M. Fikret Çoban, bu kez Türkiye’de yaygınca görülen siyasetten anlamama hastalığını ve siyaset yapma raporunu elde etme zorluğunu gündeme taşıdı.
M. FİKRET ÇOBAN
mfikret.coban@gmail.com
Geçen yazımdan sonra birçok mail aldım. Telefonum susmadı. Sabahları 3-5 tane alarmdan önce kendime gelemiyordum. Gelen yanıtların arasında duygu ve düşüncelerine tercüman olduğum için müteşekkir olanlardan tutun da, beni halkı hiç anlamamakla suçlayarak yerin dibine sokanlar, ordan da önde gelen teorisyenlerden bihaber kaldığımı üstüme ekmeye varana kadar çok çeşitli tepkiler vardı. Hâlbuki çok kısa boylu olduğumdan olsa gerek, eskiden beri sınıfta hep en önde otururdum, haliyle de benden önde gelen birine daha önce hiç rastlamamıştım. Tarih boyunca gayrımeşru statüsüne düşmekten kurtulamamış çeşit çeşit halka iktidar reçetesi yazarken, mahalleden arkadaşım ve adaşım Fiko'nun tepkisini dile getirmek için yolladığı yukarıdaki caps beni derinden yaralamıştı.
Bunun etkisiyle 3 hafta evden çıkamadım. Bu tür işlerin fıtratında olduğundan tam o sıralarda da yüzlerce kişi yer altından çıkamadı. Anlaşılan iktidarın ne olduğunu sokulduğumuz yerin dibinden anlamayacak ve öncelikle önde gelenlerin yer üstündeki meşruiyetine erişmemiz gerecekti. Fakat tedirginliğim dinmek bilmiyordu. Zira bizim nesilde sıklıkla rastlanan, çağın yaygın derdi olan siyasetten anlamama hastalığına yakalanmış olabilirdim.
Çare bulmak için her ne kadar hiç hazzetmesem de ilk olarak bir uzman doktora göründüm. Bana “siyaset yapabilir” raporu vermek için öncelikle iyi niyetimden yana şüpheye mahal vermeyecek kadar acı çekip çekmediğimin belirlenmesi gerektiğini aktardı ve elime plastik bir kap tutuşturarak, ‘Önce şunun içine bir ağla, gerekli testleri yapacağız’ dedi. Fakat bu da yeterli değildi. Siyaset malzememin de ulusal sağlık standartlarına uygun olması gerekiyordu. Zira devletimiz sağ olsun, bizi yaşatmakla yükümlü olduğu için ölümleri siyasete alet etmek gibi nankör bir davranış bozukluğu sergileyebilir ve milletin duygularını provoke edebilirdim. 1866 tarihli siyaset kılavuzu belgesinin güncellenememiş versiyonunu da ilgili kamuoyu önderlerinden temin etmek suretiyle gerekli izinler için bürokratik süreci başlattım ve evin yolunu tuttum. Dönerken trafiğe takılmıştım. Atlattığım dördüncü hayati kazanın ardından, artık çok affedersiniz kendimi tutamayarak bir yuh çektiğim gibi tokadı da yedim. Yolda rast geldiğim trafik canavarının da eğitiminden geçtikten sonra, artık toplumsal kurallara hâkim genel çatışma iklimine de alıştığıma göre, siyaset yapabilmek için gerekli bütün koşulları yerine getirdiğime dair inancım tamdı.
