Bu hafta Pakrat Abi, Zakar Abi, Berge ve benden oluşan ekibimiz Tığcılar Sokağı’nın karşılıklı iki sakini Kızlar Ağası ve İmam Ali hanlarını gezdi.
İstanbul, hanlarını kendi kaderine terk etmiş alışveriş merkezlerinin peşinde koşadursun, şehrin eski kısmında, bir zamanlar ticaretin merkezi olan Kapalıçarşı çevresinde kimi sokaklar han zengini. O kadar ki bunlar birbiriyle komşuluk ediyor. Zaten eski dönem kalfaların anlattığına göre, hayatları hep bir handan diğerine koşturmakla geçermiş. Bu hafta Pakrat Abi, Zakar Abi, Berge ve benden oluşan ekibimiz Tığcılar Sokağı’nın karşılıklı iki sakini Kızlar Ağası ve İmam Ali hanlarını gezdi. Bir ustadan diğerine iş peşinde koşan o kalfaları yâd ederek. Onlardan biri, yılların gümüş ustası Stepan Altuntepe de yine mihmandarımızdı.
Sıkışık zemine yapıldığı için avluları yamuk, aradan geçen yüzyıllar içerisinde de kemerleri ufak ufak kemirilip yeni yerler yapıldığı, sonra da bakımsızlığa terk edildiği için biraz küskün hanlar Kızlar Ağası ve İmam Ali. Ama işte ancak bir hanın sahip olabileceği o tarihi vakar her ikisinde de mevcut. Elbette içinde ömrünü geçirenlerde de.
Kuyumun makyözü
Kızlar Ağası Han’da ilk olarak hanın eskilerinden Arman Açıkgöz’ün atölyesine konuk oluyoruz. Yozgat’ta demircilik yapan baba İshak Açıkgöz’ün oğlu, yılların deneyimli ustası. Ailenin Yozgat’tan ayrılma gerekçesi, Ermeni tarihinde sıkça görülen o azalmanın ifadesi. “Altı oğlan üç kızkardeşiz biz. Babam bir gün yetişkin kızlarım var, arkalarından yolda korna çalındığını gördüm. Buradan gitme zamanı geldi, diye düşündü ve kendimizi İstanbul’da bulduk. Buraya geldiğimde 3-4 yaşlarındaydım” diye anlatıyor o günleri. Kuzeni Armenak’ın yanında yetişerek atılmış kuyum işine. “Yaldız ve kaplama işiyle başladım. Aşama aşama her şeyi öğrendim. Atölyede biten mal tezgâha bize gelir. Biz de parlatmayı, renklendirmeyi yapar, mala son halini veririz. Bu anlamda mesleğin makyözüyüz” diye anlatıyor mesleğini Arman usta.
İki üniversiteli çocuğu olan Arman Açıkgöz, maddi manevi şartlar değiştiği için çocuklarını bu mesleğe, çarşıya sokmak istemediğini anlatıyor. Eski Ermeni ustalar gideli beri, ortam olarak zorlandıklarını paylaşıyor. “80’den beri bu handayım. Toplam 33 dükkânız. Bir dönemin ustalarından Maksut ve Arsen Urun geliyor hemen aklıma. Rahmetli gümüş çerçevecisi Giragos ustanın ‘Ani Çerçeve’ dükkânı çok meşhurdu. Güngör Baltacı ustamız vardı. Süryani Can, Habib, Melek, Yılmaz Benko, Besim ustalar vardı tanıdığımız. Gümüş kakmacılar Nigoğos ve Bedros usta vardı. Bir de mayriğimiz vardı, 8 numarada otururdu yukarıda. Ondan evvel de Zehra Bilir otururmuş burada.”
Değişimler ille de bereket ve hareketlilik yönünde olmamış. “Biz de bu atölyede bir dönem 14 kişiydik. Hepimizde kasa anahtarı vardı, şimdi sadece iki kişiyiz. Kısmen teknolojinin ilerlemesinden kısmen işsizlikten azaldık işte. Eskiden ustaların el emeğinin bir kıymeti vardı, şimdi çok şey teknolojiye indirgendi. Sektör kabuk değiştirdi. Yoksa aslında benim için dünyanın en güzel mesleği.”
Atölyenin ikinci kişisi de kardeşi Aslan Açıkgöz. Stepan usta da muhabbete dahil olunca, her üç meslek erbabı Ermeni gençler için bir meslek lisesinin gerekliliğinden dem vuruyor hararetle. Bütün olumsuzluklara rağmen köklere bağlılık ağır basıyor, geleceğe dair hissedilmek istenen umut da. “Benim Alman vatandaşlığına geçme şansım vardı ama almadım” diyor Arman Açıkgöz, “Yaş olmuş elli hem benim zaten memleketim var, Yozgatlıyım ben!”
