20 Ocak’ta Maçka Sanat Galerisi’nde açtığı, 7 Mart’a kadar devam edecek olan ‘yukarıdanaşağıya soldansağa 19152015’ başlıklı sergide plastik sanatların kısıtlı diliyle Ermeni Soykırımı’na ve yüzleşilemeyen sorunlara işaret ettiğini söyleyen Taktak, belli ki sanatsal dilin bu sınırlarını aşarak ziyaretçilerin zihninde türlü türlü çağrışımlar uyandıracak bir çalışmaya imza atmış.
Bir bulmaca ve ahşap ayakkabı kalıpları... Biri geleneksel zanaatı diğeriyse çözüm bekleyen, çetrefilli bir durumu hatırlatan bu iki unsur bir araya gelince, tüm sessizliğine rağmen çok şey anlatır. Yusuf Taktak 20 Ocak’ta Maçka Sanat Galerisi’nde açtığı, 7 Mart’a kadar devam edecek olan ‘yukarıdanaşağıya soldansağa 19152015’ başlıklı sergide iki ‘nişan taşı’ arasındaki bulmaca kurgusunu ve bu bulmacanın içerisinde gezinen Ermeni bir ustanın elinden çıkma ayakkabı kalıplarını yerleştirmiş. Plastik sanatların kısıtlı diliyle Ermeni Soykırımı’na ve yüzleşilemeyen sorunlara işaret ettiğini söyleyen Taktak, belli ki sanatsal dilin bu sınırlarını aşarak ziyaretçilerin zihninde türlü türlü çağrışımlar uyandıracak bir çalışmaya imza atmış. Aslında bu sessiz yerleştirmenin üzerine söylenecek çok fazla bir şey yok. Taktak ile soykırımın 100. yılında, Hrant Dink’in katledilişinin 8. yıldönümünden bir gün sonra açılan sergisini, yüzleşmeyi ve çözülmeyi bekleyen Ermeni ‘sorununu’, bu konuda sanata ne gibi roller düştüğünü konuştuk.
Serginin başlığında ve yerleştirmelerde Ermeni Soykırımı’nın 100. yılına doğrudan bir referans var. Nasıl ortaya çıktı proje?
Hrant’ın katledilişinin yıldönümünden bir gün sonra açtım ben bu sergiyi, galeri mekânı Maçka Demokrasi Parkı’nın hemen karşısında ve biraz ilerideki Harbiye Askeri Müzesi’nde 1914 sergisi var. Sanki kader bunların hepsini bir araya getirdi. Zaten bu yıla dair bir şey yapmak istiyordum. İçeride sergiye ismini veren, ‘yukarıdanaşağıya sağdansola 19152015’ isimli bir düzenlemem var. Mekânın girişinde ve arkasında da iki tane ‘nişan taşı’ bulunuyor. Daha önceki yıllarda olduğu gibi, işlerimde kullandığım dikilitaş formu böylece devam ediyor. Hatta yaptığım nişan taşlarından birini Hrant’a adamak istiyordum ama bunu burada başaramadım. Bundan sonraki bir etkinlikte bu projeyi tek başına sergilemeyi planlıyorum.
Ermeni ‘sorununun’ bulmacaya döndüğüne işaret ediyorum. Ermeni vatandaşların da bu bulmacanın içerisinde, yukarıdan aşağı ve sağdan sola gezindiğini ifade etmek istiyorum.
Bulmacaların yukarıdan aşağı ve soldan sağa ilerleyen akışını hem iktidarın halkla hem de farklı politik kutupların birbiriyle ilişkisine benzetmişsiniz. Ermeni ‘sorununu’ bu bağlamda nasıl ele aldınız?