Gel gör ki, kazın ayağı öyle değildi. Ben bu işi ne sandımdı. Zira hasbelkader içine doğduğum sosyoekonomik sınıfın beyaz renginde cisimleşen bir dizi darbeci eğilimden ben de mustarip olabilirdim. Bunun için bitmek bilmez birtakım kontrollerden geçmem lazım geliyordu. Bildiğim kadarıyla fiilen bir suç olduğu hâlâ cümle âleme duyurulmak suretiyle teslim edilmemiş darbeciliğin, genetik olarak şahsıma kalmış olması durumunda, bilincime bu yönde bir bilgi gelmeksizin bütün eylemlerime sızması tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Bu tehlikeyi savuşturmak için cin çıkartmam gerektiğine dair resmi belge elime ulaştığında yeniden gerekli resmi mercilerin karşısına çıktım. Bunun sancılı bir süreç olduğu belirtilerek bir diyet yazıldı. Bu diyeti nasıl öderim diye derin endişelere gark olduğumda akşam olmuştu. Ama ben siyaset yapmayı niyeyse çok istiyordum. Başıma gelenlerin hesabını sormak için yanıp tutuşuyordum. Ama bunu yaparken yanlışlıkla birilerini devirmek niyetinde değildim.
Fakat en son yönetmeliğe göre, yeterlilik vermek için kendime bir çekidüzen vermem gerektiği ortaya çıkıyordu. Şaşmaz kanaat önderlerinin aydınlattığı yolda ilerlediğime emin olmam gerekiyordu. Buna dış görünüşümle başladım. Evdeki bütün pahalı eşyaların envanterini yaptım. Zira halka karışmam bekleniyordu. Üstüme kir pas bulaşacaktı. Marka ayakkabılarımın kirlenmesine gönlüm el vermezdi. Kutularına koyup dolaba kaldırdım. Artık halk adına söz söyleyebilir meşru bir görüntüye kavuştuğuma güvenim tamdı.
Derken müfettiş beyler geldiler. Beni bu saatte rahatsız ettikleri için hiç mahcup gözükmedikleri gibi zamanlama meselesine alışmam gerektiğini de ima ettiler. Gündeme getirmeyi düşündüğüm meseleye dair bir inceleme yaptılar ve doğru zamanı beklemem için bir sıra numarası verip beni düşüncelerimle baş başa bıraktılar. Koşulların oluşmasını beklemem gerekiyordu. Gözetmem gereken kamu hassasiyetlerinden yana sakın ola ki hataya düşmemem gerektiği gibi, büyük devlet ve benim iyiliğimi düşündüklerinden hiç tereddüt etmediğim yöneticilerimizi gücendirmek bana düşmezdi.
Kâğıttaki numaraya baktım, epey büyük bir sayıydı. Bana hiç sıra gelecek mi acaba diye endişeliydim açıkçası. Ama o kadarı da olacaktı artık, büyük devletin sayısı da büyük olmalı diye düşündüğüm. Öyle ki, devlet hızla büyürken benim gibi çapsızların bu hızı sekteye uğratmasının teklif edilmesi dahi düşünülemezdi. Boyum sadece sınıfta değil, devlet karşısında da küçüktü.
Bu da beni yıldırmadıysa artık önümde hiçbir engel duramazdı. Hâlbuki herhangi bir tavırda bulunmadan önce çevremin etkisi altında kalmadığımdan da emin olunması gerekiyordu. Yani ben iyi olabilirdim ama çevrem kötüydü bir kere. Buna istinaden adım başı çeşitli çevrelerin etkisi altında kalmadan hareket ettiğime dair güvence sunmak zorundaydım. Örneğin, bu yazıyı kaleme almadan önce “konu komşu ne der sonra” endişesi taşımadığımı baştan yasal bir uyarı eşliğinde vererek belirtmem gerekirdi.
Bütün bu aşamalardan geçtikten sonra artık bir şey söyleyecek takatim kalmadığı gibi bir şey söylememin doğru olmayacağına dair kanaat çoktan getirilmişti. Zira ben neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verecek konumda değildim. Söylenebilir olanın, söyleme şeklinin ve zamanlamasının sınırlarını tayin etmek başka haritacıların işiydi. Bu konumu işgal eden otorite kapılarının bekçilerinden ehliyet beklemem gerekiyordu. Hem insanın kendi kendine ehliyet verdiği nerede görülmüştü? İşte bu kaygılar eşliğinde adaşıma cevaben bir mektup kaleme almaya koyulduğumda artık ona neden bahsetmemem gerektiğine dair hafızam iyiden iyiye zayıflamıştı. Ben iyisi mi bir uzmana görüneydim.