Kuir: İçindeki devleti iptal et

Geçen pazar beşinci kez yapılan Trans Onur Yürüyüşü ve bu pazar on ikincisi düzenlenecek Onur Yürüyüşü’nü fırsat bilerek, Agos’un kültür-sanat sayfalarını iki haftalığına bu görünürlüğü takip eden bir dosyaya ayırdık. Bu hafta Tuğba Esen, İstanbul’da ilk Onur Haftası’nın düzenlediği 1993 yılından bugüne sanatta olan biteni, Rahmi Öğdül'le konuştu.

Gülsün Karamustafa, geçen yıl Salt’taki retrospektif sergisinde de gördüğümüz ‘Çifte Hakikat’ adlı yerleştirmesinde, gerçek hayatta karşılaştığı kadın kıyafetleri giymiş, makyajlı bir erkek modeli yeniden üretmiştir. FOTOĞRAF: BERGE ARABIAN

TUĞBA ESEN
ztugbaesen@gmail.com

Kuir kültürün ve LGBTİ bireylerin ifade biçimi olarak sanatı, Rahmi Öğdül’le tartıştık. Kuir kültüre dair kavramları, kuir temaların sanattaki ilk örneklerini konuştuğumuz akademisyen, sanatın pırıltılı dünyasıyla LGBTİ bireylerin günlük hayatta maruz kaldıkları baskı arasındaki tezata dikkat çekerek; LGBTİ duyarlılıkların yansımasının sanat alanıyla kısıtlı kalmaması gerektiğini vurguladı.  Bu duyarlılıkların gündelik hayata taşınması içinse sokağı işaret etti.

  •  Kuir kültür, kuir sanat tanımlamalarından ne anlıyoruz?

Kuir kelimesi, Batı dillerindeki kökenine baktığımızda; bükülmüş, yamuk, eğri büğrü anlamını taşır. Dolayısıyla kuir deyince, bükülmüş bir beden aklıma geliyor. Bu bükülmüş bedenleri de 17. yüzyılda, Barok dönemde görüyoruz. Rönesans dönemindeki dik (straight) bedenlerin yerini, Barok döneminde kuirleşmiş, dolayısıyla kimliğini yitirmiş bedenler alıyor. Örneğin iki ayrı Davut heykeli vardır; biri Michelangelo’nun, diğeri ise Bernini’nin. Michelangelo’nun Rönesans döneminde yaptığı, karşıdan dümdüz bakılmak için tasarlanmıştır. Bernini’nin Barok heykeline baktığımızdaysa eylem halinde bükülmüş bir beden görürüz. Dolayısıyla bu heykel, izleyiciyi de hareket etmeye zorlar. Kuir, başlangıçta eşcinselleri aşağılamak için kullanılan bir sözcük olsa da, dayatılan normdan sapanları ya da iktidarın hakikat çemberinden dışlanmışları, her türlü kimlikten kaçanları, yani çokluğu da kapsayacak bir sözcük haline geliyor zamanla.

  • Peki kuir kültür bir başkaldırı veya ifade biçimi olarak sanata ne zaman girdi?

Heteronormatif dayatmanın dışında kalan diğer bedensel duyarlılıklar, sanatta hep vardı. Kuir kavramını, toplumun heteronormatif yapılarını deşifre edici, bu normatifliği bozucu her türlü sanat üretimini içerecek şekilde genişletebiliriz. Eğer sanatta bir form dayatılıyorsa, kuir formsuzlaşmadır; formla formsuzluk arasındaki, sürekli hareket halindeki, oluş halindeki öznenin yakalandığı andır. Dolayısıyla belirli bir kimlik üzerinden kuiri anlatmak çok zor. Örneğin bu yıl Eurovision yarışmasını kazanan Conchita Wurst... Norm sınırlar koyuyor; kuirse o sınırların bulanıklaştığı bir alana tekabül ediyor.

Solda, Michelangelo’nun  Rönesans döneminde yaptığı ‘straight’ Davut. Sağdaysa, Bernini’nin eylem  halindeki ‘kuir’, Barok Davut’u. 
  • Conchita Wurst, geniş kitleler tarafından izlenen uluslararası bir etkinlikte yer alarak hem çok tepki aldı, hem de destek gördü. Sonuçta Eurovision 2014’ün birincisi seçildi. Diğer taraftan plastik sanatlar veya çağdaş sanat, daha dar bir kesime hitap ediyor. İktidar ve halktan fazla ilgi görmeyen, daha korunaklı sayılabilecek bir alan. Hatta izleyicisinin de kuir kültüre daha ılımlı yaklaştığı söylenebilir. Bu yüzden LGBTİ bireylerin kimliklerini daha rahat ifade edebildikleri bir alan olabilir...

