Bir şeylerin arta kaldığı mekân: Kalcılar Han

Hanlar Hamamlar yazı dizisinde bu hafta Kalcılar Han var.

Hanların en büyük özelliği, dışarıdaki günlük hayat keşmekeşinden bağımsız ve modern zamanların uzağında akan ritmi. Kapalıçarşı’nın Mahmutpaşa Kapısı’nın girişindeki Kalcılar Han da buna en güzel örneklerden biri. Ekibimizin temel direkleri Berge, Zakar Ağparig ve Pakrat Ağparigle birlikte bu kez de Kalcılar Han’a doğru yola koyulmuşuz. Hanın o dar girişine de girişteki çantacıya da aldanmayın, zira içerisi kendi içinde gümüş atölye ve dükkânlarından müteşekkil, devasa bir dünya. Revaklarını otlar bürümüş hanın, kahvesinin adı bile Silver Cafe! Burada gümüş, bir kuyum malzemesi değil, ömür verilmiş bir kültür, başlı başına bir hayat biçimi. 

Tarihte Anadolu’dan İstanbul’a gelen tacirlerin atlarını bağladıkları giriş katı, bakımlı taşlarıyla dikkat çekiyor. Esnaf 1999 depreminde hanın tavanında beliren çatlakları kendi imkânlarıyla onarmış. Temiz taş zemin de ortak sahiplenişin simgesi gibi. Ne de olsa han, çalışılan değil, birlikte hayat sürülen yer.

Önce Hagop İnyapan’ın hanın çatı katındaki kuş yuvası atölyesine konuk oluyoruz. Dar merdivenleri çevik ve alışık adımlarla tırmanıyor Hagop Usta. Hanın en üst katında gün ışığının en doğal haliyle doluştuğu atölye, Ermenice halk şarkılarıyla çınlıyor gün boyu. Hagop İnyapan, bu müzik olmadan çalışmıyor. Ama bir çalışmaya koyuldu da mı, durdur durdurabilirsen. Surp Kevork ikonasını gösteriyor heyecanla. “Bakın her yaptığım işin altına Ermenice imzamı atıyorum ki bunu yapanın Hagop adında Ermeni bir usta olduğu bilinsin. Zamanla Yakup demesinler, bu sanat Ermeni kalsın diyedir bütün çabam” diyor.

İnyapan, gümüş mücevher kutusu kapaklarını gösteriyor bize bir bir. Kabartma çiçekli el emeği kapaklar neredeyse dile gelecek canlılıkta ve çarpıcılıkta. Atölyesinin bir köşesinde çam sakızı zift kalıp duruyor. “Kabartmaları işlemek için, şişirmek ve kabartmak için bunun üzerinde çalışırız. Ardıç katranı, Horasan, çam sakızı karıştırılır. Çam sakızın yani zifti, gümüş plakaya çekiçle vurduğumuzda boşluklar delinmesin diye kullanıyoruz. Başka da teknoloji yok. Kalemleri bile elimle yaptım. İki farklı setim var. Bazen de dizimde döverim. Her şey el emeğidir” diye anlatıyor usta. Portreleri arasında Fatih Sultan da var Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan da. Beri tarafta bir de Surp Sarkis çalışması var. “Bu toprakların ortak kültürüdür” diyor Pakrat Ağparig, “Sarkis Hızır’dır, Kevork da Hıdır…”

Hagop Usta yeteneğine büyük hayranlık duyduğu ağabeyi Manuk İnyapan’ın yanında altı yaşında tanışmış gümüşle. “Mesrobyan’a ve Karagözyan’a gitim. Sonra Gedikpaşa’da sokaklarda olmayayım diye mamam elimden tuttuğu gibi beni ustaya emanet etti” diye anıyor o günleri Hagop İnyapan. Hagop Fesçiyan’ın yanında kakmacı çırağı olarak işe başlamış. Üzerinde çok büyük emeği olduğunu belirttiği bir diğer usta da Vartevar Karabulut.  Sivas Ulaşlı usta halen Toronto’da yaşasa da eski çıraklarının anılarıyla bu handa gezinmeye devam ediyor.

