Çin toplumsal tarihiyle ilgili çalışmalarıyla tanınan tarihçi Arif Dirlik, Hong Kong'da devam eden protestoların toplumsal arka planını ve bugünün dinamiklerini Agos'a yazdı: Yirmi yıldır şekillenen bir hareketin birden yok olup gitmesi pek muhtemel değil. Hareketin çözmek üzere yola çıktığı sorunlar gerçek ve sorunların çözüleceğine dair az işaret var, hareketin kendisi ise direncini kanıtladı.
ARİF DİRLİK*
İngilizce'den çeviren: Nazım Hikmet Richard Dikbaş
1997 yılında, 150 yıl süren sömürge idaresinin ardından, Büyük Britanya hükümeti Hong Kong’u Çin Halk Cumhuriyeti’ne (ÇHC) devretti. Hong Kong’un devredildiği dönemde bazı gözlemciler iki ihtimali değerlendirmeden edemediler: Şehir, kuzeyindeki dev tarafından emilip baştan mı şekillendirilecekti, yoksa dinamizmiyle o sırada zaten radikal bir değişim geçirmeye başlamış olan “anakara”yı dönüştürebilecek miydi? Hong Kong’da şu anda devam eden halk ayaklanması, bu sorunun boşuna olmadığını gösteren son gelişme. Cevabı ise henüz bilmiyoruz.
Hong Kong’un yatırımları ve teknolojisi 1980’lerde ÇHC’nin ekonomik yükselişinin zemininin hazırlanmasında önemli bir rol oynadı. Küresel kapitalizme geçit oluşturmak üzere “reform ve açılım” döneminin başlangıcında Guangdong eyaletinde kurulan “özel ekonomik bölgeler” komşu Hong Kong’un dinamik kapitalizminden (bir yandan da ülkenin geri kalanını etkilerinden muaf tutarak) faydalanma amacını taşıyordu. Nitekim öyle de oldu. Bugün dahi Guangdong endüstriyel üretim ve zenginlikte ülke lideri. Aynı zamanda, aynı dili, ve 1949’dan sonra otuz yıl ayrı kalmalarına rağmen, ortak kültürel özellikler paylaştığı Hong Kong’a son derece benziyor. Hong Kong ülkenin gelişiminde belirleyici bir rol oynamaya devam ediyor.
Politik açıdan ise durum farklı gelişti. 1997’de gerçekleşen devirden bu yana Pekin yönetimi, sömürge dönemi sona ermeden önce bile geçerli olan oligarşik politik yapıya yönelik hevesiyle ilgili herhangi bir şüphe bırakmadı, kısıtlamalara boyun eğen bir halk, ve Komünist Parti iktidarının daha kolay eğip bükebildiği bir hukuk sistemini tercih eden bir rejim açısından Hong Kong halkının faydalandığı çok sayıda özgürlük ve idari düzen herhangi bir çekicilik taşımıyordu. 1980’lerde bile Hong Kong halkının “anavatan” ile birleşme ile ilgili şüpheleri, maddi gücü yetenlerin ABD, Kanada ve Avustralya’ya taşınmak üzere şehri terk etmelerinden belliydi. Göç, 1989’da gerçekleşen Tiananmen trajedisinin ardından hızlandı, ve reformların politik özgürlükler için daha geniş açabileceğine dair umutları söndürdü. Sömürge şehri, Anakara açısından herhangi bir siyasi ilham kaynağı olma ihtimalini Hong Kongluların 4 Haziran Katliamı’yla son bulan Tiananmen hareketine coşkuyla katılmasıyla ve öğrenci hareketinin bastırılmasının o tarihten sonra her yıl anılmasıyla yitirdi. 1990’ların başında Deng Xiaoping liderliğindeki Parti, kendi otoriter pratiğine daha uygun bir model olarak Singapur örneğinde karar kıldı.
Rejimin Hong Kong halkından, sömürgecilik mirasından kaynaklanan “vatanseverlik eksikliklerinden” ötürü şüphe duymasına sebep olan etkenler Hong Kong’u, Anakara’da daha fazla özgürlük ve demokrasi için mücadele veren rejimin radikal eleştirmenleri için bir ilham kaynağı ve bir üs haline getirdi. 1997’deki devir Tiananmen’in gölgesinde gerçekleşti, ancak yine de o dönemde çok az kişi, sömürgeci düzenin sonunun gelişi ve anavatana “dönüş” vesilesiyle düzenlenen kutlamaların üzerinden yirmi yıl geçmeden Pekin “despotizmine” karşı gösteri yapan protestocuların Britanya bayrakları dalgalandıracağını hayal edebilirdi. “Özgürleşmenin” getirdiği ilk coşku sona erdiğinde, Hong Konglular kendi “fark”larının kaynağının, milliyetçi tarihin öncelikle ulusalcı duyguları beslemek için hatırladığı bir utanç dönemi olan sömürge tarihi olduğunu tekrar keşfettiler. Hapisteki Nobel Barış Ödülü sahibi Liu Xiaobo gibi ÇHD demokrasi aktivistleri, Hong Kong’un özgürlük yanlısı ve demokratik hassasiyetlerinin Anakara’da yaşayanların faydalanamadığı sömürge dönemi kültür etkileşiminin mirası olduğunu ima ettikleri için rejimin hışmına maruz kaldılar.
Bugünkü protestoların kökeni, 1980’lerde ve 1990’larda yaklaşan birleşmenin kışkırttığı tedirginlikten doğan bir bilinçte yatıyor; hem Anakara hem de Hong Kong, arada geçen dönemde radikal bir değişim geçirmiş olsa da, o dönemde kendine özgü hatlar kazanan Hong Kong kimliği, bugün protestoların ana itici gücü. Protestoları tetikleyen ilk mesele – Özel Yönetim Bölgesi’nin Başkan ve idare konseyinin genel oya dayalı bir seçimle belirlenmesi çağrısı – Büyük Britanya ve ÇHC arasında birleşmenin bir koşulu olarak 1984’te üzerinde anlaşılan Temel Yasa’ya dayanıyor. Temel Yasa uyarınca Hong Kong, devirden sonraki elli yıl boyunca “bir ülke, iki sistem” adı verilen bir sistem çerçevesinde, içeride kendi yasalarına göre, kendi Başkan’ı ve korporatist bir düzenleme çerçevesinde çeşitli işlevsel seçim bölgelerini temsil eden bir seçim komitesi tarafından seçilen bir yasama meclisi tarafından yönetilecekti. Bu düzenleme, açıkça Hong Kong’un ticari ve finansal yönetici sınıfını kayırıyordu; bu sınıf ise bir karşılıklılık ilişkisi çerçevesinde kendi çıkarlarını Komünist rejiminkilerle uyuşturmaya hazırdı. Hong Kong Özel İdari Bölgesi (ÖİB) bir anlamda “özel ekonomik bölgeler”in siyasi bir karşılığı gibiydi – ulusal egemenlikten taviz veren değil, egemen iktidarın bir uygulaması olarak oluşturulan bir istisna olarak şekillendirilmişti. Yönetişim ve hukukla ilgili her konuda ÖİB, Pekin’deki Ulusal Halk Kongresi’ne (UHK) karşı sorumlu olacaktı. Hong Kong’a UHK’da temsil hakkı tanındı, ancak bu yapıdaki tüm temsiller gibi bu da, halkın görüş ve şikayetlerinin demokratik bir şekilde ifade edilmesine imkan tanımaya değil, merkezi kontrolün gücünü sağlamlaştırmaya yaradı.
“Bir ülke, iki sistem” istikrarsız bir yapıydı. UHK için, kapısının eşiğindeki sömürgeciliğe son vermek ve bir buçuk yüzyıl önce kaybettiği toprakları geri almak vatansever gerekçelerle önem taşıyordu. Ancak, küresel ticari ve finansal bir merkez olan Hong Kong’un yeni gelişim projesinin stratejik önemi göz önünde bulundurulduğunda şehri teslim eden Büyük Britanya’ya bazı tavizlerin verilmesi kaçınılmazdı. Hong Kong’a tanınan özerklik Pekin hükümetinin iyi niyetine tabiydi. UHK gün gelip bu merkeze ihtiyaç duymazsa ne olabileceği 1980’lerde uzak bir ihtimal gibi görünse de 1990’lara gelindiğinde bir rakip olarak Şanghay’ın yükselişinden bahsedilmeye başlandı. Ticari ve finansal bir merkez olarak Hong Kong’a duyulan güveni azaltacak mevcut çalkantının, Şangay’da yeni bir finansal merkez kurma hazırlıklarını tamamlayan rejim açısından pek de arzulanmayan bir şey olmaması ihtimali yok değil.
'Sakin ol ve barışı yay' |
Bu sistem altında yönetişim meselesi ile ilgili de benzeri bir belirsizlik söz konusuydu. Temel Yasa, UHK tarafından belirlenecek koşullara tabi olmak kaydıyla, Hong Kong’da demokratik yönetim ve genel oyla seçim ihtimallerini dışlamıyordu. Demokrasiye dair umutları besliyor, ancak demokrasinin ne zaman ve nasıl uygulanacağına dair son sözü Pekin’e bırakıyordu. Hong Konglular Pekin hükümetinin canını sıkarsa – veya ülke içerisindeki koşullar bunu arzulanmayacak bir ihtimale dönüştürürse - tam demokrasinin tanınacağına dair kesin bir güvence yoktu. Şu andaki protestoların en acil meselesi de bu (1997’den bu yana bu görevde bulunan kendisinden önceki iki başkan gibi, Pekin’in kuklası olarak görülen Başkan Leung Chun Ying’e yönelik memnuniyetsizliğin yanı sıra). Hong Konglu demokrasi taraftarları açısından, adayları Pekin yanlılarıyla dolu bir seçim komisyonu tarafından dikkatle seçilen genel oya dayalı seçim, tam demokrasi vaadiyle dalga geçmekten öteye gitmiyor.
Hong Kong’da yeni bir politik bilinç
1997’de gerçekleşen devir, ve devrin koşulları, muhtemelen öngörülemeyen son derece çarpıcı bir sonuca yol açtı: Hong Kong toplumunun politikleşmesi. Hong Kong, bundan önce, uzun zamandır kültürel ve politik bir “çöl” olarak algılanıyordu. Britanya sömürge rejimi halkın enerjisini gündelik hayat mücadelesine ve güçleri yetenlerinkini, zenginlik arayışına yöneltmekte başarılı olmuştu. 1967’de, Anakara’da Kültür Devrimi zirvesindeyken işçi-işveren uyuşmazlıkları Pekin yanlısı solcuların yönetimindeki sömürge hükümetine karşı ayaklanmalara dönüştü. Ancak süreklilik taşıyan politik etkinlik, şehrin devriyle ilgili görüşmelerin yapıldığı dönemde, özellikle Pekin’de gerçekleşen Tiananmen hareketinin ön ayak olduğu kalkışma ile başladı. Son 25 yılda siyaset, ÇHC içerisinde çözülmeye karşı bir Hong Kong kimliğinin savunulması etrafında gelişti. Yeni bir politik bilinç, Hong Kong’a özgü bir sinema ve edebiyatın çiçeklenmesinde ifade bulurken, özellikle edebiyat, siyasi aktivizmi harekete geçirmede azımsanmayacak bir rol oynadı. İşin ironik tarafı, “bir ülke, iki sistem” politikasının amacı Hong Kong’un pürüzsüz bir şekilde ÇHC içerisine dahil edilmesini sağlamak olmasına rağmen, Hong Kong’un ülkenin geri kalanıyla arasındaki farkların kabulü, eski sömürgeyi ÇHC toplumunun geri kalanından farklılaştıran bir Hong Kong kimliğinin varlığını vurgulamış oldu.
Mevcut protesto eylemleri yönetişimle ilgili sorunlara ışık tuttu. Ancak bunlardan çok daha önemli olan, protestocuların siyasi tanınma ve hak taleplerine aciliyet kazandıran toplumsal gerilim ve ekonomik dönüşümler. Bunun önemli bir göstergesi gençlerin – henüz yirmi yaşında bile olmayanlar başta olmak üzere – protestolarda oynadıkları rol. Eylemcilerin liderlerinden biri olarak öne çıkan Joshua Wong 17 yaşında, yani şehrin devredildiği yıl olan 1997 doğumlu.
Wong’un temsil ettiği kuşak, derinleşen toplumsal ve ekonomik sorunlarla boğuşan bir toplumda büyüdü. Hong Kong’daki gelir uçurumu yeni bir şey değil, ama dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi burada da, zenginlik Pekin’le ittifak halindeki seçkin tabakanın elinde artan oranda yoğunlaştıkça eşitsizlik kritik bir düzeye ulaştı. 1997’den bu yana marjinalleştirme deneyimi, yeni zenginliğin sahibi Anakaralıların şehre hücum ederek fiyatları yükseltmesi, kamusal hizmetler – konut, sağlık ve eğitim dahil olmak üzere- üzerindeki baskıyı arttırması ve yeni kültürel çatlaklar oluşturmasıyla yoğunlaştı. Bazı Hong Konglu işletmeler birlikte yaptıkları ticarete bağımlı hale geldikleri Anakaralı müşterilerini tercih ediyor. 1990’larda Hong Kong’da yaşayan Anakaralılar, daha üstün bir kültür seviyesinden geldikleri iddiasındaki Hong Kongluların kendilerine yönelik önyargılarından şikayet ederlerdi. Şimdi bu durum tersine döndü. En görgüsüz Anakaralılar bile Hong Konglulara hakiki Çinli olmadıkları için hor görme eğiliminde, bu da ÇHC’nin diğer bölgelerdeki Çinli nüfuslara yönelik tavırlarını simgeliyor. Hong Konglular bir yandan Kuzey’den gelen “çekirge”lerden şikayet ederken, diğer yandan hiç de Konfüsyçü olmayan ama Konfüçyüs’ün soyundan gelen bir Pekin Üniversitesi profesörü Hong Kongluları sömürgeci geçmişleri tarafından bozulmuş “piçler” olarak niteliyor. Güneylilerin emperyal öncülleriyle ilgili şüphelerini paylaşan Pekin’deki merkezi hükümet, bir yandan Kanton dilinin kullanımını engellemeye çabalarken, diğer yandan “Çinlilik” hakkındaki kendi anlayışını yerel halka dayatmaya çalışıyor. İki yıl önce gerçekleşen ve Hong Kong okullarına “vatansever” bir eğitim müfredatı sokmak isteyen Pekin-destekli çabalara yönelik ve başarıya ulaşan protestoların şu andaki protestoların öncülü olduğunu hatırlayalım. Hong Kongluların vatansever olmaması değil mesele. Aslında son derece vatanseverler. Ancak vatanseverlikleri Hong Konglu kimlikleri vasıtasıyla şekileniyor, bu kimlik de Pekin’in silmek istediği devrin bir ürünü.
Hong Kong’daki kalkışma, kendisini belirleyen ekonomik sorunlar açısından başka yerlerde gerçekleşen “Occupy” eylemleriyle benzerlikler taşıyor. Kökleri aynı zamanda Hong Kong toplumunun özel koşullarında ve Pekin’le ilişkisinde. Bu hareketi 1980’lere kadar geri giden, ÇHC’nin asal bir bileşeni olduğu neoliberal küresel kapitalizmin yükselişinin ve küresel ekonomideki kaymalar tarafından yaratılan toplumsal ve politik gerilimlerin en erken ifadelerinden biri olan Tienanmen hareketinin dahil olduğu bir anlatının son bölümü olarak görmek mümkün. Protestoların demokrasi talepleri açık ki sadece “politik” değil. Demokrasi protestocular açısından sadece hayatları üzerinde biraz daha denetim elde etmek açısından değil, eşitsizliğin üstesinden gelebilmek açısından da önemli. Pekin’deki yetkililer bu bağlantının son derece farkında. Pekin’deki Tsinghua Üniversitesi’nden, hükümete Hong Kong konusunda danışmanlık da yapan bir hukuk profesörü geçtiğimiz günlerde demokrasinin Hong Kong’un kapitalist ekonomisinin iyi işleyişi açısından elzem olan varlıklı kesim için zorluk oluşturacağını açıkladı. Komünist Parti’nin kendisini zengin kapitalistlerin korunmasına adaması ironik gelebilir, ancak protestocuların mücadele ettiği günümüz ÇHC toplumunun gerçekliği bu.
Bu protestolar aynı zamanda 1980’lerde “anavatana” dönüş ihtimaliyle aciliyet kazanan bir Hong Kong kimliği oluşumunun da son bölümünü oluşturuyor. Bu da hükmettiği nüfus içerisinde ortaya çıkan kimlik taleplerini tehdit olarak gören bir rejim için ayrıca sorun teşkil ediyor. Hong Kong halkına talep ettikleri özyönetim hakkını tanımanın zaten rejime karşı isyan halindeki çeşitli etnik gruplar arasında ayrılıkçılığı teşvik edeceğini ve Han halkı arasında demokrasi aktivistlerini daha da canlandıracağını söylemek gereksiz. Daha önce Pekin yanlısı olan Tayvanlı Guomindang lideri Ma Ying-jeou geçtiğimiz dönemde “bir ülke, iki sistem” formülüyle birleşmeye karşı olduğunu duyurdu.
Protestolarda gençlerin rolü büyük. Eylemcilerin liderlerinden biri olarak öne çıkan Joshua Wong 17 yaşında, yani şehrin devredildiği yıl olan 1997 doğumlu. |
Hareketin gücü tükendi mi?
Hong Kong’daki protesto hareketinin bildirdiği hedeflere ulaşabilmesi için muhtemelen bir mucize gerekli. Tiananmen benzeri doğrudan bir çatışmadansa yetkililer bekle-gör politikası uyguluyor, hareketin gücünü tüketmesini, veya rakiplerinin onu geri çekilmeye zorlamasını bekliyor. Protestocularla günlük hayatın ve iş hayatının aksamasından kaynaklanan şehirliler arasındaki çatışmalar, hareketin gücünü tükettiğine dair işaretlerin şimdiden belirdiğini gösteriyor. Protestoculara saldıranlar arasında Triad çetelerinin üyeleri olduğundan şüpheleniliyor. Bu çete üyelerinin kime hizmet ettiğini ise şu anda kimse tam tahmin edemiyor.
Bu hikayenin bir sonraki bölümünün ne getireceği, en hafif ifadesiyle, belirsiz. Yirmi yıldır şekillenen bir hareketin birden yok olup gitmesi pek muhtemel değil. Hareketin çözmek üzere yola çıktığı sorunlar son derece gerçek, ve sorunların çözüleceğine dair çok az işaret var, hareketin kendisi ise zaman içerisinde direncini kanıtladı. Kendisi de bir demokrasi yanlısı olan Hong Kong Şehir Üniversitesi’nde Hong Kong-Anakara ilişkileri alanında ders veren Cheng Yu-shek, geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda şöyle dedi: “Buradaki bütün protestocular ve Hong Kong halkı, Çin’in liderlerinin taleplerimizi karşılama ihtimalinin son derece düşük olduğunu biliyor. (…) Bizim burada bulunma sebebimiz, ‘Vazgeçmeyeceğiz, Mücadeleye Devam Edeceğiz’ demek. Buradayız çünkü, direnmeye devam ettikçe en azından kaybetmiyoruz.”
*Bağımsız akademisyen, Eugene, OR