Sumru Yavrucuk: Kahramanlarım hep hasarlı tipler oldu

Birkaç sezondur izleyiciyle 'Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi' oyunu ile buluşan Sumru Yavrucuk yaz aylarından itibaren ‘Shirley Valentine’ olarak karşılıyor tiyatro seyircisini. Yavrucuk ile ‘Shirley Valentine olma’ halini konuştuk.

Willy Russel’ın 1986 yılında yazdığı, 1989 yılında sinemaya da uyarlanan oyunda, orta yaşlarında, yalnız, mutsuz bir ev kadınının cesaret öyküsü anlatılıyor. Tebdil-i Mekan Prodüksiyon Tiyatrosu’nun izleyiciyi Evren Ercan çevirisiyle buluşturduğu oyuna, Sumru Yavrucuk oyunculuk ve reji performansının yanında, uyarlaması ile de katkıda bulunuyor. Tiyatro izleyicisini üçüncü  ‘tek kişilik’ performansıyla karşılayan Sumru Yavrucuk ile, sezonun dikkat çeken oyunlarından Shirley’i, Yavrucuk’un ‘Shirley Valentine olma’ halini konuştuk.  

Uzun yıllar Devlet Tiyatroları’nda oynamış bir oyuncu olarak, son yıllarda özel tiyatrolarda rol almanızın nedeni nedir?

Tiyatro yapmayı kurum ya da kurum dışı olarak sınıflandırmak istemiyorum. Önerdiğim, beni fazlasıyla heyecanlandıran projeler oldu. Paylaştığımda olumlu dönüş alamamıştım. Yoğun bir şekilde oyun okuyor ve hayata geçirmek için sabırsızlanıyorum.

'Yalnız Kadın' ve 'Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’den sonra yeniden tek kişilik bir oyunla izleyiciyle buluştunuz. Tek kişilik oyunları zor bulan bir oyuncu olarak, sahne sizin için ne ifade ediyor?

Mesleğime ilk başladığım yıllarda, kendimi ispat etme güdüsü ağır basıyordu elbette. Çünkü oyuncunun en temel ihtiyaçlarından biri ‘beğenilme arzusu’dur. Daha sonraki on yıllarda güç gösterme güdüsü ile oynamalarım ağır basıyordu. Yirmili yıllar itibariyle, seyirci ile kurduğum interaktif oyunlarla başka bir yol açıldı önümde. Otuzlu yıllarımda ise seyirci ile oyun kurmaya bayılıyorum. ‘Bu gün bizi neler bekliyor?’ sorusu ile kendimi sahneye atıyorum, bu nedenle de her oyun yeni bir heyecanla başlıyor.

İkisi de sevilen, ödüller alan oyunlar oldu. Oyunları seçerken bilhassa bu tarz hikâyeler seçmeye gayret ediyor musunuz?

Metinle kurduğum bağ güçlüyse başarı şansım da elbette çok olur. Oyun kişisinin duyguları, varlığı ile kendi yaşanmışlıklarımı harmanladığımda daha büyük, çok boyutlu bir karakter yaratılmış oluyor. Teknik bir oyuncu değilim. Yıllarca ‘gibi yapmak’ yerine ‘olmaya’ çalıştım. Oynayacağım oyunları seçerken de ödül beklentisinden ziyade bana dokunan, vicdani hikâyeleri tercih ettim. İnsanın ruhuna yaptığı yolculuklar bana çok çekici geldi. O nedenle de kahramanlarım hasarlı tipler oldu.

Bu sezon oyun repertuarlarına bakıldığında geçtiğimiz sezonlara oranla çokça kadın hikâyesi görüyoruz. Neye bağlıyorsunuz bunu?

Genel olarak baktığımızda erkek kahraman hikâyeleri ağır basıyordu. Çok nadir kadın oyunları olduğundan, 90’lı yıllarda vodvil ağırlıklı ya da en fazla Dario Fo ile boy gösterebildi kadın oyuncular. Son yıllarda küçük ölçekli tiyatrolarda  kadın ağırlıklı veya tek kişilik oyunlar furyası başladı. Kendi ürettiği oyunları oynayan kadın oyuncular var. Söyleyecek sözümüzün sahne aracılığı ile olması bana çok anlamlı geliyor. Tiyatro güçlü bir araçtır, tabii iyi olduğunda etkisi de büyük olur. Tiyatronun algısının değişmesi belli ki ülkemizde yıllar alacak. Genç tiyatrocular adına üzülüyorum doğrusu. Sanat insanı birbirine bağlar, kenetler. Bu nedenle ortak acılarımızda perde kapatmak yerine daha çok oyun oynayarak acıların üstesinden gelmeliyiz.

Peki sizin kadınınız neden Shirley Valentine?

Çünkü her gün yüzlercesiyle karşılaştığımız, hayatın koşturmacası içinde kendi hayatını hapishaneye çevirmiş o kadar çok Shirley var ki. Hayallerini gerçekleştirmeye cesaret edemeyen bu kadınların rövanşı alma hikayesi eğlenceli geldi bana.

Oyunun çevirisinin üstüne, uyarlanmasının da izleyicinin beğenisinde büyük etkisi var. O süreç nasıl gelişti?

Metin 36 yıllık olmasına karşın özellikle ülkemizde halâ güncelliğini koruyor. Oyunun orijinali birebir oynandığında çok uzundu. Bir de buna hikayenin fazla İngiliz olması ve kültür çatışmasının fazla lokal anlatılması eklenince, bizden uzak bir oyun izlenimi veriyordu. Zamanında moda olan pek çok hikayenin günümüzde karşılığı yoktu. Onun yerine güncel hikayeleri serpiştirmeye başladım. Tabii bu benim tercihimdi. Örneğin kızın telefon bağımlısı olması, ki en sevilen bölümlerden biridir, oyunu daha bizden ve daha güncel kıldı.

Kendi yazdığınız bir hikâyeyi oynayıp yönetmek ister misiniz?

Ata ata bitiremediğim karalamalarım var. Taşınmalarımda hayretler içinde kalıyorum. Sanki birileri benden senaryo istemiş gibi… Fakat istikrarlı değil. Yükselip yazmışım sonunu getirememişim. Olan bir metinde kalem oynatmak istemeden de yaptığım bir şey. Şimdilerde neredeyse otobiyografik bir hikaye düşünüyorum. Hem eğlenceli, hem hüzünlü.

Birinin hayatını sahneye taşımak isteseydiniz, bu kim olurdu?

İlk aklıma gelen ismi söyleyeyim: Ayla Erduran. Sanatında virtüöz olanlar daha etkiliyor beni. İster ressam, ister müzisyen olsun. Mehmet Aksoy’un verdiği mücadele keşke birilerine ilham olsa. Bir Nazım filmi, Deniz Hüseyin Yusuf… Ece Temelkuran’ın Devir, Zülfü Livaneli keşke sinema filmi olabilse. 

Kategoriler

Kültür Sanat Tiyatro



Yazar Hakkında