Evet, her zaman öyle olmuş. LGBTİ bireyler, kendi kimliklerini doğrudan ifşa edemedikleri zamanlarda, sanatta bir özgürlük alanı yakaladı. Zeki Müren’den tutun diğer sanatçılara kadar... Fakat bu, aynı zamanda çelişkili bir durum yaratıyor. Toplumdaki normatif ilişkiler devam ederken, sanat sanki sahte bir özgürleştirici alan gibi duruyor. Biliyoruz ki LGBTİ bireyler günlik hayatta sürekli ayrımcılığa, baskıya maruz kalıyor. Ama sanata gelince, birdenbire pırıltılı bir alana geçmiş oluyorlar. LGBTİ duyarlılıkların yansıması, sanat alanıyla kısıtlı kalmamalı, gündelik hayata da taşmalı. Bunu da Kaos GL ve diğer örgütler yapıyor; sokağa çıkıyor ve “Biz varız” diyorlar.

  •  Zeki Müren, Huysuz Virjin, eğlence dünyasının önemli bir parçası olan ‘drag queen’ler... Bu tür toplumsal normların dışına taşan ama yine de toplum tarafından kabul edilmiş, sevilmiş isimler var. Bununla beraber, performans sanatçısı Şükran Moral, 2010 yılında, Galeri Zilberman’da yaptığı ‘Amemus’ performansının ardından, sanat camiası da dahil, toplumun değişik kesimlerinden oldukça sert tepkiler aldı. Moral’in performansı, galeriye konan yatakta, ziyaretçiler önünde bir hemcinsiyle sevişmesini içeriyordu. Sanatçıya ve galeriye yöneltilen tehditler sonrasında, güvenlik nedenleriyle sergi kapatıldı. Belki bu verdiğim örnekler, kendi içinde çok farklı dinamikler içeriyor. Fakat yine de sormak istiyorum; bu ikilik neden kaynaklanıyor?

Şükran Moral, Galeri Zilberman’da, pek çok yerleşik anlayışı yıkan bir performans yaptı. Sadece cinsiyetlendirilmiş bedenlerin sınırlarını ihlal etmekle kalmadı; aynı zamanda sanat, sanatçı, galeri gibi sanat dünyasının önceden tanımlanmış alanlarını da yerle bir etti. Diğer taraftan bu cinsel performans, heteronormal bir performans değil; lezbiyen bir ilişkinin gösterimiydi. O gün hepimiz, galeriye bir sanat olayı izlemek için gitmiştik; fakat performans başladıktan sonra, tüm bildiklerimizi yitirdik. Galerinin ‘beyaz küp’ü, lekesiz, steril ortamı bir yatak odasına dönüştü. Sanatçı, sanatçı kimliğini yitirerek, bedensel bir varlığa dönüştü; kendisini arzuların akışına kaptırdı. Bizler oraya birer sanatsever olarak girmiştik; fakat sanatçının yapmış olduğu performanstaki bu bedensel, akışkan ortam bizi de bozdu. Bir röntgenci gibi olanları izlerken, biz de kirlenmeye başladık. Dolayısıyla müthiş bir rahatsızlık oldu. Diğer örneklere gelince; orada tanımlı bir alan var aslında. Batı’daki ucube geleneği gibi... Eskiden cüceler, sakallı kadınlar, fil adamlar sirklerde gösteri amaçlı kullanılır, seyirlik nesnelere dönüşürdü. Sanat alanı da, bir anlamda gösteri toplumunun üretiminin yapıldığı yer. O yüzden buradaki LGBTİ bireyler de, birer seyirlik nesneye dönüşebiliyor. Toplum onların, eğlence sektörünün, toplumdan çitlerle ayrılmış alanında var olmasına tahammül edebiliyor; fakat günlük hayatta, özellikle trans bireylerle bir arada yaşamak istemiyor, mahallesinden kovabiliyor.

  • Aradaki bu çitleri nasıl kaldırır, gerçekten bir arada yaşamak için neler yapabiliriz?

Dışsal farklılıkla bir arada yaşamak, öncelikle bedenlerimizin içindeki farklılıkları keşfetmekten geçiyor. Kendimizi, bedenlerimizi norma göre biçimlendirirken, içimizde barındırdığımız farklılıkları, çokluğu çitlerin ötesine sürgüne gönderdik. Sürgüne gönderdiğimiz çokluk zaman zaman tekinsiz ziyaretlerde bulunur bize ve korkuya kapılırız. Bedenlerimizi, her türlü çokluğu bastıran, çitlerin dışına iten despot bir devlet gibi inşa ettik ve devletin bu tekçi tavrı yıkılınca sürgüne gönderdiğimiz çokluğun geri geldiğini ve pekâlâ bir arada yaşayabildiğini Gezi Parkı’nda gördük. Bedenlerimizi tektipleştiren içimizdeki devleti iptal ettiğimizde, tüm farklılıklarımızla bir arada yaşamanın mümkün olabileceğini söyleyebilirim.

Etiketler

LGBT kuir sanat