Ortadoğu’nun en önemli Ermeni müzisyenlerinden Lena Chamamyan, Avea’nın kuruluşunun altıncı yılı kutlamaları kapsamında İstanbul’da bir konser verecek. Chamamyan’la 15 Mayıs Cuma günü İstanbul Kongre Merkezi Harbiye Salonu’ndaki konseri öncesi, İstanbul’un kendisi için olan anlamından Suriye’deki iç savaşın kültürel anlamda etkisine kadar pek çok konuda konuştuk.
İstanbul’da sık sık konser veriyorsunuz. Bu şehri sizin için çekici kılan nedir?
Aslında üç yıldır İstanbul’a geliyorum, ancak bu benim ikinci büyük konserim. Daha çok konser vermeyi ümit ediyorum. Ayrıca kayıtlar ve müzik çalışmalarım için de geliyorum. Buradaki bestecilerle çalışıyorum ve burası bana çok sıcak geliyor. Belki doğasındandır, belki güneşinden ya da insanlarından, ama burada Suriye’ye benzeyen bir hava var. Burada kendimi güvende hissediyorum. Tabii bir de İstanbul’da, Suriye’ye kıyasla müzikal düzeyin çok yüksek olduğu gerçeği var. Buradaki müzisyenlerle çalışırken kendimi daha iyi söylemeye motive ediyorum. Moral faktörü de var elbette... Avrupa’da bulamayacaklarımı burada bulabilirim. Burada Doğu ve Batı sentezini buluyorum. Gelişmiş teknolojiye karşı müziğin ruhu korunmuş burada. Bu, çok önemli bir özellik.
Suriye ve Türkiye müzik arasında kalitesi için bir kıyaslama yapmak istemem. Suriye’de öğrenciyken öğrenci çevresiyle çalışıyordum ve onlar Suriye ölçeğinde en iyileriydi. Buradaysa müzik öğretmenleriyle çalışmalar yürütüyorum; onlarca yılın birikimine sahip olan insanlarla. Bu da benim imkânlarımı yükseltiyor. Şimdi benim de öğretme çalışmalarım var, atölyeler yönetiyorum. Kıyaslamayı ülkeler arasında değil, deneyimler arasında yapmak isterim. Bir de dil zorluğu çekiyorum. Buradaki müzisyenlerle ortak bir dilim yok ama müzisyenler için müzik dili, diğer bütün dillerden daha geniş ifade imkânları sağlar.
24 Nisan anısına düzenlenen konserde yer almadınız...
24 Nisan anması kapsamında düzenlenen konserde, sahne almam için kimse bana bir teklifte bulunmadı. Fransalı Ermeni müzisyen Andre Manukyan ile bir proje üzerine çalışıyoruz. Kayıt için İstanbul’a geldik, burada viyolonselist Özer Arkun’la çalıştık. 24 Nisan’da ‘Mutn er’ (Karanlıktı) adlı bir parça yayınladık. Yapmak istediğimiz müzik, aslında Anadolu Ermeni müziği. Çalışmamızda buranın ruhunu yansıtmaya gayret ediyoruz. Sonuçta Anadolu Ermeni müziğiyle bugün Ermenistan müziği arasında farklılıklar var. Burada olduğum esnada Avea’nın yetkilileriyle tanıştık, bir konser teklifinde bulundular, tarihlerde anlaştık, hepsi bu.
Arap dünyası, sizi Arapça müziğin en iyi yorumcularından biri olarak tanıyor. Bir Ermeni olarak siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyadaki tüm Ermeniler aynı durumda. Hepimiz yaşadığımız ülkelerin diline hâkimiz. Bu olmadan çevremizle nasıl iletişim kurabiliriz ki? Arapça konuşmak ve Arapçayla şarkı söylemek benim için çok önemliydi. Ancak Ermeni müziği de benim en büyük hazinem. Bugün bile Arapça söylediğimde insanlar Arapçayla söylenmiş bir Ermenice şarkı seslendirdiğimi düşünüyorlar. Arapça şarkı söylemesem Ermeni müziği Araplar için hiçbir şey ifade etmeyecek. Ancak ben, Ermeni etkisi altında bir Arap şarkısı söylediğimde insanlar Ermeni müziğinin ne olduğunu da öğreniyorlar. Suriye’de herkes, Ermenilerin ülke toplumuna uymakla birlikte kendi özgün kimliklerini koruduklarını da bilirler. Üreten ve uyumlu bir halk olarak tanınırız. Ne kadar zorluklarla da karşılaşsak, sonuçta yeniden yaşamanın ve yeniden üretmenin yollarını buluruz. Kimliğimin bu özelliği benim açımdan çok önemlidir. Bir Ermeni Arapça sanat yapabilir ve Arap müziğinde bir Arap gibi yaşayabilir. Bunu hep sanatımla kanıtlamak istedim.
Sanatımı icra ederken, hatta Arapça bir şarkı yazarken bile Anadolu müziğine dönerim. Bu doğu Ermenilerinin yaklaşımından çok farklıdır.
Anadolu Ermeni müziği yapmak istediğinizi söylediniz. Bu müziğin genel Ermeni müziğinden farkını nasıl tanımlarsınız? Ya da başka bir şekilde sorarsak, Anadolu Ermeni müziğinin Arap ve Türk müziğiyle ilişkisi nedir?
Ermenistan’daki müzik algısı Batı ve Rus klasik müziğine daha yakındır. Buna karşılık Anadolu’daki Ermeni müziği, Doğuludur. Nihayetinde sesimin de doğu olduğu sonucuna vardım. Ben baba tarafından Ermeni, anne tarafından ise Süryani’yim. Doğal olarak müziğim de bu iki doğulu kültürden besleniyor. Sanatımı icra ederken, hatta Arapça bir şarkı yazarken bile Anadolu müziğine dönerim. Bu Doğu Ermenilerinin yaklaşımından çok farklıdır. Batı Ermenilerinin müziği daha çok Doğuludur ve ben o müzikte yer alıyorum. Örneğin Udi Hrant’ı dinlediğimizde icra şekli tümüyle farklıdır. Başlı başına bir kriterdir o. Keşke o icranın temellerine daha çok vâkıf olabilsem. Keşke dile hâkim olabilsem.