Norman Mailer’in yayımlandığı yıllarda büyük tartışmalar yaratan romanı ‘Amerikan Rüyası’, çağdaş Amerikan edebiyatının kıymeti sonradan bilinen önemli romanlarından biri.
BÜRKEM CEVHER
Hem metaforik anlatımı, hem de edebiyatta içebakış yöntemini kullanması açısından da dikkat çeken bir roman. Okuru düşünmeye sevk eden, zaman zaman kopukluk hissi veren bir kitap ‘Amerikan Rüyası’. Bu kopukluk hissi kimi yorumculara göre kitabın en zayıf halkasıdır, oysa bu kopukluklar aslında okur ile kahramanı benzer bir hissiyata sokmayı amaçlar; o nedenledir ki aslında kitabın en güçlü özelliklerinden biridir. Yazar okura polisiye bir tat sunarken arka planda 1960’lar Amerika’sını gösterir.
Kitap daha ilk sayfadan F. Scott Fitzgerald’a bir selam ile başlar ve “Ritz büyüklüğünde bir elmastan bile sıkılabilecek bir kız” ayarttığını söyler Stephen Rojack. Daha sonraki sayfalarda da gerek metaforları gerekse zenginlerin yaşamına dair izle-nimleri açısından Fitzgerald’ın ‘Muhteşem Gatsby’ isimli kitabını anımsatan pek çok bölüm vardır.
Cinayet sonrası 24 saat
Kitabın ilk bölümünde Stephen Rojack’in savaş kahramanı olmasına neden olan olaylar anlatılır. Bu bölümde yazar bir yandan savaşın tüm dehşetini gözler önüne sererken, diğer yandan da kahramanın cesaretinin bir adrenalin patlaması anında mantığın devre dışı bırakılması ile geldiğini gösterir. Gerçi Rojack’e göre bu cesaret patlamasının ardında o akşam dolunay olması ve dolunayın ruhunu ele geçirmesi yatmaktadır. Nitekim bu kahramanlık hikâyesini andığı sırada bir dostunun onuncu kattaki dairesinde, dolunayın terastan atlaması yönünde telkinlerine uymuştur, atlamasına ra-
mak kala kendine gelir. Zengin ve güzel karısı ile bir süredir ayrıdırlar. Birkaç haftadır görmediği karısını bir anda özleyip onu ziyarete gider. Karısı ile tartışmaları bir süre sonra kavgaya dönüşür, alkolün etkisiyle yeni bir adrenalin patlaması yaşar ve karısını öldürür.
Roman, Rojack’in bu cinayetten sonra seks ve alkol içinde geçen yirmi dört saatini anlatır. Karısını öldürdükten hemen sonra karısının hizmetçisi ile şiddetli bir cinsel ilişki yaşar. Karısını pencereden atıp intihar ettiği izlenimi yaratmaya çalıştığı sırada bile sokak kapısının ardında hizmetçi ile seks yapmaktan geri durmaz. Sokağa çıktığında ise başka bir kadınla, Cherry McMahan ile, flört eder ve ilerleyen bölümlerde o kadına âşık olur. Cherry’nin peşinden sürüklendiği caz kulüpleri, barlar ve ünlü bir caz şarkıcısı ile kavga birbirini takip eder. Sonra devreye Mafia ve casusluk öyküleri de girer. Bu kadar karmaşanın ardında aslında hep Rojack’in ikilemleri vardır: Canlılık veya ölümlülük, yaratıcı bir cinsellik ya da yıkıcı bir sapkınlık, Tanrı veya Şeytan. Diğer taraftan, sevme ve sevilme isteği sürekli kendini gösterir. Aşk ile içinde bulunduğu açmazı çözeceğini düşünür. İlk sayfalarda kaşlarını çattığı homoseksüellik kitabın sonlarına doğru ona göz kırpar. Karısının babası ile yüzleşir ancak bu yüzleşmede de şiddet ve cinsellik sürekli kendini hissettirir.
Harvard Üniversitesi’nden mezun, eski bir savaş kahramanı, eski Kongre Üyesi, sansasyonel bir televizyon programının sunucusu, önemli bir akademisyen ve popüler birkaç kitabın da yazarı olan Stephen Rojack dışarıdan bakıldığında tam bir Amerikan Rüyası yaşamaktadır. Oysa ki Rojack karısının parası, gücü ve karizması altında ezilmiş bir kişiliktir. Karısını öldürdüğünde dizginlerinden boşanmıştır, büyük bir rahatlama hisseder. Kendini katil olarak görmez, bir kurbandır o ve onu kurban eden sadist efendiden kurtulmuştur. İçinden bir ses sürekli olarak ona istemediği – ya da istediği ancak sağduyulu bir şekilde bu isteği kabullenemediği – işler yaptırır. Sanki edimlerinden hiçbiri onun özgür iradesi ile gerçekleşmemiş de her şey ya içindeki sesin ya da dolunayın suçudur.
Kokunun sırrı
Kitaptaki en baskın duyu ise kokudur. Rojack, romanın tüm kişilerini kokuları ile, çoğunlukla da rahatsız edici kokuları ile tanımlamaktadır. İnsana dair kokuların tiksindiriciliği kişilerin ayırt edici özelliğidir bir bakıma. Bazen durumları ve olayları da kokuları ile betimler ki, okuyucuyu sadece görsel olarak değil psikolojik olarak da olayların içine sokar bu şekilde.
Kitap bir yandan katili baştan belli bir polisiye duygusu yaratır. Katil yakalanacak mı ve adalet yerini bulacak mı, diye merak eder okur. Diğer taraftan edebiyat tarihinin en çelişkili ruhlarından birini çözmeye çalışırız. Seks, alkol ve caz eşliğinde aslında ‘Amerikan rüyası’ dediğimiz şeyin bir illüzyon olduğunu ve çok çabuk kâbusa dönüşebileceğini görürüz.