6-7 Eylül Pogromu’nun bu yıl 64. yıldönümü. Nispeten az konuşulan konularından biriyse pogrom sonrası Türkiye’den ayrılanlar. Dilek Güven’in de kitabında yer verdiği gibi resmi kayıtlar 1955’te 70 bin olan Türkiye’de Ermenice konuşanların sayısının 1965’te 56 bin 376’ya düştüğünü gösteriyor. Gidenlerden biri de Kapalıçarşı’da küçük bir iplikçi dükkanı olan Gökçeyan ailesi. Pogrom sonrası Lübnan’a yerleşen ailenin o günlerde 7 yaşında olan oğlu Krikor Gökçeyan, 6-7 Eylül’de anne ve babasının çok büyük hayal kırıklığı ve kırgınlık yaşadığını söylüyor ve ekliyor: “Bu kadar öfkeye ve nefrete bir neden bulamadıkları için Türkiye'yi terk etme kararı aldılar.” Gökçeyan ailesinin en büyük kaygısı pogromun tekrarlanabilme olasılığı olmuş. Gökçeyan ile o günleri ve sonrasını konuştum.
1955 yılının Eylül'ünde pogromun yaşandığı o gece siz neredeydiniz?
7 yaşındaydım. İstanbul'da bizim eve çok yakın (Gedikpaşa) İncirdibi Protestan Okulu’na gidiyordum. Sonradan okuduğuma göre Hrant Dink de o okula gitmiş. 1955’te ikinci sınıfı bitirmiştim. Ailemle her sene yazlığa gittiğimiz Yeşilköy'deydim. Babamın Kapalıçarşı civarında Mercan yokuşunda küçük bir iplikçi dükkanı vardı ve her gün trenle Yeşilköy’den Kumkapı’ya ve oradan işine, akşam olduğunda ise aynı yolun aksi istikametinde yine trenle eve dönerdi. Bizim yazlık evimiz hep kalabalık olmuştur çünkü anneannem, teyzelerim ve dayılarım da çoğu zaman haftanın bir gününü bizlerle geçirirlerdi.
Aileniz o gecenin öncesinde bir tedirginlik hissetmiş mi?
O gecenin önceki günlerinde aile normal hayatını yaşıyordu, olağanüstü hiçbir durum ve duyum yoktu. Ama o kara geceyi çok iyi hatırlarım, evde herkes tedirgin, kaygılı, çünkü o gece tesadüfen İstanbul’da kalan teyze ve dayımdan kötü haberler geliyordu.
Neler konuşuluyordu evde?
İyi hatırladığım bir şey, büyüklerimin kendi aralarında alçak sesle ve kesik kelimelerle konuştuklarıydı, biz küçüklerin olan biteni duymaması ve anlamaması için. Büyük ihtimal babamın dükkanının talan edildiği haberini almışlardı, çünkü babam ertesi sabah çok erkenden biz henüz uyurken çıkmıştı evden.
Sizin evinizde de yaşananlar Ermeni Soykırımı’nı hatırlatmış mıydı? Çünkü İstanbul Ermenileri tarafından yayınlanan anılarda ortak payda, 1915’in yeniden geldiğini hissetmek üzerine kurulu.
Ailenin büyüğü olarak anneannem ve dedem hayattaydı, soykırımı yaşayan onlardı ama ben onlardan hiçbir gün soykırım konusunda konuştuklarını ve anlattıklarını duymadım, o konu bir tabuydu ve yaraları kanatabilirdi.
Pogromun sonrasında İstanbul’daki hayat sizin için nasıl değişti?
Daha İstanbul’a inmeden, Yeşilköy'de biz mahalle arkadaşlarıyla oynuyoruz, 4-5 kişilik grupta Türk, Rum ve Ermeniyiz, olayların hemen ertesinde bazı sokakların köşebaşlarında 2-3 asker nöbet tutmaya başlamıştı, bizim grup da onlardan birinin önünden geçiyordu, tam o sırada askerlerden birisi bizi durdurup başladı kimliklerimizi sormaya, Mustafa “Türküm” dedi, Yanni “Rumum” dedi, asker “kötü” diye mırıldandı, sıra bana gelince “Ermeniyim” dedim, aynı asker daha gür sesle “Daha da kötü” dedi, o yaşta tabii bir anlam veremedim dediğine ama canım sıkıldı. Bu sefer arkadaşı kolumu tutup cebinden bir çakı çıkardı ve “Seni sünnet edeceğiz” dedi. Büyük ihtimal sıkılmışlardı ve kendilerine eğlence arıyorlardı, kolumu hala tutan askere “Abi sünnet kıyafeti giymeden sünnet olmam” deyip ayrıldık onlardan.
İstanbul’un merkezine ne zaman gittiniz?
Olaylardan tam kaç gün sonra İstanbul'a gittiğimi hatırlamıyorum ama Kumkapı Tren İstasyonu’ndan Gedikpaşa’daki evimize gidene kadar camları indirilmiş ve talan edilmiş birçok dükkan ve evin önünden geçtiğimi çok iyi hatırlarım, birkaç dükkan bizimkilerin sürekli alışveriş ettikleri yerlerdi. Onca ısrarıma rağmen beni babamın dükkanına hiç götürmediler, herhalde o yaşımda bir travma yaşamamı istemediler.
