Hıraç Pehlivanyan, kimi içinde sürüklendiği, kimi kafa tuttuğu yolculuğunu yalın bir dille anlatırken, ‘benden geriye ne kalmalı’nın sorumluluğunu da aktarıyor. Herkesin bir yanı var Bizim Sokağın Çırağı’nda.’
PAKRAT ESTUKYAN
Çok bilinmezli bir serencamın keyifli bir okumaya dönüşmesiydi elimdeki kitap. Bilinmezlerden biri bizatihi eserin müellifiydi. İlk kez duyuyordum Hıraç Pehlivanyan adını. ‘Bizim Sokağın Çırağı’ bir özyaşamöyküsü. İlk sayfalarında bir ‘içindekiler’ bölümü aradı gözlerim. Ara başlıklar üzerinden fikir sahibi olmaya çalışıyorum. Bir bilinmez de burada çıktı karşıma. Arka sayfadaki kısa nota göz attım; ‘Bizim Sokağın Çırağı, sorgulanarak içselleştirilmiş bir yaşamın anıları. Tanıklıklar sıcak; anlatılanlar gerçek; günü gününe tutulan notların yazma aşkına dönüşmesi. Hıraç Pehlivanyan, kimi içinde sürüklendiği, kimi kafa tuttuğu yolculuğunu yalın bir dille anlatırken, ‘benden geriye ne kalmalı’nın sorumluluğunu da aktarıyor. Herkesin bir yanı var Bizim Sokağın Çırağı’nda.’
Şehrin öte yakasından
Bu notun yanında küçük de bir fotoğraf. Bilinmezler devam ediyor, tanımıyorum bu yüzü. Sonra başlıyorum kitabın sayfalarını çevirmeye. Kısa, çok kısa bir özyaşam notu ile karşılaşıyorum. Hıraç Pehlivanyan 1947 doğumlu, Kadıköylü. Simasının tanıdık gelmeyişi anlaşılıyor biraz. Şehrin öte yakasından. Ardından bir ipucu; Perşembe Pazarı. Arkadaşım Sarkis’e soruyorum Hıraç Pehlivanyan’ı. “Tenis oynar” demekle yetiniyor.
İstanbul yılın en sıcak günlerini yaşıyor, her gün birkaç kez terleme nöbetlerine tutuluyoruz. Ter fışkırıyor saç diplerimizden. Ne duş almak fayda ediyor, ne vantilatör ne de klima. Üstelik klima soluduğumuz havayı da bozuyor. Elimizdeki bilinmezse 600 sayfa. Bir saatlik okumadan sonra kitabın 60 sayfası geride kalıyor; arasız fasılasız geçmiş bir 60 sayfa bu. Bu kadarlık bölümde Zeynep Kamil Doğumevi’nden başlayıp Kadıköy’deki Aramyan Okulu’ndan, Yeldeğirmeni’nden Moda’ya, SurpTakavor Kilisesi’nden Robert Koleji’nin yokuşlarına, memleketin belki de tek bahçesiz okulu Getronagan’ın nafile sınıflarına uzanan baş döndürücü bir yolculuk bir nefeste okunmuştu sanki.
İşin sırrı da belli olmuştu, başlangıçtaki çok bilinmezlik teker teker çözülüyor, kitapta anlatılan hiç tanımadığım insanlar çok tanıdık imgelere dönüşüyordu. Yazarın babası marangoz Berç örneğin ya da amcası Deli Zaven. Yazar, Berç veya Zaven’i anlatırken ben aynı huya suya sahip benim akrabalarımı anımsıyorum ve işin bu noktasında da kitabın toplumsal değeri ortaya çıkıyor.
‘Bizim Sokağın Çırağı’ bir İstanbul anlatısı aynı zamanda. İstanbullu bir Ermeni’nin yaşanmışlıklarında onun ait olduğu kuşaktan pek çok insanın hissedeceği, paylaşacağı anlatılar var bu kitapta.
Mevsimin en sıcak günlerini yaşıyorsak işte sizi bunaltmayacak bir dolu yaşanmışlık. Okuyun, çağrışımlarında kendinizi bulun diye.