SAMSON ÖZARARAT
Hrant Dink, samimiyeti, insanları ikna gücü, kendine güveninden dolayı insanların gönlünü fethediyordu. Samimiyeti, konuşma tarzı, karizmasıyla çok destek gördü. Tüm bu etkenler, konuşulması zor konuları rahatça tartışılabilir kıldı, tabuları yıktı. Yalnızca Türkiyeli Ermenileri değil, birçok insana özgüven veriyordu ve tüm bunlar, o tabuların konuşulmasını mümkün kılıyordu. Bu konuların konuşulabiliyor, tartışılabiliyor olması, iki ülke arasındaki ilişkilerin ilerlemesi için de bir zemin hazırlıyor, Hrant Dink sayesinde iki ülke arasında iyi bir bağ kuruluyordu.
Hrant Dink’in öldürülmesi, ilk olarak, Ermenilerin, sanıldığının aksine o kadar da rahat yaşamadığı gerçeğini hatırlattı. O cinayetle, bir ümit yıkıldı. Ümit yıkılması, insanların, yapacakları çalışmalarda gayretlerinin azalması anlamına geliyor. Bu cinayet bir yandan da Türkiye’deki entelektüelleri, gazetecileri, aydınları, hatta diplomatları derinden etkilediği için, pek çok kişinin bu konuya daha hassas yaklaşmasını sağladı. İkisi bir arada oldu.
Hrant Dink, kendi doğrularını her yerde söyleyen, tabuları yıkan bir insandı. Kendi doğrularını söylediği sırada, diasporadaki herkes onu pek de iyi anlamıyordu, zaten böyle bir beklenti de olamazdı. Dolayısıyla, o zamanlar, diasporanın bir bölümüyle ters düşebiliyordu. Bu durum, Hrant Dink’in samimiyetinden kaynaklanıyordu. Şimdi ise diasporada herkes onu pozitif yaklaşımıyla, olumlu yanıyla anıyor. Diasporaya en büyük faydası, Türkiye’deki Ermenileri, onların problemlerini, diasporada yaşayan Ermenilere anlatması oldu.
2003’te aşağı yukarı 20 Ermeni ve 20 Türk’ten oluşan bir grupla, Ani Harabeleri’ne bir tur düzenlemiştik. Ermeni grubuna Ermenistan’dan ve diasporadan gelenler yer alıyordu, Hrant da o geziye gazeteci olarak katılmıştı. Ani Harabeleri’nde bize iki kişi rehberlik etti. Rehberlerden biri, Jeologlar Birliği Başkanı’ydı; aramızda yurtdışından gelenler olduğu için, Fransızca anlatıyordu. Diğeri ise, orada çalışan, belki de bir askerdi; o da Türkiye’den gelenlere rehberlik ediyordu. Hrant, Türkçe anlatılan ekiple birlikte geziyordu, ben ise iki grup arasında gidip geliyordum. İki rehberin anlattığı hikâyeler, birbirinden çok farklıydı. Fransızca anlatan, hikâyeyi bildiğimiz şekilde, tarihte olduğu gibi anlatırken, her zaman orada bulunan görevlinin anlattığı hikâye tamamen başkaydı, Ermenilerden falan bahsetmiyordu; Hrant da o ekipte olduğu için devamlı kızıyordu, sinirleniyordu. O günleri unutmayacağım.