Laurent Mignon'un geçtiğimiz ay yayımlanan ‘Hüzünlü Özgürlük: Yahudi Edebiyatı ve Düşüncesi Üzerine Yazılar’ kitabında bir araya getirilen yazıların tamamı, farklı ülkelere ve dillere dağılmış Yahudi kültürü üzerine. Ancak bu yazılar aslında bize başka kültürler hakkında soru sorma imkânı da sağlıyor.
MURAT CANKARA
Bayram, ‘Bir Başkadır Benim Memleketim’ şarkısıyla gelir Türkiye'ye; şarkı ise bayrakla. Doğal güzellik ve kalkınma imgelerinin art arda sıralandığı, ulusal sembollerle ve son derece dışlayıcı bir çoğullukla süslenmiş olan klibi de talepkârdır: vatanı sev (ya da terk et), bana oy ver, paranı bizde değerlendir vb. Memleket bir değişik, orası kesin. Peki ya işgüzarın biri çıkıp, ortalama Türkiyelinin ruh tellerini titreştiren bu şarkının bestesinin New Yorklu Yahudi şair, yazar ve gazeteci Moşe Nadir'e ait olduğunu yazsaydı, yine titrer miydi teller?
Laurent Mignon'un geçtiğimiz ay içerisinde yayımlanan ‘Hüzünlü Özgürlük: Yahudi Edebiyatı ve Düşüncesi Üzerine Yazılar’ kitabından alınmış bir bilgi yukarıdaki. Mignon, Türkiye'deki edebiyat çalışmaları açısından önemli bir isim. Zira burada ders verdiği yıllarda yönettiği lisansüstü tezlerle ve yazdığı yazılarla, gayrimüslimlerin kültürel üretimlerinin görünürlük kazanmasında çok önemli bir rol oynadı. Başlıktan da anlaşılacağı üzere, bu son kitabında bir araya getirilen yazıların tamamı, farklı ülkelere ve dillere dağılmış Yahudi kültürü üzerine. Ancak bu yazılar aslında bize başka kültürler hakkında soru sorma imkânı da sağlıyor.
Bir dil nasıl kurtarılır?
'Bir dili kurtarmak bir dünyayı kurtarmak anlamına gelir' diyen Mignon, XIX. yüzyılın sonunda İbranicenin yeniden dirilip ana dil konumuna gelmesinin kimi dilbilimciler tarafından nasıl başka diller açısından ibret verici bir hikâye olarak değerlendirildiğinin altını çiziyor. Burada ilginç bir örnek var: Avustralya yerli dilleri söz konusu olduğunda, dili canlandırmaya çalışırken özleştirmecilik, yani saflık arayışı başarıya engel oluyor. Diğer bir deyişle, bir halkın uzun zamandır ana dil olarak kullanmadığı bir dilin yeniden sahiplenilmesi ancak o dilin melezliğinin, başka dillerin o dil üzerindeki etkisinin kabulüyle mümkün olabiliyor. Modern İbranicenin Klasik İbranicenin bir devamı mı yoksa Filistin'deki ilk Yahudi yerleşimcilerin ana dilleriyle etkileşim içinde ortaya çıkmış melez bir dil mi (mesela 'İsrailce') olduğu da bu bağlamda gerçekleşen bir tartışma. UNESCO'nun ölen diller kategorisine aldığı Batı Ermenicesinin bugününe ya da on dokuzuncu yüzyılda ana dili Türkçe olan Ermeniler tarafından yeniden sahiplenilmesi sürecine bu açıdan bakmaya değer.
Yahudi edebiyatı nedir?
Hangi ülkede, hangi dil ve alfabeyle yazılır? Dinle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir Yahudi'nin yazdıkları Yahudi edebiyatından sayılır mı? Yoksa 'edebiyatı' yerine 'edebiyatları' mı demeli? İsrail vatandaşı bir Filistinli olan Anton Şammas'ın İbranice yazdığı ‘Arabeskler’ romanını nereye yerleştireceğiz peki? Yahudi entelektüellerin farklı dillere ve alfabelere dağılmış kültürel üretimine dair bu sorular pekâlâ başka kültürler için de sorulabilir. Sahi, Ermeni edebiyatı derken Ermenilerin Türkçe yazdıklarını ne yapıyoruz? Dahası, ‘öteki’nin dilini sahiplenmek, onun dilinde yazmak; neden?
Barış planı ve şiir
Mignon'un farklılıklara duyarlı, özcü yaklaşımları ve tekillikleri sorguluyan; ayrımcılığa uğrayan, dipnotlara sıkışan, unutulan isimlerle okurunu buluşturan yazıları aynı zamanda gayet politik. Örneğin bugün Avrupa'daki Müslüman göçmenler sorunuyla bundan yüz yıl öncesinin antisemitizmi arasındaki paralelliğe; bazı oryantalistlerin İslâm eleştirisiyle Aydınlanma düşüncesinde örneklerini bulabileceğimiz Yahudilik eleştirisi arasındaki benzerliklere dikkat çekiyor. Yani bir yandan ötekileştirme mekanizmalarını tarihselleştirirken diğer yandan önümüzdeki tehlikelere dikkat çeken yazılar bunlar. Şeylerin politize olma konusunda birbiriyle yarıştığı ve siyasetin 'ciddi' ağırlığı altında ezildiği bir dünyada kültürden, edebiyattan, hatta şiirden vazgeçmeden politik olmak takdire şayan bir başarı. 'Araplarla Yahudilerin bir arada var oldukları metinsel bir ülke'den söz edebiliyor Mignon ve soruyor: 'Kutsal Topraklar'da uygullanabilir bir barış planının temeli oluşturulurken şiirin karşılaştırmalı incelenmesinin de bir rolü olabilir mi?'
Antropolog Mary Douglas ‘Saflık ve Tehlike: Kirlilik ve Tabu Kavramlarının Bir Çözümlemesi’ (1966) başlıklı klasik çalışmasında, sınıflandırılamayan şeylerin nasıl evrensel olarak kirlilik sayıldığı ve tehdit olarak algılandığından; insanın, düzensiz olana düzen dayatmak için sınır ihlallerini cezalandırma eğiliminde olduğundan, normaldışılığa ve muğlaklığa karşı tahammülsüzlüğünden söz ediyor. Mignon'un aralarında 'sınır tanımayan hahamlar'ın dolaştığı satırları işte bu kirliliği kucaklıyor.