Ah biz yok muyuz biz! Dünya çapında bir stara sahibiz, haberimiz yok. Daha doğrusu, çoğumuz adını duyduk ama Türkiye’ye ve bize bu kadar yakın olduğunu bilmiyoruz. Kev Orkian, içimizden biri. Defalarca Türkiye’ye gelmiş, aramızda dolaşıp, ada vapurundan simit atmış martılara. Belki esprilerinden birinde sizi veya komşunuzu konu etmiş ama haberimiz yok. Şimdi bu sayfadaki beye dikkatli bakıp, kendine yakın hissedenler olacak. “Ah ka yavrum, seni Kınalı’da, Pangaltı’da görmüştüm sanki” diyeceksiniz. Hadi daha iyi tanıyalım onu, yine gelmesi için davet edelim. Zaten tanıdıktan sonra hayatta bırakamayız. Esprili, sevecen, sempatik...
İngiltere doğumlusunuz ama hem Ermeniceniz, hem de Türkçeniz çok iyi.
İngiltere’de, Ermeni bir ailenin çocuğu olarak, ilk öğrendiğim dil Ermeniceydi. Annem bunun için çok çaba gösterdi; İngilizceyi zaten okula başlar başlamaz öğreneceğimizin farkındaydı. Sonraları Pazar günleri Ermeni okuluna da gittim. Biz çocukken, annem ve babam, söylediklerini kız kardeşim ve benim anlamamızı istemediklerinde Türkçe konuşurlardı. Fakat zamanla anlamaya başladık, ikinci dilimiz oldu Türkçe. İngilizce konuşmayı ise okula başladıktan sonra ancak öğrendim. Dört yaşındayken üç dilin konuşabiliyordum. Belki hiç biri mükemmel değildi fakat bu dillerde söylenen her şeyi anlayabiliyordum.
Ailenizin Türkiye’den göç ettiğini biliyoruz. Ne zaman gitmişler buralardan?
Annem Sivas-Gürün, babam İstanbul doğumlu. İkisi de İstanbul’da yaşamış. Annem Pangaltı’da, babam Galatasaray’da büyümüş. Babam Türkiye’de askerlik yaptıktan sonra Beyrut’a, oradan da 1968’de İngiltere’ye göç etmiş. Annemi, Ermeni Kilisesi aracılığıyla, mektup arkadaşlığı sayesinde tanımış. Kısa bir süre mektuplaştıktan sonra 1972’de onu İngiltere’ye davet etmiş ve bir ay sonra da evlenmişler. 45 yıllık evlilikleri devam ediyor.
Hiç Türkiye’de bulundunuz mu?
Birçok kez... Annemin ailesi Pangaltı’da yaşıyordu. Her yıl onlara ziyarete gelir, altı hafta kalırdık. Teyzem eczanede çalışıyordu. Zamanımın çoğunu orada insanlarla konuşarak geçiriyordum. Kınalı’ya, Çınarcık’a, muhteşem plajlarına ve restoranlarına bayılıyordum. En büyük zevkim şiş kebap ve pilav yemekti. Türkiye’de hayat, benim İngiltere’deki yaşamımdan çok farklıydı. Türkiye’de insanlar daha dost canlısıydı, aile hissiyatı da çok önemliydi. Son gelişimin üzerinden çok zaman geçti; tekrar ziyaret etmenin vakti gelmiş.
Nerede doğup büyüdünüz, nerede öğrenim gördünüz?
Londra’da doğdum. Çocukluğumun büyük bölümü Kuzey Londra’da geçti. Liseden sonra üniversiteye başladım ama nefret edip altı hafta içinde bıraktım. Eğlence alanında kariyerime başladım. Annem ve babam, aktörlükle hiçbir şeye sahip olamayacağımı düşündükleri için çok endişe ediyorlardı o zamanlar. Üç yaşımdayken başladığım piyano, okulu bıraktıktan sonra kariyerim oldu. Piyano çalmak annemin hayaliymiş; yıllar sonra ben müzisyen olup turnelere çıktım, kız kardeşim de piyano öğretmeni oldu. Annemin hayali bizde gerçekleşmiş oldu yani.
Nerelerde sahne aldınız?
Kariyerime Londra West-End’de başladım. 12 ay boyunca turnelerini yaptığımız ‘Fame’de yıldızlaşmadan önce ‘Grease’, ‘Buddy Holly’, Boogie Nights’, ‘Happy Days’ gibi birçok oyunda rol aldım. 29 yaşında tek kişilik stand-up gösterilerine başlamadan önce, 12 yıl boyunca çeşitli ülkelerde turnelere çıktım. Birçok filmde ve televizyon dizisinde rol aldım. Dudley Moore’un hayatını konu alan filmdeki rolümle en iyi erkek oyuncu ödülüne layık görüldüm. Komedyen bir piyanist olarak Lionel Richie, Katherine Jenkins gibi dünyaca ünlü sanatçıların desteğini aldım. Prens Philip’in 89. yaş gününde, Prens Charles’ın 10. yıl gala yemeğinde, Prenses Margaret’ın yardım toplama gecesinde, Prens Edward’ın, Prens Andrews’ın ve Dubai şeyhinin gala yemeklerinde, diğer kraliyet üyelerinin ve devlet başkanlarının katıldığı çeşitli etkinliklerde; Londra 02 Arena, Sydney Operası, Los Angeles Microsoft Arena, Cape Town Arena ve Yerevan Aram Haçaturyan konser salonu gibi sahnelerde; seyahat gemilerinde gösteriler yaptım.
