Müstehcenliği bir “Arınma süreci” olarak gören Miller'ın başı dertten kurtulmayan ve zamanında Türkiye'de de yasaklanan esas romanlarından Oğlak Dönencesi uzun bir aradan sonra sansürsüz olarak Siren Yayınları'yla Türkçede.
FATİH GÖKHAN DİLER
Ne zaman bir tabu yıkılsa iyi bir şey olur, hayat veren bir şey”. 1961'de verdiği bir röportajda böyle diyordu Henry Miller; “Tabular ne de olsa hastalıklı zihinlerin ürünüdür, bir artıktır, yaşamaya cesaret edememiş, din ve ahlak adı altında bize bunları dayatan korkak insanlara ait olduğunu söyleyebilirsiniz.”
1934'te Paris'te yayımlanan ilk romanı ‘Yengeç Dönencesi'nden bu yana onun yazınıyla karşılaşanların hemen hepsi, olumlu veya olumsuz anlamda her zaman aşırı tepkiler vermiş ve bunun nedeniyse sıklıkla Amerikalı yazarın romanlarında cinselliği tüm açıklığıyla kullanması olmuştu. Müstehcenliği bir “Arınma süreci” olarak gören Miller'ın başı dertten kurtulmayan ve zamanında Türkiye'de de yasaklanan esas romanlarından Oğlak Dönencesi uzun bir aradan sonra sansürsüz olarak Siren Yayınları'yla Türkçede.
Toplatıldı, imha edildi
Türkiye'de ilk kez 1985 yılında Can Yayınları tarafından yayımlanan ‘Oğlak Dönencesi’ müstehcen içeriği nedeniyle önce Küçükleri Muzır Neşreyattan Koruma Kurulu tarafından mahkemelik oldu ve sonra toplatıldı; üç yıl süren davanın ardından da kitaplar imha edildi. ‘Oğlak Dönencesi’ sonraki dönemde Türkiye'de sansüre karşı dayanışma açısından da önemli bir dönüm noktasını simgeledi. 39 yayınevi bir araya gelerek 1995’te kitabı tekrar bastı. Ancak bu kez de Mahkeme kararıyla kitapta sakıncalı bulunan yerlerin üzeri siyah kalın bantla kapatılmış ve şu not düşülmüştü: “Böylelikle suç öğelerini kitaptan kaldırmış olduk. Oğlak Dönencesi adlı o güzelim kitabını, biraz oyuncaklı da olsa, yeniden günışığına çıkarmaktan kıvanç duyuyoruz. Artık Türkiye'de kimse bu kitabını suçlu sayarak toplatamayacak. İşte sana bizden küçük bir doğum günü hediyesi. Şimdilik elimizden gelen bu kadar. Sana ve Oğlak Dönencesi’ne daha nice yüzyıllar...”
Miller'in yaşadığı zamanın ruhuna uygun şekilde, romanlarının müstehcenlik üzerinden algılanması anlaşılır ve aynı zamanda kaçınılmaz bir durum. Miller neredeyse bütün edebiyatını, cinselliğin İngilizce edebiyatta büyük bir tabu olduğu dönemde kaleme aldı. Bu, Amerikalı yazarın şahsi mücadelesiydi ve onun bir romancı ve entelektüel olarak kimliğini oluşturan şeydi. Cinsel özgürlük onun gözünde, kişisel, toplumsal her anlamda tanımlanabilecek özgürlükleri kapsayan daha büyük bir meselenin parçasıydı ve modern edebiyatta ve düşünsel arenada etkilerini hissettiğimiz temel bir mücadeleydi. Bu açıdan eserinin 'müstehcenlik' yönüne duyulan bu denli güçlü bir saplantı bir anlamda talihsizlik olmuştur.
‘Pornografiye karşıyım’
Henry Miller'ın sık alıntılanan bir lafı vardır, “Müstehcenlikten yanayım ama pornografiye karşıyım”. Yazının başında da bahsettiğim, 1961 yılında Paris Review'a verdiği röportajda bunu şöyle açıklar: “Basit aslında. Müstehcenlik doğrudandır ve ponografiyse meselenin etrafında dolanır. Ben gerçeklerin söylenmesi gerektiğine inanırım, gerekirse soğuk ve sarsıcı olsun ama gizlenmesin. Başka bir deyişle, müstehcenlik bir arınma sürecidir, oysa pornografi biraz daha kasvet ekler.”
Henry Miller, kimsenin kayıtsız kalamadığı bir efsaneydi, bir tür kültürel kahraman ve hatta çok daha fazlası. Brooklyn yıllarını anlattığı ‘Kara İlkbahar’, 1920'ler boyunca kendini bulmak için yaşadığı mücadeleyle ‘Oğlak Dönencesi’, ‘Seksus’, ‘Pleksus’, ‘Neksus’ üçlüsü ve 1930'lardaki Paris maceralarıyla ‘Yengeç Dönencesi’... Bütün bu önemli eserleriyle kendine has yeni bir tarz geliştirdi ve yarı-otobiyorgrafik denen bu tarz sayesinde Henry Miller'ın tüm hayatını, ‘gevşek bir serseri anlatıcı’nın ağzından dinledik.
Miller'in ülkesine geri dönüp ‘Big Sur’, Kaliforniya'ya yerleşmesiyse bir romancı olarak arkasında bıraktığı mirasın ötesinde toplumsal olayları tetikleyen bir momentum yarattı. Miller, özellikle 'Yolda'nın yazarı Kack Kerouac olmak üzere daha sonra ‘Beat Kuşağı’ olarak adlandırılacak sanatçıları etkisi altına alan bir anti-kahraman oldu. Beat Kuşağı'nın 1950'lerin San Fransisko'sunda kristalize olarak 1960'lardaki Hippi akımına dönüştüğünü de ekleyelim.
Miller büyük bir romancı olmanın dışında, zihnini sanat ve kişisel özgürlük alanlarına yorarak büyük bir bedel ödedi. On yıllar boyu fakirlikle savaştı, kitapları yasaklandı ve kendi ülkesinde ona karşı düşmanca davranıldı; bilmediği ve yaşamadığı ülkelerde düşman edinmeye devam etti. Miller'ın 80 yıl önce ilk romanıyla gösterdiği cesur duruş bugün hâlâ çok değerli. Siren Yayınları'na ve çevirmen Avi Pardo'ya da ‘Oğlak Dönencesi’ için gösterdikleri özveri için teşekkürü bir borç biliriz.