Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Demirtaş’ın kişiliğinde HDP’nin başarısı, devleti, hadi korkutmuş demeyelim, tedirgin etmişe benziyor. Erdoğan, HDP’nin seçim başarısının PKK’nın silah zoruyla elde edildiğini iddia etmiş. Bunun, AKP’nin seçim başarılarını makarna ve kömürle izah etmeye çalışanlardan temelde bir farkı yok. İkisi de hoşuna gitmeyen bir gerçeği inkâr edebilmek için bahane üretiyor ve ikisi de hoşuna gitmeyen durumun arkasındaki siyasi gerekçeleri ve sosyolojik mekanizmayı görmek istemiyor. Velev ki birileri kömür için AKP’ye, birileri de PKK’dan korktuğu için HDP’ye oy vermiş olsun; ne biri AKP’nin on küsur yıl boyunca istikrarlı biçimde elde ettiği oy oranını, ne de öteki HDP’nin oylarının yarıdan fazla artmasını açıklar. Üstelik HDP oylarını Batı’da da artırdı. PKK, insanları Batı’da da mı tehdit etti? Bu düpedüz yanıltmaca ve HDP’nin seçim başarısını gölgeleme girişimidir. Ayrıca, madem bölgede barış ortamı tesis etmekle övünüyorsunuz (ki doğrudur, gerçekten de var, en azından geçmiş yıllara kıyasla), PKK barış ortamında nasıl insanları tehdit edebiliyor? Hadi etti diyelim, siz bunu delilleriyle birlikte yargıya/YSK’ya taşıyabilirdiniz. Seçimden evvel oldu mu böyle bir girişiminiz? Olduysa ne sonuç aldınız? Kusura bakmayın, siyasi rakiplerinize sıkça söyleyegeldiğiniz gibi, oyunun ortasında mızıkçılık yapmak yok.
Erdoğan, Hakkâri örneğinden yola çıkarak, alanda olmalarına ve hizmet götürmelerine rağmen oralarda neden düşük oy aldıklarını anlayamıyor ve ancak PKK’nın tehdidi gibi bir açıklama getiriyor. Bunun da, bizlerin yıllardır söylediği, Erdoğan’ın da her fırsatta eleştirdiği cumhuriyet elitleri zihniyetinden pek farkı yok. O elitler de halkın önceliğinin neler olması gerektiğine karar veriyor, halk tercihini o yönde belirtmezse onu “cahil”, “akıldışı” vs. olarak niteliyor(du). Erdoğan’ın tavrı da burada aynı. Diyelim ki bölgede AKP gerçekten mükemmel hizmet veriyor; demek ki her durumda halkın önceliği bu olmuyor. Dil, kimlik, varoluş, bazen çöplerin düzenli toplanmasından önemli olabiliyor, ve bunun için halkın tehdit edilmesine gerek olmadığını anlayalım ve kabullenelim. Halk bizim önceliklerimizi benimsemeyince hemen ‘cumhuriyet eliti’ mi oluveriyoruz yoksa?
Öte yandan, daha riskli bir ihtimal var. Devlet aklı ve onun dilini iyice içselleştiren Erdoğan, silahsız siyaset ortamında HDP’nin her kesimden insanı ikna edebilme ihtimalini görünce tegirdin olup, devletin kadim gerilim politikasına mı dönecek diye düşünmeden edemiyor insan. Nitekim, Erdoğan daha evvel, sadece siyaset yapan HDP’yi Meclis’ten atmakla tehdit etmişti. Son seçimden sonra da “İnsanların iradesine silah tehdidiyle el koyanlar karşısında bizler de tavrımızı en güzel şekliyle ortaya koyup, İçişleri ve TSK tüm imkânlarıyla buralarda neyse, hangi dilden anlıyorlarsa o dilden konuşmaya mecburuz. Çözüm sürecini onlar istifade etsin diye hazırlamadık” demiş. Son cümle adeta bir lapsus; yani dil, akıldakini ifşa etmiş. Aslında şöyle diyor: “Biz çözüm sürecini onların oyları artsın diye hazırlamadık, bizim oyumuz artsın diye hazırladık.” Çözüm süreci tanım gereği herkesin istifade etmesi gereken bir durum, yani gene Erdoğan’ın sevdiği deyimle, bir ‘win-win’ durumu. Peki, Erdoğan’ın bu cümlede “onlar” dediği tam olarak kim ve onların çözüm sürecinden istifade etmeleri neden gayrimeşru? Ayrıca, ‘istifade etmek’le kasıt nedir?
Velhasıl, emareler gösteriyor ki, çatışmasızlık ortamında, Kürt siyasetinin, çokkültürlü, çok kimlikli, emek mücadelesini de merkeze alan bir söylemle oy tabanını genişletme ya da moda tabirle ‘Türkiyelileşme’ ihtimalini yüksek gören devlet aklı, durumu germeye, sabote etmeye yönelik adımlar atabilir. Erdoğan’ın sözleriyle birlikte son ‘heykel gerginliği’ de bunun emareleri olabilir. Bu heykel olayı tipik bir devlet tutumu, yani hâkimiyet göstermeye, ezmeye yönelik bir güç gösterisi. Soru şu: Ortada otuz küsur yıllık savaşı bitirmeye aday bu kadar önemli bir süreç varken, devlet ve hükümet bir heykel üzerinden neden gerilimi yükseltmeyi tercih etti? (Heykel için suç duyurusunu yapan Valilik, bunu İçişleri Bakanlığı’ndan, dolayısıyla hükümetten habersiz yapmadı herhalde.) Mesele sadece bir heykel mi? Bir heykel için, çözüm sürecine sekte vuracak gelişmelerin önünü açmaya değer mi? Velev ki o heykelin dikilmesi yasadışı bir durum; devletimiz bunu ortadan kaldırmak için neden bu kadar cevval davrandı? Başka mahkeme kararları, örneğin kimi inşaatlar hakkında alınan kararlar görmezden gelinirken bu yıkım kararı neden ışık hızıyla işleme kondu? Yanlış anlaşılmasın, o heykelin oraya dikilmesinin ardındaki motivasyonu ve ideolojiyi sert biçimde eleştirebiliriz; hele benim gibi, hangi ideoloji veya harekete ait olursa olsun, siyasi heykellerden hazzetmeyen biriyseniz... Fakat bu, o heykelin zırhlı araç ve helikopter eşliğinde bir askerî operasyonla(!) ve cinayet işleyerek yıkılmasını ne gerektirir, ne de meşru kılar. Burada bilinçli bir siyasi tercih ve tavır olduğu çok açık. Klişe bir tabir olacak ama, kanımca, HDP’nin ve PKK’nın bu oyuna gelmemesi ve gerilim siyasetine karşılık vererek ‘eli yükseltmemesi’ gerekiyor. Bunun teslimiyet demek olmadığını zaten onlar çok iyi bilir. Devlette tedirginlik yaratan şeyde, yani geniş toplumla diyalog kanallarını açık tutup geliştirme gayretinde sebat etmek en doğrusu olacaktır.
Kurultay notu: CHP’de bir kurultay daha olacak. İşaretler ters yönde olsa da, Türkiye demokrasisinin önünün açılması için bu kurultayda ulusalcıların net ve nihai bir zafer kazanmasını diliyorum. Hayır, ne ben yanlış yazdım, ne de siz yanlış okudunuz. Bu köşeyi takip edenler zaten şaşırmamışlardır ama belki bunu başka bir yazıda tekrar ele alırız.