Bilim ve akademi çevrelerine yönelik çok katılımlı uluslararası toplantıların yanı sıra Hrant Dink Vakfı tekil konuşmacıların katıldığı konferanslar ve atölye çalışmalarını da yoğun şekilde sürdürüyor. Çoğunlukla vakfın merkezinin ve ‘Agos’ gazetesinin de yer aldığı ‘Anarad Hığutyan’ binasında gerçekleşen bu toplantıların sonuncusu geçtiğimiz Çarşamba ve Cuma günleri Fransalı Ermeni tarihçi ve AGBU-Nubar Kütüphanesi Müdürü Boris Acemyan’ın katılımıyla yaşandı. Etiyopyalı Ermeniler ve Paris’te bulunan Nubar Kütüphanesi üzerine yaptığı konuşmalar vesilesiyle, kütüphanenin müdürü Acemyan’la bir söyleşi gerçekleştirdik.
Bildiğim kadarıyla İstanbul’a ilk gelişiniz, izlenimlerinizi anlatır mısınız?
Evet, ilk kez geliyorum İstanbul’a. Diaspora Ermenileri için bu kente ilk ziyaret her zaman sarsıcı olmuştur. Agos’un yazı işlerini görmek, Hrant Dink Vakfı’nı ziyaret etmek benim için çok değerli. Ancak kentin kendisi taşıdığı tarihsel miras ile olağanüstü bir cazibeye sahip. Özellikle dün İstanbul dışına çıkarak Bardizag’a (Bahçecik) ve ailemin doğum yeri olan Aslanbey köyüne gitme imkanım olduğu için kendimi şanslı hissediyorum.
Ancak ziyaretiniz turistik amaçlı değildi. Bilimsel bir programınız vardı.
Tam da dediğiniz gibi şu kısa birkaç gün esnasında üç konferanslık bir program gerçekleştiriyorum. Bunlardan ilki Boğaziçi Üniversitesi’ndeydi. Orada Nubar Kütüphanesi’nde bulunan soykırım belgelerini tanıtan bir sunum oldu. İkinci konferans ise burada, Anarad Hığutyun binasındaydı ve ‘Kralın Fanfar orkestrası, Etiyopya’da Ermeniler, 19-20 yüzyıl’ başlığını taşıyordu. Bu konu tarihçi olarak benim en çok ilgi duyduğum alan. Nitekim doktora tezimi de bu konuda yazmıştım. Üçüncü konferans yine burada ve Paris’te dört yıldır müdürlüğünü yaptığım Nubar kütüphanesinin tarihçesini ve işlevini anlatıyorum. Benden önce bu görevi dostum Raymond Kevorkyan üstlenmişti. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki sunum Türkiyeli akademik çevrelerin çok da haberdar olmadıkları bir kaynak olduğu için oldukça ilgi gördü. Tarihçi Aram Andonyan’ın topladığı belgeler bizim kütüphanede korunuyor. Andonyan, Kütüphane’nin ilk müdürüydü ve bu görevi 1928 yılından 1951’deki ölümüne kadar sürdürdü. Onun soykırımdan kurtulanların tanıklığı ile oluşturduğu sözlü tarih çalışması günümüz tarihçileri için, örneğin Raymond Kevorkyan için çok değerli bir kaynak.
Türkiye’de devletin resmi ve inkârcı tarih anlayışına rağmen Ermeni Soykırımı konusundaki ilgiyi ve bilinçlenmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu değişimin diasporada büyük bir umut yeşermesine sebep olduğunu söyleyebilirim. Türkiye’de soykırım hafızası yönünden önemli bir bilinç birikimi yaşanıyor. Bir tarihçi olarak bu değişimi ve yanı sıra gelen belirsizlikleri çok yakından gözlemliyorum. Bu arada bize araştırmaları için başvuran pek çok Türkiyeli meslektaşımız olduğunu söylemeliyim. Dikkatimi çeken bir husus da Türkiyeli genç tarihçilerin Ermenice bilmesi veya öğrenme çabasında olmaları. Aramızda çok ilginç bir işbirliği ortamı var. Nubar Kütüphanesi’nin yayınladığı dergide sıkça Türk tarihçilerin veya antropologların makaleleri yer alıyor. Namık Dinç ve Adnan Çelik’in olağanüstü öneme sahip çalışmasını anımsıyorum örneğin. Diyarbakırlı Kürtlerin Ermeni soykırımına dair hafızalarını aktardıkları çalışma çok değerliydi. Yine Tolga Cora derginin editörlerinden biri mesela.
Bu işbirliğinin bir devamlılığı var o halde.
Bizim için de bir yenilik bu. Tarihle ilgilenen bilim insanları olarak yeni bir yayına hazırlanıyoruz. Abdülhamit döneminde Ermenilere yönelik kırımları konu alan bir çalışma sürdürüyoruz. Bu çalışmaya başladığımızda böyle bir konuda bize makale yazacak uzmanlar bulacağımıza dair tereddütlerimiz vardı. Ancak çağrımız çok büyük bir ilgi gördü ve pek çok akademisyen katkı sunabileceğini belirtti. Başvuranların çoğu Türk’tü, şimdi de bu konuda doktora tezi hazırlıyorlar. Büyük bir ciddiyetle hem Osmanlı, hem Ermeni hem de Avrupa kaynaklarını inceliyorlar. Ümit ediyorum ki bu çalışma temposu ile proje çok hızlı ilerleyecek.