Engin Taşkaya, Orhan Veli’nin büyük aşkı Nahit Hanım’a yazdığı mektupları içeren ‘Yalnız Seni Arıyorum’ kitabını yazdı.
ENGİN TAŞKAYA
Garip. Orhan Veli’yi düşündüğümde aklıma türlü gariplikler gelmesi, hakikaten garip. Mektuplarında sık sık bahsettiği imkânsızlıklar yüzünden, canım dediği kadını görmeye bir türlü gidemediği Ankara’da, yıllar sonra gidip de belediyenin kazdığı bir çukura düşüp, bu düşüşün de birkaç gün içinde ölümüne sebebiyet vermesi daha garip. Sunay Akın’ın deyişiyle, şiirden kovduğu uyağın gelip de mezar taşına konması çok daha garip: Orhan Veli / 1914 – 1950.
“Orhan Veli tamam da, Nahit Hanım kimdir?” Nahit Hanım, şairin kısacık hayatına ve kocaman yüreğine sığdırdığı aşkının biricik sahibi, “Rönesans gibi” bir kadındır. Dönemin sanatkâr ruhlu insanlarına yeri gelmiş ev sahipliği yapmış, evini ise adeta bir sanat albümüne çevirmiştir. Onu anlatırken şöyle der şair: “İnsanları sevmesini bilir / Yaşamayı sevdiği kadar.” İnsanları severdi Nahit Hanım, okuduğumuz kadarıyla. Peki ya Orhan Veli’yi ne kadar seviyordu? Aşkını kalbine, mektuplarını da sandığa gömen bu kadın, ona dair olan her şeyi yalnızca kendine saklamış. Hem de tam elli iki uzun yıl boyunca. Ölümünün ardından mektupların yayımlanmamasını tembihlese de, iki aşığın da aziz hatıralarına saygısızlık içermeyeceği düşünülen bu mektupların daha fazla karanlıklarda kalmasına göz yumamayan yayıncı, mektupları şairin yüzüncü yaş gününde gün ışığına çıkarmış.
Orhan Veli, naif, kırılgan ve çekingen o güzel adam. “Emin ol, dünyada hiçbir şeyden zevk almıyorum. Bütün bu tatsız günler içinde yalnız seni arıyorum. Bir müddet de böylesine tahammül edeyim. Bu bir türlü düzelmeyen bedbin hava, biliyorum, seni artık bıktırdı. Ama ne yapayım. Değişemiyorum.” Hüzünlü belki, belki de yaşamaktan yorgun Orhan Veli. Hem aşığını üzmemek için elinden geleni yapıyor, hem de bu kırılgan ve hüzünlü havayı ona anlatmadan edemiyor. O kocaman yüreğine elini daldırıp, hüznünü bulup, çıkarıp sevdiğine vermek istiyor sanki. Ama öylesine çekingen ki, elleri titriyor sevdiğini de hüzünlendirmemek için. Hüznünü yok etmek mi istiyor, yoksa onu paylaşmak mı? Bilemiyoruz. Benim bir cevap hakkım olsaydı eğer, Orhan Veli’nin hüzünlerinden uzakta Orhan Veli olarak kalamayacağını ve tüm inancımla hüznünü bu güzel kadınla paylaşmak istediğini söylerdim. Hüznü beraberce büyütmek belki de onlarınki…
Hüzün. Ve sefalet. Bir şair olarak geçinmesi çok zor Orhan Veli’nin. Lakin odalarda kapanıp memuriyet de yapamıyor. Sonuç parasızlık… ‘Denize Doğru’ isimli bir öyküsü vardır sonradan derlenen öykü kitabında. Şöyle der; “Beyaz kanatlı kuşlar, hep çığlık çığlığa, başımın üzerinde. İçimde sonsuz bir sevinç. Bağırmak istiyorum: ‘Boş ver!’ diye haykırmak istiyorum, ‘Beş liraya da boş ver.’” Odalara kapanmaktansa, deniz kenarında aç biilaç fark etmeden, beyaz kanatlı kuşlarla sevinç içinde bir hayattır onun düşlediği. Bir çorap alamadığına üzüldüğü bir günü açlık içinde geçirmenin sefaleti; bir beyaz ceketi vardır, hep onu giymenin sefaleti; yeni ceket için kumaş parası bulup da terziye vermenin ama hazırlanan ceketi alabilmek için gerekli olan parayı bulamamanın sefaleti… Ancak sanmıyorum ki bunların hiçbiri sevgilisinin, canı Nahit Hanım’ın yokluğunun sefaleti kadar dokunmamıştır o güzel ruhuna.
Mektupların yayımlanması, hem de âşıkların izni olmadan, kulağa ne kadar doğru gelir ne kadar yanlış bilinmez. Bunu isterler miydi diye sormuyorum bile ancak Nahit Hanım’ın mektupları ömrünün sonuna kadar gözü gibi saklayıp sonra da bir dostuna emanet etmiş olması, onların kaybolmaması için bir çaba sarf ettiğinin de bir göstergesi aynı zamanda. Her şeye rağmen, mektuplar “Yalnız Seni Arıyorum” diyerek okuyucunun eline ulaştı…