Küresel ısınmanın olumsuz etkilerini yaşamamız ve iklim değişikliğini kontrol altına alabilmemiz için atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun en fazla 350 ppm olması gerekiyor. Halbuki yapılan bütün hesaplamalar, oluşturulan iyi durum senaryoları ve projeksiyonları yoğunluğu 450 ppm’in altında tutabilmeye yönelik.
CEREN SOLAK
cerensolak@gmail.com
Dünya Meteoroloji Organizasyonu tarafından yapılan açıklamaya göre Nisan ayında Kuzey Yarımküre’de karbondioksit seviyesi insanlık tarihinde ilk defa 400 ppm seviyesine ulaştı.
Sanayi devrimi ile birlikte fosil yakıtların yaygın bir şekilde kullanılmasına başlandığından beri atmosferdeki yoğunluğu %40 artan ve şu an 400 ppm olan karbondioksit yoğunluğu hızla güneye doğru yayılıyor. İlk defa 2012 yılında kaydedilen yüksek değerler artık Kuzey Kutbu Bölgesi ilkbaharları için norm olarak kabul ediliyor. Geçtiğimiz günlerde NASA İklim Değişikliği departmanı tarafından yapılan açıklamaya göre Kuzey Kutbu Bölgesi’ndeki batı buzul tabakasında geri dönüşü olmayan bir erime hali içine girdi ve bu bölümün tamamı eriyerek denize karışacak ve su seviyesini yükseltecek. Söz konusu buzullar deniz seviyesinin yükselmesine zaten fazlasıyla katkıda bulunmuş durumda; her yıl Grönland büyüklüğünde buzul tabakası eriyerek denize karışıyor. Bu buzul bölgenin tamamı küresel deniz seviyesini 1,2 metre yükseltmeye yetecek kütleye sahip ve bilimadamlarının tahmin ettiğinden çok daha hızlı bir şekilde eriyor. Elde edilen yeni bulgular ileriye dönük projeksiyonların güncellenmesini gerektirecek kadar önemli. Ne yazık ki güncelleme sonucunda ortaya çıkacak tablo öncekinden de karamsar bir tablo olacak.
450 ppm’de tutabilirsek büyük başarı
Dünya Meteoroloji Organizasyonu, 2015 ya da 2016 yılında yıllık küresel ortalama karbondioksit yoğunluğunun 400 ppm’in üzerine çıkacağını düşünüyor. Atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun bu kadar artması, küresel ısınmayı ciddi oranda artıracağı için atmosferde daha fazla ısı hapsedilecek; bu da sıcak hava dalgaları, kuraklık ve deniz seviyesindeki yükselmenin ciddi miktarda artması anlamına geliyor. Günümüzden 800.000 yıl öncesine kadar atmosferik karbondioksit yoğunluğu 180 ppm ile 280 ppm arasında dalgalanma gösterdi; 2000 yılından itibaren karbondioksit seviyesi 370 ve 380 ppm arasında değişmeye başladı ve muhtemelen milyonlarca yıldır 400 ppm seviyesinin üzerine hiç çıkmamıştı.
Küresel ısınmanın olumsuz etkilerini yaşamamız ve iklim değişikliğini kontrol altına alabilmemiz için atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun en fazla 350 ppm olması gerekiyor. Halbuki yapılan bütün hesaplamalar, oluşturulan iyi durum senaryoları ve projeksiyonları yoğunluğu 450 ppm’in altında tutabilmeye yönelik. Yani, 200 hükümetin üzerinde anlaştığı bütün hedefleri gerçekleştirip karbondioksit yoğunluğunu 450 ppm’de tutabildiğimiz takdirde bile küresel sıcaklık 2 °C artış gösterecek.
Kıtlıklar, salgın hastalıklar, savaşlar
IPCC raporunun Çalışma Grubu 2 tarafından hazırlanan 'Etkiler, Uyum ve Kırılganlık' raporunda belirtildiği gibi iyi durum senaryosu olan 2 °C’lik artış korunamazsa, dünyayı korkutucu bir gelecek bekliyor. Azalan tarım ürünlerini telafi edebilmek için daha çok tarım yapılacak, bu sebeple işçi gücü tarım alanlarına kanalize olacağı için başka işlere daha az insan gücü kalacak. Yiyecek fiyatları arttıkça, insanlar ucuz yiyeceklere ağırlık verecek ve normal hayatlarında yaptıkları diğer harcamaların çoğundan vazgeçmek zorunda kalacaklar. Bu da tüm iş sektörlerinin ciddi bir darbe almasına sebep olacak. İklim değişikliği, işçi, sermaye, toprak ve su konularında inanılmaz bir rekabet yaşanmasına sebep olacak.
Bilimadamları, iklim değişikliğinin özellikle tropikal kuşakta bulunan ve gelişmekte olan ülkelerdeki fakir toplumların yasam koşullarını daha kötü bir hale getireceği konusunda hemfikir. Sıtma ve ishal gibi iklimle alakalı hastalıkların oranında artış olacağı ve bu tür hastalıklar çocukların zihinsel ve fiziksel gelişimini doğrudan etkilediği için çocuk ölüm oranlarında artış olacak. Ölüm oranlarının artması ebeveynleri daha çok çocuk yapmaya itecek, dolayısıyla çocukların bakımı ve gelişimi için ayrılan bütçelerde ciddi düşüş olacak.
Giderek azalan toprak, su ve yiyecek kaynakları sebebiyle ekonomik krizlerin ve fakirliğin artacak, bu durum hem iç savaşları hem de ülkelerarası savaşları tetikleyecek. Tabi ki, tüm bu gelişmeler ölümleri ve istikrarsızlığı arttırarak tüm dünya ekonomilerine ciddi darbe vuracak.
Sanayinin ve toplumların iklim değişikliği sebebiyle yer değiştirmeleri ekonomisi çok güçlü ülkelere bile milyonlarca dolara mal olacak. Ülkelerin bütçe çalışmaları sırasında kuraklık, fırtına gibi aşırı hava olayları sebebiyle, özellikle alçak kesimlerdeki ve kıyı şeridindeki, altyapı, tarım, yerleşim bölgeleri ve sanayi alanlarında meydana gelecek olan zararları telafi edebilmek için ulaşım ve yeniden yapılanma gibi konuları göz önüne almaları gerekiyor.
İklim değişikliğine bağlı oluşacak zararların ve belirsizliklerin parasal boyutunun yanı sıra, para ile ölçülemeyecek etkilerini de göz ardı etmemek gerekiyor; insan ölümleri, türlerin soyunun tükenmesi, ekosistemlerin zarar görmesi, kültürel mirasın yok olması gibi… İnsanların, toplumların ve ekosistemlerin tüm dünya genelinde iklim değişikliğine karşı savunmasız olduğu acı bir gerçek. Bu savunmasızlığın oranı bulunulan yere göre değişiyor tabi, ama tüm bu olumsuz etkilerden kaçmak nerede olursanız olun mümkün değil.