlarını, çevre aktivistlerini unutmayalım . Ütopya buralardan filizleniyor, eski dünyadan değil.
Sizce kitaptaki gibi bir sona ne kadar yakınız ve bu sonu engellemenin bir yolu var mı?
‘Köpekli Çocuklar Gecesi’ bir roman, tabii ki kurguya dayanıyor. Küresel iklim felaketi benim anlattığım hikâyedeki gibi gelişmeyebilir; ama bilim insanları, çevreciler, ekolojistler böyle giderse ‘Son’un sandığımızdan daha yakın olduğunu bildiriyorlar. Mesela karbon dioksit emisyonunun düşürülmesi, geriletilmesi için dünya çapında çok acil önlem alınmazsa 12 yıl sonra geri dönülemez noktaya varılacağı, önlem alınmaya başlansa bile artık çok geç kalınmış olacağı bilimsel bir gerçek. Ve düşünün ki dünyanın efendilerinin umurlarında değil. Trump ve benzerleri ekolojik krize inanmadıklarını söylüyor, çevrecilerle alay ediyor, mevcut yetersiz çevre anlaşmalarından bile çekiliyorlar. Sınırlama getiren iklim anlaşmalarını imzalamamış ek çok ülke var, bunlardan biri de Türkiye.
Bu sonu engellemeye, en azından geciktirmeye çalışmanın yolu iktidarların çevreye duyarsızlıkları karşısında mümkün olduğunca geniş kitleleri uyarmak ve sahaya sürmek. Gretha’nın öncülüğünde bu konuda önemli adımlar atıldı, atılıyor. Ama biliyoruz ki kesin çözüm, doğanın ve insanın sömürülmesi üzerine kurulu sistemin yıkılması. Nasıl olacak bilmiyorum ama konu bütün ağırlığıyla gündeme düştü artık, bu yüzden tümden umutsuz değilim.
Kitabınızda yaşanan felaketlerle birlikte demokrasinin de çöktüğünü ve dünyanın her yerinde diktatörlerin başa geldiğini yazıyorsunuz. Bu diktatörler ise var olan kaynakları, felaketi önlemek yerine sistemi korumak adına alınan önlemlere harcıyorlar ve bu felaketi daha da hızlandırıyor. Günümüzde küresel politikalara baktığımızda da popülist politikalar güden ve başa geldiklerinde de daha önceden akla hayale gelmeyecek uygulamalara imza atan politikacıları görüyoruz. Sizce demokrasi fikri de bir ütopya mıydı?
Dünya çalkantılı bir geçiş dönemi yaşıyor. Daha önceki yüzyıllarda da benzer dönemler olduğunu biliyoruz. Ancak günümüzde dev sıçramalar yapan teknolojinin, insanın vardığı vicdanî- ahlâkî- kütürel değerleri aşması ve tahrip etmesi büyük bir tehlike. İnsanlığın yüzbinlerce yıllık tarihinde teknolojik gelişme ve ilerlemenin insanı bu ölçüde aşmasının ve esir etmesinin örneği yok. Yapay zeka ve insansı robotların dünyaya egemen oldukları distopik bir gelecekten söz ediliyor. Teknoloji, sistemin efendilerinin elinde insanı ilerleteceğine, geliştireceğine yok edebilecek bir silaha dönüşüyor. Doğanın, yaşamın ve insanın gelişmesine yönelmesi gereken teknolojik devrim, insanı sistemin kölesi, sistemin efendilerinin kulları haline getiriyor. Sözünü ettiğiniz politikacılar böyle bir ortamın ürünü.
Demokrasi bir siyasal yöntemin adı; günümüz dünyasında yeterliliği tartışılan içi doldurulmaya muhtaç bir kavram. Ben daha geniş bir kavramlar bütününü: “özgürlük, eşitlik, adalet” demeyi tercih ediyorum. Bu açıdan bakarsak, ütopyamız demokrasi değildi; demokrasi insanlığın kadim ütopyasına varmak için denenecek bir yöntemdi. Distopik bir geleceğin eşiğinde bulunduğumuz şu dönemde, demokrasi fikrini geliştirerek, çevre mücadelesiyle birleştirerek özgürlük-eşitlik-adalet ütopyasına doğru yürümek gerekiyor. Başarılabilir mi? Bilmiyorum ama denemekten başka çaremiz yok.
Köpekli Çocuklar Gecesi Oya Baytar
Can Yayınları
269 sayfa.