Ustanın ağaçları
Kızlar Ağası Han’a on yıl önce resmi bir kâğıt gelmiş burasının butik otele dönüştürüleceği yönünde ama sonra herhangi bir gelişme olmamış. “Bodrum katımız da var ama maalesef her yer moloz doldu, kullanılamıyor artık” diyor hanın emektarları. Öğle üzere atölyelerinden nefes almak için avluya çıkanlar tavla turuna oturuyor. Hayatı paylaşma geleneği ısrarla devam ediyor han içlerinde. Hanın avlusunda ve üst katında koca saksılarda ağaç fideleri var. Güngör Baltacı’dan miras kalmış. “Hepsini Saroz’a götürecekti, kısmet olmadı. Biz de burada bakıyoruz onlara” diyorlar. Stepan Altuntepe’nin de bu handa anısı çok. Girişte halen tamirde olan çeşmeyi yâd edip “Eskiden buradan hep su taşırdık” diyor gülerek. Sohbet sırasında ustaların lafı çok geçiyor yine. Yaldızlı Han’ın Halterci Agop lakaplı ustasını anıyorlar birlikte: “Bir gün bir müşterisi ‘Bu malı Müslüman bir usta yapabilecek olsa senden almazdım’ demiş bir müşterisi. O kadar ağrına gitmiş ki ustanın, ertesi gün her şeyini toplayıp Avustralya’ya göç etti” diyorlar. Sonra bir suskunluk oluyor…
“Üç beş kişi kalık, dinozorlaştık” diye takılıyor Arman Açıkgöz neden sonra. Üst katta cilacılar hummalı bir şekilde çalışmaya devam ediyor. Son olarak bizi hanın en eski ustaları Arsen ve Maksut Urun’un yanına götürüyorlar.
Kuyumun beyefendileri
Urun ustalar, artık nesli tükenen beyefendiler. İleri yaşlarına karşın aşkla çalışıyorlar. “Biz buraların ilk kuyumcusuyuz. 1955’ten beri bu handayız” diyor Arsen Bey, “Eskiden kunduracılar vardı, zamanla çekildiler.” Annemin zamanından bildiğim el yapımı 22 ayar bileziklere ve beyaz saatlere bakıyorum hayranlıkla. “Bir dönem çok moda oldu bunlar. Makineleri Avrupa’dan gelirdi. Kurmalıydı hepsi, pilli modeller çok sonra çıktı.”
Arsen Urun 17 yaşında Tokat’tan gelmiş. Aslen marangozmuş. Ağabeyi Maksut Urun, İmam Ali Han’da Suren Usta’nın yanında yetişmiş, kendisi de ağabeyiyle birlikte ustalaşmış. Aynı zamanda 1972’de Kapalı Çarşı’nın kuyum, sarraf esnafının girişimiyle kurulan Sarkuysan şirketinin kurucularından. Hayatını mesleğine adamış. Şimdi bu iki ustanın çocukları da ABD’de yaşıyor. “Mesleği maalesef devam ettiren yok” diyorlar hüzünle.
Karşı komşu İmam Ali’ye doğru geçerken, ardımızdan el sallıyorlar. Bir dönemin kapısını usulca kapar gibi…
Zamanın hışmı
İmam Ali Han, zamanın hışmından bolca nasiplenmiş. Sıvalı boyaları ve kare fayanslarıyla kalenin içinden vurulmuş, yaralı bir han. Bugünlerde her yanı döviz bürolarıyla kaplı olsa da o da bir dönem kuyumun merkeziymiş. Kaplamacı Aydın Barış, şövalyeci Sıvaslı usta Manuk Seyran ilk akla gelen isimler. Şövalyeci tabirinde duraksadığımı görünce Pakrat Abi anlattı gülümseyerek, “Bir zamanlar böyle okkalı dört köşe yüzükler vardı, şövalye denirdi. Kabadayılar dövüşte kullanırdı.”
1994’ten beri bu handa olan kuyumcu Aram Ferahyan bize hanın eski günlerini anlatıyor. “Alfred Mısırlıoğlu ustamız yüzük yapardı. Levon ve Sarkis ustalar şal ve dokumanın piriydi. Bir de aşçı Sarkis Usta’mız vardı köşede. Kuzinede havitz yapardı. Buradan Zincirli Han’a yemek giderdi. Zincirli Han’da da çok ustalarım vardı. Agop Aslan, motif yüzükte Berç Kazayakçı, kalıpçı Ohannes Kazancıoğu… ”
Anne babası Kastamonulu olsa da Aram Ferahyan doğma büyüme Yenikapılı. 20 yıl da Yenikap Derneği’nde yöneticilik yapmış. Söz kendi ustasına geldiğine gülümsüyor Aram Ferahyan: “Ustamın ismi Dırtad Tanrıgörür’dü. Yaz kış kravatla, papyonla ya da fularla gezerdi. ‘Size olan saygımdan’ derdi müşteriye. Daha önce Zincirli ve Varakçı Han’da da çalıştım. Eniştemin yanında yaldızcılık öğrendim. O dönemden yine lakaplarıyla Citroen Garo’yu hatırlarım. Çuhacı Han’da sadekârlık yapardı. Bir de zümrüt işleyen Pier ustamız vardı. Şimdi tabii kimse kalmadı.”
