Yerevan’da, savaş nedeniyle Suriye’den Ermenistan’a ve Karabağ’a göç eden Suriyeli Ermenileri konu alan bir fotoğraf sergisi açıldı. Armenian General Benevolent Union (AGBU) ve 4Plus Belgesel Fotoğrafçılığı Merkezi’nin işbirliğiyle, AGBU’nun Yerevan’daki merkezinde düzenlenen ‘Home to Home’ (Evden Eve) adlı sergide, Nazik Armenakyan, Piruza Halapyan ve Anuş Babacanyan’ın kareleri yer alıyor. Serginin küratörü Anna Avedisyan’la konuştuk.
Ermenistan’a sığınan Suriyeli Ermeni mülteciler hakkında bir sergi düzenleme fikri nasıl oluştu?
Yurtdışında yaşıyordum ama her yıl bir-iki ay Ermenistan’da da kalıyordum. Suriye iç savaşı başladıktan sonra Ermenistan’a her gelişimde değişiklikler fark ettim. Değişim, Suriye’den Ermenistan’a gelen sığınmacılardan kaynaklanıyordu. Humus, falafel gibi yemekleri de barındıran yeni bir mutfak kültürü gelişmiş, lokantalarda servis düzeyi yükselmişti. Burada alıştığımızdan farklı bir giyim-kuşam, çalışma hayatında yeni bir etik, gözlemlediğim ilk değişimler oldu. 2015 yılında yeniden Yerevan’a taşındım ve sığınmacılara yönelik bir proje olan ‘Armenian Redwood Project’te çalışmaya başladım. Bu süreçte savaştan ötürü Ermenistan’a sığınmış pek çok Suriyeli Ermeni aileyle tanıştım. Proje aracılığıyla yeni gelen kitlenin sorunlarına ve yeni bir yaşam kurma deneyimlerine tanıklık ettim. Hikâyeleri, uyum yetenekleri, dirençleri ve Ermenistan’da yeni bir yaşam kurma konusundaki kararlılıkları ilgimi çekiyordu. Onların çalışma etiğine hayran kalmıştım. Son derece dirençliydiler ve etnik açıdan epey homojen ülkemize kültürel çeşitlilik katmışlardı. Aslında tarihî bir an yaşanıyordu; ben bunu belgelemek istedim. 20 binin üzerinde Suriyeli Ermeni Ermenistan’a gelmiş ve hem Ermenistan’ın hem Karabağ’ın gerçekliği olmuşlardı. 2016-17 yıllarında Ermenistan ve Karabağ’da Suriyeli Ermeni ailelerle tanışarak, onların yeniden kavuştukları vatanlarındaki yaşamını fotoğraflayarak Anuş Babacanyan’la birlikte bu projenin ilk adımlarını atmış olduk.
Sergiye ne zamandan beri hazırlanıyorsunuz?
Anuş Babacayan’ın işlerini 2017’nin Şubat ve Mart aylarında ‘Noregnerı: Siriyatsinerı Hayasdanum’ (Yeni Gelenler: Ermenistan’daki Suriyeliler) başlığıyla ‘Hotvadz 3’ adlı mekânda sergiledik. Proje üzerindeki çalışmamız, kadın fotoğraf sanatçıları Nazik Armenakyan ve Piruza Halapyan’ın eserlerinin de yer aldığı ‘Dnidz Dun’ (Evden Eve) sergisiyle devam etti. Böylece Suriyeli Ermenilerin, ülkelerindeki savaştan bu yana Ermenistan’daki ve Karabağ’daki yaşamlarına tanıklık ettik. Anuş’la birlikte yürüttüğümüz çalışmanın amacı, işte bu sığınma ve yeni yaşam kurma ânının aydınlatılmasıydı. Bu çalışmayla umudun ve uyumun hikâyesinin yayılmasına hizmet etmeyi umuyoruz.
Sığınmacıların Ermenistan’daki çalışma hayatına katıldığını söylüyorsunuz. Bu durum sanat alanında da görülüyor mu?
Yerevan’daki çağdaş tiyatro yaşamına yeni bir soluk getiren birkaç Suriyeli Ermeni oyuncu tanıyorum. Örneğin bizim fotoğrafladıklarımızdan biri, şairdi. Gerçi kendisinin halen Ermenistan’da olduğundan emin değilim.
Ermenistan’ın Yerevan dışındaki şehirlerine yerleşen sığınmacılar da oldu mu?
Anuş’la birlikte Karabağ’da 30’un üzerine Suriyeli Ermeni aileyle bir araya geldik. Gümrü’de, Aşdarag’da, Dilican’da, Spidag’da yaşayanlar da var ama sığınmacıların çoğunluğu Yerevan’da.
Sözün ettiğiniz projede yer almak nasıl bir deneyimdi?
Armenian Redwood Project bünyesinde çalışırken, birkaç ailenin Ermenistan’a yerleşmesine, ev kiralamasına, çocuklarının okula kaydolmasına, yetişkinlerin iş bulmasına, dil kurslarına devam etmelerine, sağlık hizmetine ihtiyaç duyanların bürokratik işlerini halletmelerine ve ücretsiz sağlık hizmeti almalarına yardımcı oldum. Bir an geldi, hiç tanımadığım insanlar, bana telefonla ulaşıp az önce saydığım konularda benden yardım istemeye başladı. Kendimi çağrı merkezi gibi hissettim. Aslında gücümün üzerinde bir yükü üstlenmiştim ama arkadaşlarım ve çevrem sayesinde pek çoklarına yardımcı olabildim. Şüphesiz, bu bana manevi bir tatmin sağladı. Halen irtibatta olduğum aileler var, bazılarıyla yakınlığım arkadaşlık düzeyinde sürüyor. Bu projenin hayata geçirilmesi benim için çok önemliydi, çünkü bu insanlar şimdi Ermenistan’dalar ve kültürümüzün bir bileşeni haline geldiler. Kültür derken, tam da bu yaşanmışlıkları kastediyorum. Bunlar sadece mülteci hikâyeleri değil, aynı zamanda cesaret, direnç, umut ve var olma mücadelesinin örnekleri olarak kültürümüzün bir parçasını oluşturuyorlar.