Kimler geldi kimler geçti

Bugün artık tatlı bir masal halini alan o eskilerin usta-çırak geleneğinden gelen Hagop İnyapan, kendisi de hep Ermeni gençleri yetiştirmiş. Avustralya’da yaşayan eski çırağı Avedis Delimelkonoğlu’nu anlatıyor övünçle. Bir dönem 1975’te mesleği ilerletmesi için Milano’ya çağrılan İnyapan, annesi yalnız yaşadığı için oraya tamamen yerleşmek istememiş. Yunanistan’daki Aya Yorgi Kilisesi’nde Surp Kevork ikonası dursa da onun hana ve sanatına bağlığından, kökünden uzakta mutlu olamayacağını anlıyor hemen insan. Bu kökü anlatmaya ve yaşatmaya yeminli Hagop İnyapan aynı zamanda eskilerin büyük ustalarını öğrenmek için de en doğru kaynak: “Kuyum ustası deyince alanına göre meslek dallarını saymak gerekir önce. Çok kıymetli sıvamacı, dövücü, ajurcu, cilaci ve kalemkârlarımız vardı bizim. Kakmacılar arasında Hagop Fesciyan, ustam Vartevar Karabulut, ağabeyim Manuk İnyapan, Kirkor İnceyan ve Hagop Sakayan ilk aklıma gelen isimler. Dökmeci Avedis Tekiroğlu vardı. Gümüşü elle döven dövücü ustalarımız Baruyr Ortainceyan, İstepan Kazancıyan ve Masis İnsanyan vardı. Dekopaj yapan, keserek çalışan ajurcu ustalarımız Polat Oskiyan ve Levon Tütüncüyan’dı. Kalemkâr deyince hemen Mardig Halacyan’ı ve mıhlayıcı oğlu Sevan Hallacyan’ı sayarım.”

Gümüş elden ele

Gümüş dediğin elden ele büyüyen bir hazine. “Gümüş ham haliyle minik damlalar halindeki 1000 ayar su gümüşüdür. Üzerinde çalışılamayacak kadar yumuşaktır. İçine eklenen bakır ya da pirinçle 925 ayara indirilir. Sıvamacı ve dövücü malı yapar, silindirde çekilen gümüş plaka haline gelir. Külçe haline getirilerek plaka çekilir silindirde. Hazırlanan plakayı işleriz.  Genel çerçeveyi kaybetmemek için öncelikle çizim yapılıyor. Gözle yapıyorum çoğu çalışmamı. İstediğimiz şekilleri kakma yöntemiyle veririz, kesinlikle teknolojik bir katkı yoktur. Motifi plakanın üstünde kabarttıktan sonra ters çeviririm ve dizime koyarak tersten kabartırım. Boşlukları çam sakızıyla doldururuz. Sonra ısıtırız, çam sakızı macun kıvamına gelir, dikkat edilmezse yakar..” Oradan kakmacıya giden ürünün üstünde çalışılır. Derken cilacının sırası gelir. Çırakken birden çok ustanın yanında o zamanın kömür ocağı için kolları çevire çevire bitap düşerdik. 

Kalcılar Han, Ermeni ustaların yoğunluğu açısından diğer hanlardan çok farklı. Her ne kadar eskiler çok azaldıklarından de vursa da, hanın genelinde Ermeni gümüş ustalarının varlığı halen hissedilir oranda. Sasun Batmanlı Raşit ve Sabri Demirci kardeşler de köyleri Acar’ın ismini verdikleri atölyede, ustalarından öğrendikleri sanatı usulca devam ettiriyor. Çalıştıkları tezgâhta, şamdanların atına serdikleri Agos gazetesinin basılı kâğıtlarına rastlamak gülümsetiyor beni. Her gazete nüshamızın sonu bu kadar bereketli bir yerde noktalansa keşke…

(Solda) Aynada yansıyan Hagop İnyapan, ‘Kendisinden çok feyz aldım.’ dediği Hagop Sakayan’la. (Sağda) Zareh Usta dökümhanesinde alın teri dökerken

Handa lunapark uçağı…

Hagop İnyapan eşliğinde hanın katları ve odaları arasında dolanırken, ustanın sık sık çocukluğuna geri dönüşüne tanıklık ediyoruz. Üst kattaki korkulukları gösterip, “Eskiden burada korkuluk yoktu. Çocukken ayaklarımızı sarkıtmaya korkardık” diyor muzip bir edayla “Şu taş fayans kaplı yerler hep Arnavut kaldırımıydı ve burada boydan boya dokumacılar vardı.” Derken o güzel günlerden bir anı canlanıyor gözünün önünde. “Burada kakmacı Parseğ ve Boğos Fesciyan’ın atölyesi vardı. 1953’te dönemin lunapark sahibi Osman Kavran Gülhane Parkı’nda bölüme ortak olunca, burada lunapark uçakları üretildi. Hiç unutmam, dükkânın önünde duran o uçağa beni de bindirmişlerdi çocukken…”

Kalcılar Han’da saatler geçtikçe çevremiz de kalabalıklaşıyor. Hanın emekçi ustaları bir yandan şakalaşarak tavla oynarken, bir yandan da isimleri anıyorlar ardı ardına. “Dökmeci Avedis Tekiroğlu’nun atölyesinin önünden geçerek zift kokusundan duramazdınız. Zaten o zamanlar bir burası bir de Pastırmacı Han vardı gümüşçülük zanaatında. Kakmacı Artin Ulik, dökümcü Artin Yıldız buradaydı. Sonradan Aryıldız olacak marka, burada dökülen sarı kaşıklardan doğdu. Gümüş kaşık işinde Garabed Dursun ve Yesayi Benlioğlu vardı. Sıvamacı ustası Kirkor Gobel’di. Ayrıca Aris Berberyan ve ustası Hrayr Kazazyan vardı.”