Kimseler kalmasa da avlu içlerinde esen rüzgâr ustaların ruhlarını çağırıyor sürekli. Ve bu vefa duygusu var oldukça, ustalara hak teslimi yapıldıkça, geçmiş şimdileşiyor. Çayları, kahveleri hep onların anısına yudumluyoruz. Bir süreliğine şehrin ve ülkenin karmaşasından uzak iyi oluyoruz…
Tarihte Kızlar Ağası ve İmam Ali Hanı
Kitabesi olmayan Kızlarağası’nın kim tarafından yaptırıldığını belirten bir belge de bulunmuyor. İnşaat tekniğine bakarak 18. yüzyıla tarihlendirilen yapı,yamuk bir avluya sahip iki katlı bir ticaret hanı. Cephe tuğla ve taştan yapılmıştır. Pek çok yeri bozulmuş olsa da üst katın revakları kısmen orijinalliğini korumakta olup sivri kemerlidir.
Hanın ismine geri dönecek olursak, Kızlar ağası ya da Darüssaade ağası Osmanlı Devletinde haremden sorumlu olan yüksek düzeydeki görevliye verilen isimdi. Kızlar ağası, padişah ve sadrazamdan sonra Osmanlı Devletinin 3. en yüksek görevlisiydi. Sarayın, hadım edilmiş siyah erkek köleleri arasından seçilirdi. Padişahın huzuruna gerektiği zaman çekinmeden çıkabilme yetkisine sahipti. Kızlar ağası padişahın huzurunda samur bir kürk giyerdi. Sarayın güvenliğini sağlayan baltacıların kumandanlığını yapardı. Padişahla sadrazam arasında ve padişahla Valide Sultan arasındaki haberleşmeyi sağlardı. Hareme yeni cariyelerin alınması, haremdeki nikah, sünnet düğünü ve doğum törenlerinin düzenlenmesi hep Kızlar ağasının sorumluluğu altındaydı. Önceleri Kızlar ağasının konumu beyaz ırktan bir köle olan Kapı ağasından daha düşüktü. Ancak özellikle 17. yüzyılda nüfuzları çok arttı. Padişaha olan yakınlığı nedeniyle protokoldeki yerleri zamanla Kapı ağasının da üzerine çıktı.
Osmanlı sarayında her zaman yüzlerce siyah köle görev yapardı. Bu siyah köleler ergenliğe ulaşmadan hadım edilirdi. Hadım edilmiş siyah köleler genellikle Mısır ve Sudan gibi ülkelerden Mısırlı Hıristiyan veya Yahudi köle tüccarları tarafından İstanbul’a getirilip pazarlanır, bazen de saraya hediye olarak sunulurlardı. Hadım edilmiş siyah kölelerin Osmanlı sarayında yaygın şekilde görev almalarının birçok nedeni vardı: Öncelikle kadınlarla cinsel ilişki kuramamaları sebebiyle haremde görev yapmalarında bir sakınca görülmüyordu. Hiçbir zaman çocukları olmayacağı için ve hiç akrabaları da olmadığı için padişah ve saraya olan sadakatlerinden kuşku duyulmuyordu. Hareme gelen bu siyah köleler en aşağı rütbede hizmete başlarlardı. Sonra sırasıyla acemi ağası, nöbet kalfası, ortanca, hasıllı, on ikinci hasıllı, yaylabaşı gulamı, yeni saray baş kapı gulamı olurlar ve en başarılı olanları Kızlar ağası olarak atanırdı. Görevden alındıkları takdirde Mısır’a gönderilerek onlara ömür boyu bir maaş bağlanırdı.
Türkiye’de Kızlar Ağası ismiyle başka şehirlerde de hanlar bulunuyor. İzmir hanlarının en büyüğü ve mimari olarak da en dikkat çekici olanı Kızlar Ağası Hanı’dır.
Yine kitabesi olmayan ve yaptıranı bilinmeyen İmam Ali Han da bu han kendisine bitişik nizamdaki hanlarla aynı yapı tekniğine sahip olup 18. yüzyıla tarihlendirilir. Tek avlulu ve iki katlıdır. Avluda revak sistemi olmasına rağmen günümüzde bu revaklar kaldırılarak dükkân yerleri ilave edilmiştir. Üst kat tamamen harap ve orijinalliğinden tamamen uzaklaşmış olduğundan mimarisi hakkında bir fikir ileri sürülememektedir. Cephe de ilave inşaatlarla tamamen bozulmuş olup kalıntılardan tuğla derzli taş işçiliği olduğu anlaşılmaktadır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları Dergisi’nin 10. sayı, 2006’da İmam Ali Han’ın ismi İmameli olarak ele alınmış. Başka kaynaklarda da İmameli olarak nitelenmiş. İmam Ali Han’ın işyeri dökümünde 1890-1914 arası han odabaşılığını Artin Ovaguimian [Hovagimyan] yaptığı bilgisine rastlıyoruz.
(Kaynak: Zakarya Mildanoğlu)