‘Müslümanlaşmış Ermeniler Türkler, Kürtler ve Ermeniler arasında köprü olacak’

Raffi Bedrosyan’ın ‘Trauma and Resilience, Armenians in Turkey: Hidden, not hidden and no longer hidden’ (‘Travma ve Direnç, Türkiye’deki Ermeniler: Gizli, Gizli Olmayan, Artık Gizli Olmayan’) başlıklı kitabı Londra merkezli Gomidas Enstitüsü tarafından yayınlandı. Bedrosyan’ın aile hikâyesiyle başlayan kitapta, yazarın son yıllarda Türkiye’deki faaliyetleri, Türkiye’deki Müslümanlaşmış Ermeniler, Türkiye-Ermenistan ilişkileri, geçmişle yüzleşme ve kimlik üzerine pek çok yazısı yer alıyor. Toronto’da yaşayan inşaat mühendisi, yazar ve piyanist Raffi Bedrosyan, Türkiye – Ermenistan ilişkileri, Müslümanlaşmış Ermeniler, 1915’ten arda kalan Ermeni kiliselerinin tarihi üzerine yazılarıyla biliniyor. Raffi Bedrosyan kitabının hikâyesini anlattı.

vardbalian@gmail.com

Kitap neyi konu alıyor?

Bu kitap İngiltere’deki Gomidas Enstitüsü tarafından yayınlandı; içinde benim son yıllarda yazdığım 63 makale yer alıyor. Kitapta her ne kadar benim özel hayatım ve ailem hakkında birkaç hikâye olsa da kitaptaki konular genellikle Türkiye’deki Ermeniler, gizli Ermeniler ve son zamanlarda kimliklerini açık yaşamaya başlayan Ermeniler hakkında. Kim bu gizli Ermeniler? Gizli Ermeniler, 1915 soykırımından sağ kurtulup Türk yetimhanelerinde, Türk ve Kürt ailelerin evlerinde zorla Müslümanlaştırılmış, Türkleşmiş veya Kürtleşmiş Ermeni yetimler, yani soykırımın yaşayan kurbanları. Bu yaşayan kurbanların bir kısmı kendi anne babalarını katleden insanları yeni aileleri olarak kabul etmek zorunda kaldı. Ama çok zor şartlara rağmen Ermeni kimliklerini unutmadılar, bir sır gibi sakladılar ve çoğu zaman ölmeden kısa süre önce bu sırrı yeni nesillere aktardılar. Soykırımdan yaklaşık yüz yıl sonra gizli Ermenilerin bugünkü nesillerinden bazıları büyük bir cesaretle Ermeni köklerine geri dönmeye, Ermeni dilini ve kültürünü tekrar bulmaya karar verdiler. Bu kitap, gizli Ermenileri son yıllarda bu kararı almaya cesaretlendiren bazı etkinlikleri ve bu etkinliklerde az da olsa benim rolümü anlatmayı amaçlıyor.  

Peki nedir bu etkinlikler?

Diyarbakır’daki Surp Giragos Kilisesi’nin restorasyonu bu etkinliklerden bir tanesi. Ortadoğu’nun en büyük Ermeni Kilisesi olarak bilinen Surp Giragos, 1915’te Osmanlı ordusu ve ona bağlı Alman subaylar tarafından ordu karargâhı olarak kullanılmıştı. Diyarbakır’ın Ermeni toplumu şehir dışına çıkarılıp katledilirken kilisenin Çan kulesi de yöredeki minarelerden yüksek diye Almanların top atışıyla yıktırılmıştı. Cumhuriyet’ten sonra Sümerbank deposu olarak kullanılmış, sonra geride kalan az sayıda Ermeni cemaatine geri verilmiş, ama onların da göçüyle harabeye dönmüş bu yıkık kilise, 2011’de Surp Giragos Kilisesi Vakfı tarafından restore edildi. Kilisenin tekrar ortaya çıkması hem Diyarbakır’da hem de Anadolu’nun başka yörelerinde yıllarca Müslümanlaşmış, Türk ve Kürt olarak yaşayan gizli Ermenilere güç verdi. Bir piyanist olarak benim kilisede verdiğim konserler, ardından başka sanat etkinlikleri, sergiler, konferanslar toplumu canlandırdı. Diyarbakır, Dersim ve İstanbul’da Ermenice dil kursları açıldı, ardından ben bu insanlar için Ermenistan’a bazı geziler tertipledim. Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden bu gezilere katılanlar, Ermenistan’da yıllardır görmedikleri akrabalarıyla buluşanlar oldu. Bazıları Ermeni kimliğine dönmekle yetinmeyip vaftiz olup Hıristiyanlığa dönüş yaptı. Bu etkinlikler gizli Ermeniler arasında dayanışmanın artmasına yol açtı. Ayrıca, geçmişteki zorluklara ve anlaşmazlıklara rağmen bu ‘azınlık içinde azınlık’ olan insanların Türk, Kürt ve Ermeni toplumlarında hoşgörü ve kabul görmelerine de yol açtı. Maalesef bu ümit verici gelişmeler, 2015 sonrasında Türkiye’de başlayan çatışmalar yüzünden yarıda kaldı. 

