Bir ömür gizlenen kimlikler

‘Vartanuş'un Ali'si yıllarca kimliğini saklamış bir Ermeni gelinin dramından yola çıkarak yazarın babasının yaşamını anlatıyor.

BANU YILDIRAN GENÇ

2015'e bir yıl kala yıllardır saklanan, sır kabul edilen Ermenilerin trajik hikâyeleri daha sıklıkla karşımıza çıkmaya başladı. 100 yıldır üstü kapatılmaya çalışılan bir gerçeklik artık karşımızda; saklanamaz, yok sayılamaz durumda. Yavaş da olsa bir şeylerin değiştiğini görmek, en azından insanların bu sırları anlatmaya başlaması insana umut veriyor.

Bir babaanne hikâyesi

‘Vartanuş'un Ali'si de yıllarca kimliğini saklamış bir Ermeni gelinin dramından yola çıkarak yazarın babasının yaşamını anlatıyor. Aysel Kılıç Karslı'nın babaannesi olan Vartanuş, evlendiği gece askerlerin önüne katılarak 2 gün aç ve susuz yürütülmüş, uğradıkları ilçede üstünde gelinliğinin olmasının getirdiği şansla kaymakamın dikkatini çekmiş, onun evine aşçı olmuştur. Ailesinden geriye kalan çok azdır; bir kız kardeşi Cemile adını almış ve Samsun'a gitmiş; erkek kardeşi ve annesi yolda eşkıyalar tarafından öldürülmüş, babası ise Suriye'deki kamplarda yaşadıktan sonra Amerika'ya göç etmiştir.

Sultan adını alan Vartanuş, kaymakamın evinde canla başla çalışır, okuma yazma bildiğinden çocukları eğitir, dokuma bildiğinden kadınlara dokumacılık öğretir. Daha sonra çıkan bir kısmetiyle evlenir ve dayakla, acıyla geçen bir yaşama adım atar. Bu yaşamda adına, dinine, kaybettiği ve bir daha göremeyeceği ailesine, severek evlendiği ve düğün günü ayrıldığı nişanlısının anısına yer yoktur.

Birçok çocuk doğurur, bazıları ölür. Yazarın babası olan Ali Kılıç hayatta kalan iki çocuğundan biri ve bir gece sırlarını anlattığı sırdaşıdır. Kocasından “gavur dölü” sözünü işite işite dayak yiyen, çocuklara Ermenice ninni söylenmesi yasaklanan, ailesinden bihaber yaşamaya çalışan, gerçek adını kullanamayan bir kadındır Vartanuş, dinini ve adını değiştirmek zorunda kalan binlerce Ermeni kadını gibi.

Vartanuş'un hastalanıp ölmesinden sonra hikâye Ali'nin cahil babasından çektiklerine doğru bir yön değiştirmekte;  Ali zar zor okur, Köy Enstitülü bir öğretmen olur, ömrü boyunca din, ırk, mezhep ayrımı yapmadan çevresine yararlı bir insan olmaya çalışır. Yazar Aysel Kılıç Karslı'nın da son sözde yazdığı gibi 90'lı yaşlarda da olsa annesini unutamayan biri olarak yaşananları tüm gerçekliğiyle duyurmaya vesile olur.

Resmi tarihin bizlerden sakladığını sözlü tarihle, ailelerin hikâyeleriyle öğrenebiliyoruz maalesef. En ateşli insan hakları savunucuları bile soykırım sözcüğünü kullanıp kullanmama konusunda hâlâ tedirgin. Oysa şu kitapta yaşananları okuyan, Doğu Anadolu'da herhangi bir aileden yaşananları dinleyen bir insanın yapılanı tehcir diye adlandırılması öğrendikleriyle çelişir. Aysel Kılıç Karslı da romanında çoğu zaman tehcir sözcüğünü kullanmakta, sadece bir yerde soykırım demekte. Bu çok önemli olmasa da şöylesi resmi tarih kokan cümlelere rastlamak yadırgatıyor okuru: “Bazı Ermeniler dış güçlerle işbirliği içindeydi. Dış güçlerin de kışkırtmasıyla bazı Ermeniler Türk köylerini basmış, bazı Türkler de Ermeni köylerine baskın düzenlemişlerdi. Osmanlı hükümeti de Ermenilerin tehcirine karar vermişti.”

Tarihsel olaylar böyle ders kitabı cümleleriyle açıklanırken, yaşanan, duyulan olaylar tüm gerçekliğiyle ve oldukça çarpıcı bir biçimde aktarılıyor. Sarıkamış'tan dönerken önce çarıklarını, sonra da ölmüş ve yabani hayvanlar tarafından yenmiş bir eşeğin kuyruğunu kemire kemire hayatta kalan bir başka Ali'nin hikâyesi, Vartanuş'un baba evini bulup oraya dönmesiyle duvardaki iğnelikte asılı kalan iğneyi ve ucunda sallanan yorgan ipini görmesi ve bu görüntünün yarattığı acı gibi detaylar çok güçlü.

Bunların dışında, bir insanın babasının biyografik romanını yazması zor olsa gerek ki anlatılan Ali Kılıç, romanda mükemmel özellikleri olan bir tipten sıyrılıp karakter özelliği kazanamıyor. Annesi öldükten sonra yatağına uzanıp ağlarken aklından geçen “Yakında anamın kokusunu yel, yerini de el alır” düşüncesinin 9 yaşındaki bir çocuğa uymaması gibi.

Bunların dışında, romanı bölerek aynı bir halk hikâyesinde olduğu gibi ağıtlara, ninnilere, manilere yer verdiği bölümler de var Aysel Karslı'nın. Bu şiirlerin bazıları Vartanuş'un ağzından yazılmış, bazıları babasına, bazıları da kendisine ait.

Nadya, Mayrig vs…

Yer yer tekrarlanan bilgiler —Kör Fadik'in adının nerden geldiği gibi—, birden yok olan karakterler —İstanbul'a giden doktor enişte ve teyze gibi—, sonlara doğru hızlanıp roman kurgusundan çıkıp biyografiye dönen bölümler olsa da, Aysel Kılıç Karslı'nın attığı son derece önemli bir adım. Kitapta Nadiye olmuş Nadya'ları, Meryem olmuş Mayrig'leri okudukça, her ailenin böyle bir sırrı olabileceğini göreceksiniz. Yıllarca saklanan bir sır ve dünyanın en ağır yüküyle yaşamış, belki kimselere anlatamamış kadınlar... Öldürülmekten kurtulmuş, fakat askerlere, doktorlara, hükümet görevlilerine bazen evlatlık, çoğunlukla hizmetçi olmuş, adını, dinini değiştirmiş, günü geldiğinde de uygun bir kısmetle evlendirilmiş Vartanuş'lar...

Fethiye Çetin'in ‘Anneannem’inin açtığı yolda ilerleyen bu anlatılar, seneye yüzüncü yılını dolduracak bu acıyı anlamamıza, bu ağır yükü taşımamıza yardımcı olacak.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