‘Britain’s Got Talent’ adlı yetenek yarışmasına katılmanız nasıl oldu?
Bu yarışmaya 2010 yılında katıldım. Yapımcılar bana televizyonda komedi şovumu sahnelememi teklif ettiler. Hiç istemiyordum, fakat daha sonra Simon Cowell ile tanışıp programın içeriği üzerine konuşunca, teklifi kabul etmeye karar verdim. Program boyunca çok eğlendim. Sorun ikinci bölümde çıktı; bana, Simon Cowell’ın firmasına büyük bir meblağ ödeme yapmamı içeren bir sözleşme imzalatmak istediler. Kabul etmedim; bu nedenle Cowell beni yarışmadan gönderdi. Gösteride neler olacağı, televizyonda hangi kısımların yayınlanacağına dair kararlar tamamen sizin dışınızda alınıyor. İki bölüm için de bana verilen senaryolar çok kötüydü.
Ermenistan’a dair bir belgesel film hazırlıyorsunuz. Ermenistan’la ilişkinizden ve bu filmden söz eder misiniz?
Ermenistan’a âşığım. Beş kez gittim, her defasında çok iyi vakit geçirdim. İlkinde 13 yaşındaydım. Annem, dünyanın çeşitli yerlerinden Ermeni çocuklarla beraber ülkemi görebilmem için göndermişti beni. Dördüncü ziyaretimde, Aram Haçaturyan Konser Salonu’nda gösterimi sahneledim; Haçaturyan’ın ‘Kılıçların Dansı’ adlı eserini de çaldım. Hafızamda en çok yer eden ise son seyahatim oldu. ‘Armenia Uncovered’ (Keşfedilmemiş Ermenistan) filmini de bu seyahatte yaptım. Ermenistan’ın güzelliğini göstermeyi amaçlayan, turistlere yönelik bir belgesel... Ermenilere ve Ermenistan’a dair belgeseller genellikle tarihimize ve soykırıma odaklanır; ben farklı bir şey yapmak istedim. Ermenistan’ın gerek Ermenilere, gerek yabancılara sunabileceği harika şeyler var ama bunların çok azını biliniyor. Ağustos ayında iki haftalığına Ermenistan’a gittik ve günde 17 saat çalışarak, bütün ülkeyi elimizden geldiğince filme aldık. Turistlere kapalı olan alanlara özel izinlerle girdik. İnanılmaz restoranlarda yemekler yedik. Dünyanın en eski ayakkabısının ve şarap imalathanesinin yer aldığı tarihî mağaraları, anıtları, kiliseleri, üzüm bağlarını ve ileri teknoloji okullarını ziyaret ettik. Henrikh Mkhitaryan, Sirusho, Lady Cox gibi ünlü isimler de dahil olmak üzere, birçok muhteşem insanla bir araya geldik. Film Mart 2018’de hazır olacak. Umarım destek ve ilgi görür, geleceğimiz için bir fark yaratır. Önümüzdeki yıl, biri Ararat Dağı’na tırmanışı konu alan iki belgesel daha yapmayı planlıyoruz.
Filmde Sibil de varmış…
Sibil’le uzun süredir tanışıyoruz. O harika bir insan ve tüm Ermeniler için bir iyi niyet elçisi. Şarkılarına ve meleksi sesine bayılıyorum. O artık bir şöhret; ünlendikçe daha da alçakgönüllü oluyor. Bir gün, içinde komedinin de olacağı bir sahnede ona piyanoyla eşlik etmeyi çok isterim.
Stand-up yapmaya ne zaman başladınız?
2003 yılında başladım. Bir sanat formu olarak komediyi, komedi gösterisi yazıp sahnelemeyi çok seviyorum. Daha çok günlük hayatta başıma gelenlere dayanan bir komedi yapıyorum.
Gösterinizi Türkiye’de de sahnelemek ister misiniz?
Bundan onur ve mutluluk duyarım. Dünyanın birçok yerinde gösteriler yaptım ama Türkiye’den bir davet almadım. 2018 yılı dünya turuma Türkiye’yi de ekleyip, Sibil’i benimle birlikte sahne almaya ikna edebilirsem çok mutlu olacağım.
Kimdir?
Kev Orkian 13 Şubat 1974’te, Sivas-Gürünlü bir anne ile İstanbullu bir babanın ilk çocuğu olarak Londra’da dünyaya geldi. Henüz üç yaşındayken, annesinin isteğiyle piyano eğitimi almaya başladı. Müzisyenliğin yanı sıra komedyenlik ve aktörlük de yapıyor. ‘Fame’, ‘Happy Days’ ve ‘Boogie Nights’ gibi müzikallerde sahne aldı. 2010’da ‘Britian’s Got Talent’ (Yetenek Sizsiniz Britanya) yarışmasında yarı finale kadar yükseldi. 2011’de İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da yapılan ‘Fringe’ festivalinde, ‘The Guilty Pianist’ (Suçlu Piyanist) adlı performansıyla ‘Spirit of the Fringe’ ödülünü kazandı. 2016’da Pan Armenian American Entertainment Awards’ta ‘En İyi Komedyen Ödülü’ne layık görüldü. Lionel Richie, Paul Young, Yes grubundan Rick Wakeman gibi isimlerle aynı sahneyi paylaştı. Piyano icrasını da içeren stand-up gösterisiyle, İngiltere’nin yanı sıra ABD, Kanada, Umman, Avustralya, Güney Afrika da dahil olmak üzere birçok ülkede sahne aldı.