Kitapta günün sonunda ne Türkiye’de, ne de Kanada ve Ermenistan’da kendinizi tam olarak evdeymiş gibi hissedebildiğinizden bahsediyorsunuz. Bu şekilde ‘Ermeni Soykırımı’nın devam eden miras ve travması’ ile yaşamak nasıl bir his?

Ermeniler 1915’te binlerce yıl kök saldıkları topraklardan uzaklaştırılınca ortaya çıkan diaspora halkı bir köksüzlük travmasına girdi. Ermeni halkı göç etme veya ettirilme durumunda kendi anayurtlarından önce Suriye, Lübnan, Mısır gibi Arap ülkelerine veya İstanbul’a, daha sonra da buralardan Avrupa ve Amerika’ya gitmek zorunda kaldı. Gittiğimiz yerlerde ne kadar da başarılı olsak, yerleşik halktan ne kadar da daha iyi durumda olsak, yine de bir köksüzlük veya yabancılık söz konusu. Umarım halkımızın üçüncü göçü artık asıl köklerimize doğru, Ermenistan’a olacak.

Kitabınızda Bolsahay’ların (İstanbul Ermenileri) diaspora olmadığı ve Ermenistan – Artsakh – Diaspora üçgenine sığmadığından bahsediyorsunuz. Üçgenin tam ortasına yerleştirmeyi öneriyorsunuz. Neden?

Ermeni dünyası çoğu kimse tarafından Ermenistan, Artsakh/Karabağ ve Diaspora halkları olarak bir üçgen şeklinde tarif edilir. Ama Türkiyeli Ermenileri bu üçgenin hangi ayağına yerleştirmek mümkün bilemiyorum. Binlerce yıl yaşadıkları topraklarda zor şartlarda hâlâ yaşamaya devam eden Türkiyeli Ermenileri, ki buna gizli Ermeniler de dahil, bu nedenle üçgenin ortasında tarif etmeyi uygun buluyorum. 

Osmanlı’da 1915 öncesi yaklaşık 2300 Ermeni Kilisesi, 700 de Ermeni okulu olduğundan bahsediyorsunuz. Günümüzde ise 34 kilise ve 18 okul var. Diyarbakır’daki Surp Giragos Kilisesi’nin restorasyonu önemli bir olaydı ve bunda sizin rolünüz büyük. Günümüzde kilise kapalı ve kısa süre içerisinde etrafında topladığı cemaat dağılmış veya kabuğuna çekilmiş vaziyette. Bu durumla ilgili ne düşünüyorsunuz?

1915’te Ermeni halkının yok edilmesiyle birlikte onlardan geride kalan kültürel, sanatsal zenginlik de yok edildi, koca bir medeniyetin izleri silinmeye çalışıldı. Sadece Doğu’daki Ermenilerin tarihi topraklarında değil, Anadolu’nun her köşesinde yer alan Ermeni kiliseleri, okulları, mezarlıkları yok edildi, yıktırıldı, Ermenilerden kalan mal, mülk, arazi ne varsa devlet tarafından veya Türk ve Kürt yöneticiler tarafından gasp edildi, üstüne oturuldu. Bu çok üzücü bir durum. Devletin resmi tarih tezi sadece soykırımı inkâr etmiyor, bu diğer tarihi gerçekleri de inkâr etmeye devam ediyor. Bu şartlarda Diyarbakır Surp Giragos Kilisesi’nin restorasyonu adeta bir mucize idi. Son çatışmalar sırasında da üzücü durumlar meydana geldi. Devlet kiliseyi ve kiliseye ait birçok mal varlıklarını kamulaştırdı; yüz yıl sonra kilise tekrar devlet güçlerinin karargâhı olarak kullanılmaya başlandı. Kilisenin içi ve dışı çatışmalardan zarar gördü, bazı mallar çalındı. Ama Kilise Vakfı’nın ve azimli başkanı Ergün Ayık’ın çalışmalarıyla hem kilise tekrar geri alındı, hem de devlet zarara uğrayan kiliseyi tamir etmeye ikna edildi. Ve şimdi restorasyon ihalesi tamamlanarak tamir çalışmaları başladı. Kilisenin tekrar halka açılmasıyla Ermenilerin orada toplanıp sosyal, kültürel dayanışma etkinliklerine başlayacağını ümit ediyorum. 