Aileniz Türkiye'den ayrılmaya nasıl karar verdi?
Bu olaydan sonra babam ve annem çok büyük bir hayal kırıklığı ve kırgınlık yaşadı, çünkü durup dururken ve sebepsiz yere onca yılın emeği birkaç saat içinde çarçur edilmişti. Babam ertesi günü Mercan yokuşunu çıkarken sokaktan kendi dükkanındaki iplikleri yerden toplayarak giriyor dört duvar kalmış dükkanına, her gün kullandığı teraziyi bile kırılmış ve parçalara ayrılmış halde buluyor dükkanın önünde. Bence, bu kadar öfkeye ve nefrete bir neden bulamadıkları için Türkiye'yi terk etme kararı aldılar. Kendim kadar eminim hiç de kolay verilecek bir karar değildi ama artık huzurları ve uykuları kaçmıştı, ya benzeri bir olay bir daha yaşansaydı gelecekte?
Gidecekleri ülkeyi nasıl seçtiler? Neden Lübnan’ı tercih ettiler?
Babam 1914 Keskin Maden doğumlu, babası terzi ama onu daha tanımadan yetim kalıyor bir yaşında. Annesi, abisi ve sağ kalan akrabalarıyla İstanbul'a taşınıyorlar. Binbir zorluk ve yoksulluklara rağmen ilkokulu bitiriyor ve ailenin geçimine katkı sağlamak için atılıyor hayat mücadelesine. Yani babam 41 yaşına gelene kadar Varlık Vergisi’nden, 20 kur'a askerlikten ve en son 6-7 Eylül olaylarından nasibini tamamıyla almış oluyor. Amerika'da ve Fransa'da babamın teyzeleri olduğu halde oradaki hayat şartlarının Beyrut’takinden daha çetin olacağı öngörüsüyle olacak, o uzak diyarlarda değil de bizim Ortadoğu yaşam tarzına yakın Beyrut'ta yeni baştan bir hayat kurmaya karar vermiş babam.
Aileniz yeni yaşamlarını kurarken dil engelini nasıl aştı?
Tabii ki başlangıç çok zor olmuş, ne Arapça, ne Fransızca ne de İngilizce bilen var ailede, önceleri maymun diliyle daha sonra çat pat Arapçayı ve Fransızcayı kırık dökük konuşmayı beceriyorlar.
Lübnan’da soykırım sonrasında nüfusu artmış bir Ermeni toplumu var ama yine de bu ülkenin Türkiye ile kültürel farklılıkları bulunuyor. Aileniz Beyrut’a alışmakta zorlandı mı?
Ermenilerin olması önemli bir etkendi. Ayrıca anne tarafından akraba değil ama hemşehrilerimiz orada vardı, onların da desteği olmuştur başlangıçta. Fakat dil zorluğu hem de bu ülkenin ve halkın örf ve adetlerini öğrenmek, ticaret hayatına sıfırdan başlamak ve aileye normal ve huzurlu bir hayat sağlamak büyük azim ve çaba isteyen bir güç olsa gerek.
İstanbul’a pogrom sonrası ilk ne zaman döndünüz?
İstanbul'u bıraktıktan sonra ilk ziyaretim ancak 10 sene sonra olabildi. Yeşilköy’ün sokaklarında yürürken gül ve hanımelilerin kokusunu acayip özlemiştim, Büyükada’daki arabacıların oradan çıkan koku bana parfüm gibi gelmişti, çarşıdan pazardan geçtiğimde meyvelerin kokusu beni onca yıl geriye götürüyordu, tek kelime ile yarım kalmış çocukluk hatıralarımın canlanması olmuştu. Fırsat buldukça ziyaret ederim İstanbul'u ve her gelişimde daha önce hiç görmediğim veya fark etmediğim bir şey keşfederim içinde doğduğum ama tam olarak tanıyamadığım şehirde.
Lübnan’da yaklaşık 20 yıl sonra bölgenin en uzun süren çatışmalarından biri yaşandı. İç savaş sürecinde siz ya da aileniz dönmeyi düşünmediniz mi?
Lübnan'da 15 yıl süren iç savaş süresince elbette çok zor günler geçirdik, evet bazen umutsuzluğa düştüğümüz anlar bile oldu ama yeniden ülkeyi bırakma gibi bir düşüncemiz olmadı hiç. Çünkü olan bitenin dışarıdan tertiplenen ve idare edilen büyük bir plan olduğu aşikardı, halkın kendi arasında siyaset karışmaksızın Hıristiyanı ile Müslümanı ile hiçbir sorunu yoktu. Örneğin, biz Beyrut'un Müslüman kesiminde yaşıyorduk ve bütün savaş müddetince de orada kaldık, hiçbir gün hiçbir kimseden baskı, ayrımcı ya da aşağılayıcı bir davranış görmedik. Bu arada elbette çok sayıda vahşi ve insanlık dışı olaylar yaşanmadı değil, aynı kesimden ve dinden insanların da birbirine yapmadıkları kalmadı. Demek istediğim olaylar sırf tek bir kesime veya azınlığa yönelik değildi, eğer tedbirini iyi alabildiysen hayatta kalma şansın büyüktü. Bir de insan hayatta kaç kez yer yurt değiştirip yeni bir hayat kuracaktı?