İyinin ve kötünün ötesinde

Eylül ayında Harper Lee’nin ünlü romanı Bülbülü Öldürmek’in Sel Yayıncılık tarafından Ülker İnce çevirisiyle yeniden yayımlandığını gördüğüm an, bu yazıyı yazacağımı biliyordum.

BANU YILDIRAN GENÇ

Aradan geçen yirmi yıla rağmen unutamadığım ve her sene öğrencilerime tavsiye ettiğim bir romandı söz konusu olan. Çocuk edebiyatıymış, gençlik edebiyatıymış, böyle kavramların olmadığı bir zamanda, bulunan her şeyin yaşa başa bakmadan okunduğu bir evde belki de yetişkinliğe adım atmamı sağlayan kitaplardan biriydi Bülbülü Öldürmek.

Büyük bir şehirde, orta sınıf ve hatta moda deyimle Beyaz Türk sayılabilecek bir ailedenseniz, herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmadan büyür gidersiniz. Bu nedenle insanların nasıl ayrım yapabildiğini, nasıl ezebildiğini gördüğüm, okuduğum ilk romandı. Kendi korunaklı dünyamın alt üst olmasına sebep olmuştu, ki öyle bir dünya olmadığını yıllar geçtikçe öğrendim.

Truman Capote’un çocukluğu

1930’larda ABD’nin güneyindeki Maycomb kasabasında geçen roman, aslında otobiyografik özellikler taşıyor. Dürüst bir avukat olan Atticus Finch’in aldığı bir dava olayların temel noktasını oluşturuyor. Kahramanımız, Jean Louise ya da herkesin çağırdığı adıyla Scout, sekiz yaşında bir kız çocuğu, annesi o çok küçükken ölmüş ve kendisinden dört yaş büyük abisi Jem ve babası Atticus’la mutlu mesut günler yaşıyor. Bir de yazları aralarına katılan arkadaşları Dill var ki Harper Lee daha sonra bu karakterin çocukluk arkadaşı Truman Capote olduğunu söylemiştir.

Beyaz bir kadına saldırmaktan tutuklanan “zenci” Tom Robinson’un suçsuz olduğu aslında tüm kasaba tarafından bilindiği halde göz göre göre suçlu bulunması Amerikan filmlerinden ya da romanlarından alışkın olduğumuz bir konu. Bülbülü Öldürmek’i özel yapan, anlatıcı Scout’un bakış açısının, olayları yorumlamasının son derece içten ve çocuksu olması. Harper Lee, otuz dört yaşındayken yazdığı romanında bir kız çocuğunun ergenliğe giren abisine, evlenmeye karar verdiği arkadaşına ve bir türlü anlayamadığı büyükler dünyasına bakışını o kadar doğal bir biçimde yansıtmış ki, okuru önünde sonunda kendi çocukluğuna götürüyor.

Atticus Finch’in davayı almasından sonra kasabalıların tehditleri, çocukların okulda dışlanması, halanın duruma el koymak için onlarla yaşamaya gelmesi, adım adım ilerleyen gerilimi son bölüme kadar taşıyor. Ayrıca Öcü Radley gibi romanın başından itibaren değinilen yan karakterlerin bile olay örgüsüne katkısı ince bir biçimde işlenmiş. Gerek anlattıkları, gerekse anlatımıyla usta bir ilk ve –maalesef– son roman Bülbülü Öldürmek. Harper Lee bir daha ne roman ne de herhangi bir şey yazıyor, neden yazmadığı sorulduğunda ise “Söylemek istediğimi söyledim ve bir daha söylemeyeceğim” diyor.

Kuzey’e göre daha dindar ve daha tutucu olan Güney eyaletlerinde hayatın nasıl aktığını oldukça gerçekçi bir biçimde betimliyor Harper Lee. Kilisede yardım işlerinde çalışan hanımların en önemli gayeleri “durmaksızın çoğalan ahlak yoksunu zencilere iyi birer Hıristiyan gibi yaşamayı öğretmek.” Hatta şu sözlerle köleliği kaldıran Kuzey eleştirilmekte: “Kuzeydekiler kölelere özgürlüklerini vermiş ama onların masasına beyazların oturduğunu görmüyorsun. Biz hiç değilse onları aldatmıyoruz.” Bu gibi önyargılar ve katı tutumlar nedeniyle kızlarına saldırıldığını iddia eden ailenin elinde hiçbir kanıt olmamasına rağmen Güney’de kural değişmez. Bir beyaza saldıran zenci idam cezasına çarptırılır.

Dünyanın en dürüst ve barışçıl babasına sahip olduğunu düşünen ve düşüncelerinde haklı olan Scout mahkemede tanık olduğu konuşmaları, tavırları anlayamamaktadır. Bire birken gayet iyi bir insan olduğunu düşündüklerinin bir araya geldiklerinde linççi bir tavır sergilemeleri, onu ve Jem’i şaşırtmaktadır. Kasabanın en fakir ve dışlanmış ailelerinden birinin söz konusu başka bir “ezilen” olduğunda “ezen” tarafına geçmelerini sorgularlar. Hatta bir derste Hitler’in Yahudilere yaptıklarını anlatırken ağlayan sınıf öğretmenini mahkemede siyahlar hakkında aşağılayıcı bir biçimde konuşurken duyunca Scout’un aklına gelen sorular bugün bile cevaplanamaz nitelikte. “Nasıl böyle Hitler’den nefret edersin de sonra dönüp kendi ülkendeki insanlara bu kadar çirkin davranırsın?”

Atticus, Scout, Jem gibiler çoğaldıkça…

Tüm bu sorular, sorunlar günümüzde de aynı şiddetiyle devam etmekte. Gördüklerimize, yaşadıklarımıza bir anlam veremiyor, bu nefretin kaynağını bulamıyoruz. Neyse ki edebiyat iyi geliyor bazen, bir romanı okuduktan sonra mutlu hissediyoruz, Atticus, Scout ya da Jem gibiler çoğaldıkça dünya yaşanabilir bir yer olur, diye düşünüyoruz.

Kitabı usta çevirmen Ülker İnce’nin çevirdiğini duyduğumda oldukça heyecanlanmıştım fakat özensizce çevrilmiş cümleler, hatta paragraflar nedeniyle hayal kırıklığına uğradığımı söyleyebilirim. Üstteki alıntı cümle bile bunu örnekleyebilecek nitelikte. Çeviride gözden kaçsa bile editoryal aşamada dikkat edilmesi gereken bariz hatalar baskının biraz aceleye getirildiğini düşündürüyor. Umarım bir sonraki baskıda bu sorunlar hallolur.

Her kütüphanede bulunması gereken, her gencin okuması gereken bu roman, iyilik ve kötülük kavramlarını yeniden düşünmenizi sağlayacak.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