Ara Güler, Yaşar Kemal'le olan dostluğunu anlattı.
Yaşar Kemal’in ardından, yakın dostu, fotoğraf sanatçısı (kendi adlandırmasıyla foto-muhabir) Ara Güler’le, onun ‘Yaşarı’nı konuşmak için Ara Kafe’de buluşuyoruz. Yanımda Berge (Arabian) var. Berge, birkaç yıl önce Ara Güler’le tanışmış, fotoğrafını çekmiş. Yeniden ustayla buluşacağı için en az benim kadar heyecanlı... Masaya, Yaşar Kemal’in ‘Röportaj Yazarlığında 60 Yıl’ adlı kitabını koyuyorum. Kitapta, yazarın çeşitli şehirlerde, farklı farklı yıllarda çekilmiş 26 müthiş fotoğraf ve portresi bulunuyor. Kemal’in yaşamını, derinliğini, algısını, acısını ifadesinde ölümsüzleştiren bu fotoğraflar, yakın dostu, Ara Güler’e ait...
Masaya oturur oturmaz kitaba uzanıyor Ara Güler... Tek tek anlatıyor: ‘Bu fotoğrafları ben çektim. Bu Paris’te. Yanımızda da James Baldwin var. Burada görünmüyor. Üçümüz keyfediyoruz. Hah, bu Kalafat yerinde, İstanbul’u dolaşırdık birlikte… Bu da kahvede, gençlik yılları.” Bir başka fotoğrafta Yaşar Kemal, bahçede köpekle oynuyor, bir diğerinde tavla oynayanların arasında, sonra bir camide... ‘Sayısız fotoğraf var daha bende. Yol uzundu’ diyor Ara Güler.
“Yanyana gelsek isyan çıkarırız belki..”
“O yolun başını hatırlar mısınız?” diye soruyorum. “Çok oldu” diyor, “20’li yaşlardaydık. O zaman ben Hayat Mecmuası’nda foto muhabiriyim. Yaşar’ı ipleyecek durumda değilim ki! E başlarda tabii. Anadolu’dan yeni gelmiş. İlk tanıdığı kişi de benim burada. Anadolu p.çleriyiz işte.”
Bir süre Hayat Mecmuası’nda birlikte çalışmış iki usta. Birbirilerinin kimliklerine şakayla takılacak kadar yoğun çalışmış ve paylaşmışlar hayatı. ‘Ben Ermeni’yim o Kürt. Yanyana gelsek isyan çıkarırız belki’ deyip kahkahayı basıyor. Az konuşuyor, hatırlamadığını söylüyor yer yer, ancak gözlerinde ve gülüşünde yaşanmışlığın taze hafızası var besbelli.
En son ne zaman gördünüz onu?
Hastaneye gitmiştim. Yoğun bakıma kimseyi almıyorlardı.
Burada buluşur muydunuz?
Burada. Yukarıda. Ben onların evine giderdim. Onun evi çok güzeldir. Boğazın üstündedir. Yaşar’la benim güzel bir geçmişimiz vardır.
Siz onu gazeteci kimliğiyle tanıdınız...
O gazeteciydi zaten. Sonradan romancı oldu. Çok iyi gazetecidir. Mesleğe yenilik getirmiştir. Ahtamar’ı o kurtarmıştır, yıkımını o durdurmuştur.
Peki ya edebiyatının sizdeki yeri?
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi edebiyatçısıdır Yaşar. Ben en çok ‘Ağrı Dağı Efsanesi’ ve ‘İnce Memed’i severim. Mesela bu ‘Demirciler Çarşısı Cinayeti’ kitabı var... Bir kan damlatacak, 50 sayfa yazıyor. Düşünebiliyor musun?
Birlikte gittiğiniz yerleri düşündüğünüzde, ilk hangi kare geliyor gözünüzün önüne?
Menekşe diye bir yerde otururdu, bilir misin? Yeşilköy’den biraz ileride, küçücük bir köydür. Orada balıkçılar vardır, sahilde insanlar tavla oynar. Onlarla ahbaptı. Beni de götürürdü. Tavla oynardık. O konuşurdu, ben fotoğraf çekerdim.
Birlikte Anadolu’nun çeşitli yerlerinde de gittiniz. Birlikte yolculuk etmek nasıldı? Yol hatıralarınız var mı?
Bir sürü yere. Erzurum’a, Adana’ya. Ama şimdi hatırlamam. Eğlencelidir Yaşar. O sana anlatır, sen ona anlatırsın. Hoş vakit geçer. En son Hemite’ye gittik. Çukurova’da. Doğduğu köydür. Orada heykelini de yaptık. Açılış yapıldı. Halet Çambel onun için bir yemek verdi. Bir sürü mühim adam da vardı.
‘Ağek paregam er’
Bazı bazı Ermenice konuşuyoruz Ara Güler’le. Söyleşi içerisinde birkaç kere iyi arkadaş, iyi dost olduklarını vurguluyor; bir kez de Ermenice olarak: ‘Ağek paregam er’ diyor.
‘Benimle röportaj yapmak da zor iştir’ diyor gülümseyerek sonra. Masada duran kitabı karıştırıyoruz birlikte yeniden. Yaşar Kemal’in röportaj üzerine yaptığı bir söyleşiyle açılıyor kitap. Şöyle diyor usta yazar: ‘...Röportaj bal gibi edebiyattır. Onu haberden ayıran nitelik onun edebiyat gücüdür. Haber bir yaratma değildir, bir taşımadır. Röportaj bir yaratmadır. Gerçeğe, gerçeğin, yaşamın özüne yaratılmadan varılamaz.’
Ara Güler, kitabı kapatarak, ‘Edebiyatın da gazeteciliğin de ustasıydı Yaşar’ diyor bir kez daha. ‘Yaşar Kemal’de en çok sevdiğiniz özellik neydi?’ diye soruyorum en son, vedalaşmadan. ‘Dobra dobra konuşurdu. Kimseden korkusu yoktu’ diyor, ‘Ha bir de kafa dengiydi. Matraktı. Öleceğini ne bilelim ulan?..’