Bizim çalışma alanımızda dil çok sınırlı. Bir edebiyatçı ya da sinemacı gibi imkânları yok kuşkusuz. Plastik sanatlar sessiz ve sözsüz bir sanattır. Ben sadece durumu belirleyip geri çekiliyorum. Ayakkabı kalıplarının da şöyle bir hikâyesi var: Benim 7 yaşındaki kızımın bir arkadaşının babası Ermeni, babası ve dedeleri üç kuşaktır ayakkabı kalıbı işiyle uğraşıyorlar. Ben de bu kalıpların yıllardır bir depoda durduğunu öğrendim. Kalıpların üzerinde birtakım harfler ve yazılar var. Bunları görünce çok heyecanlandım ve bu ayakkabı kalıplarını enstalasyona katmaya karar verdim. Biliyorsunuz elle yapılan bu ahşap kalıplar artık kullanılmıyor. Şimdilerde plastik ayakkabı kalıpları var.
Burada Ermeni ‘sorununun’ bulmacaya döndüğüne işaret ediyorum. Ermeni vatandaşların da bu bulmacanın içerisinde, yukarıdan aşağı ve sağdan sola gezindiğini ifade etmek istiyorum.
Eski Ermeni zanaatkarlarına da gönderme yapan bu ayakkabı kalıpları aslında birçok hikâyeyi çağrıştırıyor. Peki bunlar size ne hatırlatıyor?
Bu kalıpları yapan kişiyle tanıştığımda, onlara birer heykel gibi form kazandırdığını anlattı. Aslında bu ayakkabı kalıpları bir nevi heykel. Ayak da elbette insani simgeleyen bir form. Ve bunlar benim için Türkiye coğrafyasında yaşayan Ermenilerin ayak izlerini temsil ediyor. Yorumları biraz da izleyiciden bekliyorum. Ben bu işleri farklı yorumlara önayak olmak, yolu açmak üzere yaptım.
Sanatçılar soykırımın yüzüncü yılında başka neler yapabilir? Ve sizce bu çabaların sürece nasıl bir etkisi olur?
Kuşkusuz bizim alanımızda bu meseleyle ilgili, dilin el verdiği ölçüde çok şey yapılabilir. Ben buna dahil oldum ve bundan da gurur duyuyorum. Bence bu çabalar, olayı taze tutmak açısından önemli. Sanatçıların bu duruma el atmasının, toplumun birtakım şeyleri görmesine vesile olacağı kanısındayım. O yüzden sanatçıların, yazarların bu bağlamda bir şeyler üretmesini isterim. Olaylara bizim politikacılardan daha farklı bakmamız gerekiyor. Elbette bu konu bu seneyle noktalanmayacak, bundan eminim.
2015’te bu sorunun, çizdiğiniz bu bulmacanın neresindeyiz?
Biz bu bulmacanın içindeyiz. Fakat bunu çözecek olan biz miyiz bilmiyorum. Bulmacayı iktidarın ya da soldan sağa birtakım düşünce sahiplerinin çözmesi gerekiyor. Yukarıdan aşağı bir çözüm daha etkili olur gibi geliyor bana.
Sergideki dikilitaşlar ve bulmaca yerleştirmesi arasında üçgen form aracılığıyla bir bağlantı kurmuşsunuz. Bu form neden öne çıkıyor işlerinizde?
Öğrencilik yıllarımın son dönemlerinde gerçekçi akımlara yoğun ilgi duydum. Foto gerçekçi bağlamda işler yaptım. Mezuniyet sonrası, yani 1980 darbesi öncesi, kendimi öğrenci olaylarının içerisinde buldum. O dönemde birçok duvar resmi yaptım. Konularım ve açtığım sergiler de grevlerle ilgiliydi. Grevler esnasında kocaman binalar bloke edilip önlerine çadır kuruluyordu. O çadırın verdiği enerji benim çok ilgimi çekmişti. İlk başlarda insanlarla beraber grev çadırı yaptım. Ardından içerisinde insan olmayan ama insanın varlığını hissettirecek çadırlar kurdum. Aynı zamanda göçebe Anadolu toplumuna da gönderme yapıyordu bu işler. Önceleri yayvan olan çadırlarım daha sonra üçgensi bir forma ulaştı. Biraz daha sivrildi ve dikilitaşlara merakımdan dolayı giderek dikilitaş formuna ulaştı. Dikilitaş motifi resimlerimde ve düzenlemelerimde çokça yer alıyor. Bu adeta benim imzam gibi oldu.