Hanın dolu dolu olduğu günlerde gümüş ustaları dışında anılacak pek çok sima beliriyor. “Khaçig ve Diran kardeşler vardı. Sert görünümlü, ellerinde çantalarla hana gelen ustalardı. Bakkal Yorgo’dan çeyrek ekmek alırdım. Üç gümüş para vermişti usta. Hiç unutmam” diye hatırlıyor Hagop İnyapan.  Terzi Mihran ve kardeşi Kapriyel perdösü, manto dikerdi. Menteşeci Rober Taşçıyan da kuyum ustalarına kutular üretirdi.”

Bugün dökmeci ustası Avedis Tekiroğlu’nun sanatı, yanında yetişen Zareh Usta devam ettiriyor. Kapkara elleri, ateşle boğuşan yüzü ve kalıpları kaldıran güçlü kollarıyla gümüşün bir diğer yüzünü gösteriyor bize.

Beri yanda Şahin Ulutaş, önce muma dökülmüş taze kalıbını gurula gösterip, iki yandan minik kadın figürlerini monte etmeye hazırlanıyor. 8 yaşında memleketi Sasun’dan yola çıkan ve 1976’dan bu yana handa olan Ulutaş’ın, yeni tasarıma çalışırken duyduğu heyecan bütün yüz hatlarını gençleştiriyor bir anda.

Bir koçan haç

Çocukken cam vitrinlerimizi süsleyen nişan ve düğün gondolları vardı. Onları parlatmayı pek severdim. Bu anımı, Kalcılar Han’ın bir diğer köklü dükkânı Nuran Gümüş’te hatırlıyorum. Baba Harutyun Davulcuyan tarafından 1944’te kurulan dükkân, dövme tepsilerin, gümüş işli özel eşyaların ana üssü konumunda. Halen oğlu Nuran Davulcuyan’ın devam ettirdiği sanat, kıymetini bilenler için hazine niteliğinde. Biz hanı ziyaret etiğimizde Nuran Davulcuyan, Nişantaşı’nda bir müşterisinin yanındaydı. Bu el sanatının farkını takdir edenler halen özel sipariş vermeye devam ediyor. Bizi karşılayan ağabeyi Şimavon Davulcuyan da aslen pırlanta çalışan bir usta. Tezgâhın üzerinde düzinelerle minik haç var. Hepsi de bir koçanda döküme verilip sonra sökülmüş. Hayranlıkla bakakalıyoruz. Mütevazı dükkân, ünü dünya geneline yayılmış ve Vatikan’dan sipariş edilen, hepsi el yapımı tespih kutularıyla dolu.

Bir gümüş tasa sığan İstanbul

Bir zamanlar tacirlerin dinlenmek için konakladığı üst kattaki küçük han odaları atölye hale gelmiş, her birinde gümüşü işleyen birbirinden maharetli eller var. Hanın bir diğer eski müdavimi de Barocco Gümüş’ten Aruş Taş. Sasun’dan 12 yaşında gelen usta 1971’den bu yana Kalcılar Han’da. Halen hanın üst katında oğlu Dikran Taşla birlikte, el emeği gümüşçülük sanatını devam ettiren Aruş Taş’ın atölyesi, boydan boya ödül ve plaketlerle dolu. Giriş katında da minicik bir satış dükkânları var. Burada da kendisini yetiştiren ustası Kirkor İnceyan’ın sanatını ince ederken gösteren fotoğrafları dikkat çekiyor. İnceyan’ın ailesi dükkânı ziyaret edince gözyaşlarına hakim olamamış. Ahde vefa, dünya üzerinde yiten, hanlardaysa her şeyin başı sayılan bir değer.

Pek çok ödül kazanmış olan tasarım ustası, kadife kutusunda özenle sakladığı, oğlunun eseri İstanbul tasını gösteriyor bize gururla. “Ayasofya kubbesinin ortasına kondurulduğu tasın iç kenarları Galata Kulesi’nden Kız Kulesi’ne İstanbul denince akla ilk gelen yapılan siluetiyle kaplı. Oya gibi işli tastan gözümü alamıyorum.