Türkiye – Ermenistan normalleşme sürecinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Sevgili Hrant Dink’in çok doğru bir şekilde tanımladığı gibi 1915 hakkında Ermenilerin travma, Türklerin de paranoyadan kurtulabilmesi için birbirlerinin doktoru olması ve reçete olarak diyaloğu seçmesi şart. Ama geçmiş hakkındaki diyaloğun tarihi gerçeklere dayalı olması da şart. Gelecek hakkındaki diyaloğun iki komşunun da çıkarına olması için o kadar ortak kazanç var ki… Demokratikleşme yolunda şimdilik Türkiye’de belirli bir duraksama olsa da er veya geç iki komşunun birbirleriyle ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi işbirliğine başlayacaklarını ümit ediyorum. 

 Kitap başlığı hakkında neler söyleyebilirsiniz? Neden travma ve direnç?

 Kitaba seçtiğim başlıkta travma ve direnç kelimeleri var. Bunlar hemen hemen her Türkiyeli Ermeninin hissettiği duygu ve düşünceler; bütün makalelerde geçen ortak iki tema. Bir tarafta kendilerine yönelik ayrımcılık, ırkçılık, nefret, tehditler yüzünden ailesini, işini, evini, hayatını kaybetme korkusu, diğer taraftan gerçekleri inkâra ve adaletsizliğe karşı hissettikleri öfke ve isyan, Türkiyeli Ermenileri travmaya sürüklüyor. İkinci tema ‘resilience’ – direnç; hemen hemen her Türkiyeli Ermeninin sahip olduğu dayanıklılık, esneklik, yeni şartlara uyma gibi kabiliyetleri onlara hayatta kalma içgüdüsü sağlıyor.  Benim hayatımda da, İstanbul’da büyürken, bazı travmalar oldu ve bunları bazı makalelerde dile getirmeye çalıştım. Tabii travmayı Ermeni köklerine dönmek isteyen gizli Ermeniler, açık Ermenilerden daha da fazla hissediyorlar. Toplumun Ermenilere karşı olan tepkisine ilaveten bir de Müslüman Türk veya Kürt olarak tanınmış ailelerinin kendilerine karşı tepki ve tehditlerine maruz kalıyorlar. Türkiye’de birçok yazar, sinema sanatçısı, şarkıcı ve akademisyen Ermeni köklerini ölene kadar gizlemeye mecbur kalıyorlar. Kitabımın önsözünü yazan ünlü avukat sevgili Fethiye Çetin’in kaleme aldığı ‘Anneannem’ kitabi, gizli Ermenilerin travmasını öyle içten bir şekilde anlatıyor ki… 

Bu kitap neyi amaçlıyor?

Bu kitabi yazmamın başlıca amaçlarından biri okuru şu sorular hakkında düşünmeye yöneltmekti. Kim Ermeni olabilir? Ermeni olmanın şartları nelerdir?  Ermeni ana babadan doğmak şart mı? Ermenice bilmek şart mı? Hıristiyan olmak şart mı? Yoksa, köklerinin Ermeni olduğunun bilincine vardıktan sonra, bütün risklere ve tehditlere rağmen, Ermeni olmak isteği, Ermeni kimliğine, diline, kültürüne dönme arzusu yeterli mi? Ve de birisi Ermeniliğe dönmeyi arzuluyorsa, buna evet veya hayır demeye kim karar verebilir? Ermenistan hükümeti mi? Ermeni kilisesi mi? Yani Ermenistan’daki Eçmiadzin mi, yoksa İstanbul’daki Türkiye Ermenileri Patrikhanesi mi? Cemaat önderleri mi? Cevaplarını şimdilik bulamazsak bile hiç olmazsa soruları sormaya başlamalıyız; zira Ermeni köklerine dönmeyi arzulayan gizli Ermeniler hepimizin sevgisini, saygısını ve desteğini hak ediyorlar. Bu insanlar Ermenilerle Türkler ve Kürtler arasında barış içinde yaşama mücadelesinde bir köprü olacaklar diye düşünüyorum.  

 
(Not: Kitaba https://www.amazon.com/ sitesinden veya books@gomidas.org adresine yazarak ulaşmak mümkün.)


Kategoriler

Toplum



Yazar Hakkında