Koç Üniversitesi Yayınları’ndan bu ay yayınlanan ‘Yirmi Birinci Yüzyılda Türkiye’deki Yahudiler: Hoşgörünün Öteki Yüzü’ kitabıyla Hebrew University of Jerusalem’den Marcy Brink-Danan, Türkiyeli Yahudilerin özellikle 1992’den sonra yaşadıklarına odaklanıyor. Brink-Danan’la Türkiyeli Yahudilerin kimliğini, İsrail’e bakışlarını ve medyadaki temsillerini konuştuk.
EMRE CAN DAĞLIOĞLU
misakmanusyan@gmail.com
Türkiye, özellikle 1990’lardan itibaren çok kültürlü geçmişiyle yeniden tanışırken, Osmanlı’ya gelişlerinin 500. yılının kutlamaları vesilesiyle 1992 ve sonrasında Türkiyeli Yahudilere yönelik ilgi de artıyordu. Fakat buna rağmen Türkiyeli Yahudiler, haklarında en az bilgi sahibi olunan gayrimüslim toplumlar arasında. Koç Üniversitesi Yayınları’ndan bu ay yayınlanan ‘Yirmi Birinci Yüzyılda Türkiye’deki Yahudiler: Hoşgörünün Öteki Yüzü’ kitabıyla Hebrew University of Jerusalem’den Marcy Brink-Danan, Türkiyeli Yahudilerin özellikle 1992’den sonra yaşadıklarına odaklanıyor. Brink-Danan’la Türkiyeli Yahudilerin kimliğini, İsrail’e bakışlarını ve medyadaki temsillerini konuştuk.
-
Türk Yahudi kimliği nasıl kuruluyor?
Bu kimliğin önemli bir etmeni, kendi dışında kalan ulusal kolektivitenin kendilerini nasıl isimlendirdiği. Çok kültürlü Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e geçişin etkilerinin ‘öz’ Türk kimliğine olumlu bir sosyal değer atfetmesi sebebiyle isimlendirme de bu yeni birlikte yepyeni bir sembolik ağırlık oluşturmuş. Türk Yahudi kimliğinin isimlendirilmesi üzerine daha önce de çok yazmıştım, 2000’lerin başında Türkiye’de yaptığım saha çalışması sırasında beni çarpan konu da bu oldu. Yahudilerin bu bölgede 500 yıllık bir geçmişi olmasına, Türkiye vatandaşı olmalarına ve Türkçe konuşmalarına rağmen, Müslüman Türklerle gündelik temaslarında genellikle ‘yabancı’ olarak sınıflandırılıyorlar. Herhangi bir yerde Yahudi arkadaşlarım kendilerini tanıtırken, nereden geldiklerini, Türk olup olmadıklarını, nasıl böyle güzel Türkçe konuştuklarını açıklamak zorunda kalıyorlardı.
Bir diğer önemli etmen de Yahudi toplumunun tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toplum içi evliliğe atfettiği önem. Birçok bölgede bu, azınlıkların ortak hayatta kalma stratejisidir zaten, fakat bu, dışarıdan elitist bir pratik olarak algılanıyor. Hâlbuki bu, çoğunluk dini ve kültürü içinde kaybolmamak için devam ettirilen bir gelenek. Yine de Yahudilerin Müslüman Türklerin çalıştıkları ve eğlendikleri yerlerde çalıştıkları ve eğlendikleri gerçeğinin altını çizmek çok önemli. Aynı barlara gidiyorlar, aynı Filmleri izliyorlar, aynı kıyafetleri giyiyorlar, arkadaşları gibi Türkçe konuşuyorlar ve giderek artan oranda Müslümanlarla evleniyorlar. 1960’larda karma evliliğe çok nadir rastlanırken, 90’lar boyunca Yahudiler ile Müslüman arasındaki evlilik oranı yüzde 42’ye ulaştı. 1990’dan 2001’e kadar geçen süre zarfında, bu oran neredeyse ikiye katlanmış oldu. Türkiye, belki de bu kadar Yahudi’nin bu kadar Müslüman’la evlendiği dünyadaki tek ülkedir. Şunu da belirtmek gerekir ki, birbirleriyle evlenen Yahudiler ve Müslümanlar genelde dini pratiklerini uygulamayan seküler insanlar.
-
Türkiye’deki Yahudiler kendilerini ‘Türk’ kimliğiyle ne kadar özdeşleştiriyor sizce?
Elli yıl önce, Türkiyeli akademisyenler Türk kimliğini bir yerden kazandırırken, bir yerden kaybettiren bir denge üzerine kurmuşlar. Türkiyeli bir gayrimüslim Türk vatandaşı kabul edilirken, asla Türk olamayacağı ileri sürülmüş. 2002-2003 yıllarında Türkiye’de yaptığım etnografik çalışmada, bunun bazen doğru olduğunu, bazen de olmadığını gördüm. Türkiyeli Yahudiler, elbette ki kendilerini Türk olarak görüyorlar. Kitap Türkçeye çevrilirken de bu konuda zorluk yaşadık. Çevirmenimiz kitabın ismini ‘Türkiyeli Yahudiler’ diye çevirmek isterken, ben ‘Türk Yahudileri’ kalmasında ısrarcı oldum. Yayınevinin editörleri, Türkiyeli Rumlar örneğini vererek ‘Türkiyeli’ sıfatını Türklüğü milliyetçileştirmemek için tercih ettiklerini söylediler. Fakat Yahudiler, Türk ulusal projesinin her zaman büyük destekçileri ve ilk savunucuları oldular.
-
Türkiye’deki Yahudiler, genellikle 1934 Trakya Pogromları, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül gibi yaşadıkları felaketler konusunda sessizdirler. Bu meşum hatıraları konuşmaktan neden kaçınıyorlar sizce?
Türk Yahudileri, Osmanlı’nın son dönemindeki Cumhuriyetçi tutumları dolayısıyla Türk hegemonyasıyla paradoksal bir ilişki kuruyorlar. Yahudilerin sadık tavrına rağmen, Cumhuriyet’in ilk yılları, azınlık dillerinin yasaklayan ve yıkıcı pogromların, gerçekleştiren bir yabancı düşmanlığına sahne oldu. Bu yıllar boyunca, Türk olmak ve yeterince Türk kabul edilmemek korkusu, İstanbul’daki Yahudiler ve diğer azınlıklar arasında, etnik azınlık dilleri yerine Türkçe konuşmak, isimleri ‘Türkleştirmek’ ve kamusal alanda farklı olduklarını belli eden her şeyi geri plana çekmek gibi çok sayıda imha edici sosyal pratiğin gerçekleşmesine neden oldu. Başlarından azınlıkların ekonomik ve sembolik varlığına kast eden bir vergi geçti. Bu süreç, 90’lara kadar devam etti ve bu süre zarfında Yahudiler, hayatta kalmak için ‘düşük profilli’ kalmayı öğrendiler. Daha da önemlisi, 1980’lerin sonundan itibaren Türkiye’deki Yahudiler hükümetin AB politikalarını desteklediler. Bu sebeple, Türkiye’nin ‘iyi azınlıklar’ı rolünü kamusal alanda üstlendiler. Genel olarak Ermeniler ve Rumlara kıyasla, Yahudiler, Osmanlı’nın kendilerini kabul etmesi ve diğer tarihsel dönemlerde, Türk hoşgörüsü mitini güçlendirici iddialar öne sürebilirler. Bu Avrupa halkları için çok önemli olmasa da, Yahudiler için kötü tarihsel anıları silmek veya en azından vurgulamamak anlamına geliyor.
-
• Türkiye’deki Yahudilerin hafızasında Türkiye’deki nüfuslarını erimesine yol açan bir olay olarak kazıdıkları bir şey var mı?
Yahudilerin Türkiye’den kötü anıları olduğu için göç ettiklerini düşünmüyorum. Bu yanlış bir niteleme olur. Türkiye’yi terk etmeyi düşünen çoğu Yahudi, kendilerini Türk hissetmelerinden ve burada yaşamaya devam edebileceklerini düşünmelerinden ötürü bunu biraz zorla yapıyorlar. Siyasi ve demografik gerçekliklerden endişe ediyorlar. Kitapta yer almayan bir makalemde, Türkiye’den göç eden Yahudi kadınların karmaşık duygularını konu etmiştim. Özellikle şunun altını çizmeliyim ki, her zaman başka bir seçenekleri olmadığını düşünüyorlar. Eğer Yahudi hayatına devam etmek istiyorlarsa, Yahudi bir erkekle evlenmek istiyorlarsa, bunu başka yerde denemek zorunda olduklarını hissediyorlar.
-
Türkiye’deki Yahudilerin İsrail’e bakış açıları nasıl? Hiç gitmemiş bile olsalar, İsrail’le ‘muhayyel memleket’ bağı kuruyorlar mı?
Baştan şunu söyleyeyim, Türkiye’deki Yahudilerin çoğu İsrail’e gidip geliyorlar ve orada yaşayan akrabaları var. ‘Muhayyel memleket’ kavramını ancak orada yaşamadıkları için kullanabiliriz. Türk Yahudileri ile İsrailliler arasındaki ilişki, İsrail’in kurulmasından sonra büyük bir göç yaşandığı düşünüldüğünde şaşırtıcı olmayacaktır. Sonuçta, şu anda yüz bin Türk Yahudisi İsrail’de yaşıyor. Yinde de Türk Yahudiler, İsrail hakkındaki bilgilerini genellikle kamusal alanda açık etmezler. Antisemitizm ve Türk Yahudileri ile İsrail arasındaki karmaşık ilişki, belki de İslamcı ve solcuların İsrail’i algılama biçimleri, Ladinoda ‘düşük profilli’ anlamına gelen kayadez olarak sürdürülmesine yol açar.
-
Türk Yahudileri, Türkiye-İsrail ilişkilerinden ve Türkiye’deki medyanın bu konuyu ele alma şeklinden nasıl etkileniyorlar?
2010’daki Mavi Marmara baskınının ardından Başbakan Erdoğan, İsrail’in tavrını mahkûm ederken, ancak bu durumun Türk Yahudilerine karşı antisemit eylemlere izin verilmeyeceğini ifade eden bir konuşma yapmıştı. Fakat neden yabancı bir ülkenin eyleminden dolayı Türk Yahudileri cezalandırılacaktı ki? Erdoğan, bu konuşmasıyla Türk Yahudileri ile İsrail arasında görünürde doğal ve mantıklı bir ilişkiyi güçlendirmişti. Bu konuşma, 2009’da bir Türk kulübünde gördüğüm bir karikatürü aklıma getirdi. Karikatürün üzerinde, ‘Köpekler girebilir, Yahudiler ve Ermeniler giremez’ yazıyordu. Bu iki örnekten anlıyoruz ki, İsrail dışında yaşayan Yahudiler, geçmişte de bugün de paradoksal bir durum içindeler. Diaspora Yahudileri, İsrail’e dair ne hissederlerse hissetsinler, İsrail’de yaşamadıkları için siyonist ilkelere tabi değiller. Aynı zamanda, İsrail’e göç etmeyip Diaspora’da yaşamayı sürdürdükleri için ‘anavatan’ın çekiminden daha güçlü bir bağla yaşadıkları yere bağlılar. Bu sebeple, Türkiye medyasının kötü şöhrete sahip olduğu Yahudi ve İsrail kimliklerini bir araya getirme meselesi, tam anlamıyla talihsizlik. Bunu Yıldız Tilbe’nin Hitler’i övmesinde ve Ankara Belediye Başkanı’nın onu desteklemesinde tekrar gördük. Bunun Türk Yahudilerinin yaşadıkları, askerlik hizmetlerini yaptıkları, çalıştıkları, evlendikleri kendi ülkelerinden şüphe duymalarına sebep olacak kadar onları üzdüğünü düşünmek zor olmasa gerek.
-
Kitapta ‘mutlu rüya yılı’ olarak tanımladığınız 1992’den sonra, Yahudi kimliğinde bir değişim tespit ettiniz mi?
Bence en büyük değişim, şaşırtıcı olmayacak biçimde AKP’nin yükselişinin ardından gerçekleşti. Yahudiler ve diğer Türkler, AKP’nin Türk egemenliğinin eski biçimini reddedişini kabul etmekte ciddi anlamda zorlandılar. Gezi olaylarından bu yana, bütün ülke Türklüğün ne anlama geldiğine karar vermeye yönelik çaba harcamış gibi görünüyordu. Avrupa’nın küresel siyasi ve ekonomik sistemde giderek belirginleşen zayıflığının da büyük etkisi var. Türkiye artık AB’ye katılma konusunda çok çok daha az ilgili ve bu durum, herkes gibi Yahudileri de çok yakından ilgilendiriyor. 1992’de, Yahudilerin Osmanlı’ya gelmelerinin 500. yılının kutlamaları çerçevesinde, Türkiye’deki Yahudilerinin hayatına yönelik büyük bir ilgi vardı, fakat o günden bu yana, bu anlamda çok şey değişti elbette ki.
Kozmopolitlik kapalı kapılar ardında
-
Kitabınızda kozmopolit yapının Türkiye’nin tanıtımında sıklıkla kullanılması ile Yahudi toplumunun kimliğini açıkça ifade edememesi arasındaki çelişkiden bahsediyorsunuz. Ne tür bir çelişki bu?
Türkiye’deki Yahudilerin kozmopolitliği kapalı kapılar ardında sürdürdüğünü gördüm, fakat şunu biliyoruz ki, vatandaşlık modelleri, Yahudilerden ve diğer gayrimüslimlerden görünür olmamasını istiyor. Silmek, Türk Yahudileri tarafından Türkler içinde asimile olmak için çalışılmış bir strateji. Yahudilerin uzun süreli asimilasyon çalışmalarına rağmen, Türk milliyetçileri, solcuları ve İslamcıları halen kozmopolitliği bir tehlike olarak görüyor. Avrupa Kültür Başkentliği kapsamında, gündelik hayatta çoğunluktaki insanların hoş göreceğinin çok daha ötesindeki farklılıkları takdir etmekte sorun yaşanmıyor.