Kilise ve sinagogların gümüş ikona ve şamdanlarını onaran Aruş ve Dikran Taş, bizim onları ziyaret ettiğimiz gün Süryani Kilisesi’nden bir sipariş üzerinde çalışıyordu. Amerika’dan bile sipariş alıp, gümüşün tablosunu yapıyorlar. Girişte dükkânda da aynı tasın Türkiye versiyonu var. Farklı illerin tarihi güzellikleri ile bezeli gümüş hanın ortasında bu kez bir semazen var ve tas, o semazene uygun şekilde bir kaide üzerinde dönüyor. Oğlu Dikran’ın tasarımdaki yeteneğiyle gurur duyan Aruş Usta, sektörün geleceği konusunda karamsar: “Ben mesleği dayımdan öğrendim. O da babasından. Gümüş sevdası bize aileden yâdigar. Tam 40 yıldır çalışıyorum. Oğlum Dikran’ı yetiştirdim. O da iyi bir usta. Ama maalesef artık çırak yok. Bu mesleği kimse öğrenmek istemiyor.”

Gümüşün şövalyesi

Girip çıkılacak han odalarının sonu gelmiyor. Herkes ayrı bir dünya. Her köşe ayrı bir hikâye. “Onun yanına uğramazsak, içim rahat etmez” diyerek, Hagop Sakayan’ın yanına Dağlıyan Gümüş’e götürüyor Hagop İnyapan bizi. Kulağımıza fısıldıyor, “Ondan da çok feyz almışımdır ben.”

Tamı tamına 63 yıldır bu handa olan Hagop Sakayan, bir kakmacı ustası. O da kendisinden on dört yaş büyük olan ustası Hagop Fesciyan’ı yâd ediyor minnetle. Fesciyan’ın babası dökmeci Vahan Ağa’yı anlatıyor bize. Çırakları Varujan Havkacıyan ve Varujan Tavra da ağzından ilk dökülen isimler. “Yazı gibi tarzın olacak” diyor gözümün içine bakarak, “Ben Fransız ve Rus tarzını sevdim. Gümüş bir el işini elime aldığımda hangi döneme ait olduğunu hemen anlarım.”

Şınorhk Badriark’tan dönemin aristokratlarına her alandan insan için iş üreten bu güngörmüş ustaya en çok neyi anlatmak istediğini sorduğumda, aldığım yanıtla çarpılıyorum: “Bizim bir çöpçümüz vardı. Hagop Ağa… Cezayir’den gelmeydi. Sabahın altısında trenle gelir, gece on buçuğa kadar çalışırdı. Onun anmak isterim” diyor, “Kısa boylu, büyük kalpli bir adamdı Hagop Ağa…”

Başka hiçbir şey sormuyorum. Hacet yok. Kalkarken elimi öpüyor bir şövalye edasıyla. Ben de onun emektâr ellerini öpüyorum. Kalcılar Han’a kalbimde bir ömür kalacağını bilerek veda ediyorum…

Tarihi isminde saklı 

Kapalıçarşı hanlarından olan yapı Zincirli Han ile İmameli Han’ın arkasında yer alan Kalcılar Han’ın kitabesi bulunmadığı için, inşa tarihi kesin olarak bilinmiyor. Mimari özellikleri ve yakınındaki diğer hanlarla benzerlikleri göz önünde bulundurularak 18. yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor. Arsa durumuna uymak zorunluluğundan dolayı düzgün bir plân şeması yoktur. Tarakçılar sokağındaki tek cephesindeki sade ve çıkıntısız yuvarlak kemerli kapıdan üzeri çapraz tonozlu bir geçit ile ortadaki yamuk biçimindeki avluya girilir. Avluyu çevreleyen iki katlı revakın etrafındaki mekânlar buraya kapı ve birer pencere ile açılmaktadır. Kubbeli olduğu kalıntılarından anlaşılan üst örtüsü günümüzde tamamen bozulmuş olup çinko, kiremit ve çimento şap ile örtülüdür. Doğu kanadında alana uydurularak bu tarafta üç katlı olarak inşa edilen 70 odalı han, ismini ‘kalcılık’ mesleğinden almaktadır. Bir alaşımdaki madenlerin erime derecesi farkından yararlanarak bunları birbirinden ayırma işlemi olarak özetlenebilecek kalcılık mesleğini icra edenler, toprak ve kilden hazırlanan çukurda kömür ateş yardımıyla metal külçelerin eritme işlemini tamamlar. Kuyumculukta kalcılar altın ve gümüşün içerisindeki yabancı metalleri kimyasal metotlarla saflaştırır. Kalcılar Han, kuyumcuların artık tozlarından altın ayıran ‘kalcı-ramatçı’ atölyelerinin yerleştiği bir yapı olduğundan, geçmişten günümüze bu zanaatın ismiyle anılmaya devam ediyor. (Kaynak: İstanbul Ansiklopedisi)



Yazar Hakkında

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA