Son dönemde ülkede yaşanan travmatik olaylar herkesin ruh sağlığını farklı şekillerde etkiledi. Yaşadığımız karmaşayı anlamlandırmaya çalışırken, sebepsiz tedirginlik, yüksek seslerde irkilme, panik atak ve depresyon, geleceğe dair umudumuzu yitirme gibi psikolojik sorunlar yaşamaya başladık. Özellikle çocukların olumsuz şekilde etkilendiği bu ortamda, Uzman Klinik Psikolog Romina Kuyumcuoğlu Garakyan’a danışarak, yaşadığımız yoğun kaygı ve stresle başa çıkmanın yolları üzerine konuştuk.
Danışanlarınızdan ve verilen hizmetten bahsederek başlayalım mı?
Öncelikle her kesimden danışanım var. İnsanlar artık terapiye çok katı bakmıyor. Herkes kendi sıkıntılı durumundan farklı bir şekilde çıkabiliyor; burada yaptığımız da, kişinin becerilerine göre neler yapabileceğini ona göstermeye çalışmak. Terapi eş-dostla dertleşmek değildir, bir derdi nasıl çözebileceğimizi bilimsel bir şekilde ele almaktır. Kimsenin gücü ve yapabilecekleri, bir diğerininkiyle aynı değil. Terapilerde sorunları objektif olarak ele alıp, neler yapılabileceğini, danışana ışık tutarak göstermeye çalışıyoruz.
Modern insanın en büyük sorunlarından biri depresyon. Depresyonun belirtileri nelerdir?
En büyük belirti, kişinin mutsuzluğa kapılması, kendini umutsuz ve çaresiz hissetmesidir. Kişi yataktan çıkmak istemez, hiçbir şeyden keyif almaz, hiçbir şey yapmak istemez, kilo kaybeder veya çok fazla yer. Bu duyguyu yönetemedikleri, ne yapacaklarını bilemedikleri için destek almak isteyen danışanlarımızla, terapide, o duyguya sebep olan durumu ele alıp, hayat kalitesini artırmak için neler yapılabileceğini bulmaya çalışırız. İnsanlar ruhlarında bir yara olduğunda psikolojik destek almaya geliyor. Bu yapılmazsa sorun daha da büyür ve duygular bastırılırsa daha da yoğun bir şekilde ortaya çıkar. Kişi bir şeyi duygusal olarak çok yoğun yaşıyorsa, terapiden faydalanabilmesi, yaşadığı durumu anlamlandırabilmesi ve uygulamaya geçebilmesi için bazen ilaç gereklidir. İlaç tek başına yeterli değildir; yıllardır ilaç kullanan ama hiçbir duygu değişimi yaşamayan insanlar var. Ancak terapi, durumu her yönüyle ele alıp kalıcı değişim sağlar.
Panik atak da günümüzde çok sık karşılaşılan bir rahatsızlık...
Panik atakta kişi, bedenine bir şey olduğu sanısına kapılır. Kimi zaman nefes alamadığını, kimi zaman kalp krizi geçirdiğini, kimi zaman bayılacağını sanar ve soluğu acil serviste alır. Bu noktada fiziksel belirtiler de ortaya çıkabilir; vücutta kızarıklık, kalp çarpıntısı olabilir. Oysa asıl sorun, ruhtaki korku ve kaygı durumudur. Panik atak olan bir insan kapalı ortamlara girmek, metroya binmek, sinemaya gitmek istemez. İlaç işe yarayabilir ama uzun süreli bir çözüm olmaz. Sorunun nedeninin, kökünün temizlenmesi gerekir; aksi halde, ilaç almak, tozu halının altına süpürmek gibidir.
Son dönemde Türkiye’de yaşanan canlı bomba saldırıları, darbe girişimi gibi olaylar toplumun psikolojisini nasıl etkiledi?
İnsanlar kendini koruma mekanizmalarıyla var olur. Kişinin, bedenine karşı bir tehdit hissettiği an korku duyması kaçınılmazdır. Son dönemde izlediğimiz, gördüğümüz, yaşadığımız her şey bedenimize karşı bir tehdit oluşturuyor. “Tehlikedesin ve güvende değilsin” mesajını sürekli olarak alıyoruz. Sürekli olarak bizi huzursuz edecek uyaranlara maruz kalıyoruz. İnsan bilmediğinden, ne olacağını ön göremediğinden korkar; belirsizlik kaygı yaratır. Şu anda içinde bulunduğumuz durumda bunlardan çok var. Eğer korkuya izin verirseniz, sizi etkisiz hale getirir.
Çevremizde yoğun bir gelecek kaygısı da gözlemliyoruz; başka ülkelere göç etme arayışları belirli bir kesim içinde çok yaygınlaştı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Psikolojik bir baskı, psikolojik bir terörle karşı karşıyayız. Korkup kendi alanımıza çekilirsek, korkumuz büyür; ne kadar dar bir alanda kalırsak o kadar kısıtlayıcı bir yaşam süreriz. Dolayısıyla, bence bunun üzerine gitmek ve kaçınmadan dışarıya, sokağa çıkmaya, işimize gitmeye devam etmek gerekiyor. İlk gördüğümüz zorlukta çözüm kaçış mıdır? Ben öyle düşünmüyorum. Hayatta olumlu şeyler olduğu kadar olumsuz şeyler de var, ve şu an olumsuz bir dönemden geçiyoruz.
Geleceğe dair umut kaybının yanı sıra, yoğun bir kaygı ve stres de var. Bu durumla nasıl başa çıkabiliriz?
Öncelikle, kendimizi ihmal etmememiz gerekiyor. Bedenen ve ruhen bize iyi gelen şeyleri yapmayı sürdürmeliyiz. Sürekli olarak aynı uyarana maruz kalmamalıyız. 7/24 haber seyretmenin ya da bütün gazeteleri okumanın bize zarar verdiğini düşünüyorum. Konu odağınız, gündeminiz sadece bu olumsuzluklar olmamalı. Tabii ki, yaşadığımız şeylere duyarsız kalamayız ama sadece onu düşünmek ve ona bakmak umutsuzluğu doğurur. O yüzden, umut kısmını doyuracak şeyler yapmalıyız. Kişinin, kendine iyi gelen şeyleri yapmayı sürdürmesi lazım – spor, iyi beslenmek, müzik dinlemek, kitap okumak... Hayata sadece bir yönünden bakarsak o işin içinden çıkılamazmış gibi görünür. Hayatı bütün renkleriyle ele almak lazım.
Sosyalleşme konusunda da bazı korkular oluştu. Çeşitli gruplardan tepki görmekten çekinip belirli ortamlara girmekten kaçınanlar var. Özellikle çocuklara nasıl yaklaşmalıyız bu süreçte?
Çocuklar durumu biz yetişkinler gibi ele alamaz, dolayısıyla onlara yaşananları olduğu gibi aktarmak çok yanlış. Onların anlamlandıramayacakları kadar büyük şeyler oluyor şu anda. Bilgi kirliliği var, çok fazla olumsuz şey yaşanıyor. Bunları biz taşıyamazken, çocukların bunlarla baş etmesini beklemek doğru değil. O yüzden, çocuklar evdeyken haberleri mümkünse izlemeyin. Çocuk bunu görmediği sürece bilemez, yanında bunlar konuşulmadığı sürece anlayamaz. Yetişkinler olarak kaygılarımızı onlara aktarırsak, sadece kaygılanacak şeyleri görürler. “Eyvah, ne yapacağız!”, “Ülkenin durumu nereye gidiyor?” gibi konuşmalar çocukların yanında yapılmamalı. Bir kere konuya maruz kalırlarsa, sonrasında onlara bunu anlatmaya çalışmak çok daha güç olur. Ölümlere ilişkin haberleri anlayamaz çocuk; sadece korkar, bu korku üç ay sonra başka bir yerde ortaya çıkabilir. Bu travmatik bir durum olduğundan, daha uzun vadede de sorunlar çıkar. Ölümler oluyor; ‘dışarı çıkmayın’ uyarıları, sokağa çıkma yasağı... Bunlar çok büyük cümleler çocuklar için. Çocukları mitinglere götürmeyi de hiç doğru bulmuyorum. Çünkü bu, hayvanları korumak için ya da ağaçları korumak için çıkılan bir miting değil. Yetişkinlerin bile başa çıkmakta zorlandığı bir şeyken, çocukları alıp o ortamlara sokmak doğru değil.
Romina Kuyumcuoğlu Garakyan İstanbul’da doğdu. Yeşilköy Ermeni İlköğretim Okulu ve Yeni Dünya Koleji’nde okudu. Haliç Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden lisans ve klinik psikoloji alanında yüksek lisans derecesi aldı. Balıklı Rum ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanelerinde stajyer olarak çalıştı. 2011’de kendi kliniğini açtı. Okullarda sınav kaygısı, ergenlik dönemi; şirketlerde ise stres yönetimi ve iletişim becerilerine dair seminerler veriyor. Terapi notlarından derlediği kitabını 2017’de okurlarıyla buluşturmaya hazırlanıyor ve çocuklara yönelik hikâye kitapları yazmayı planlıyor.