Resmi tarih, bize çocukluğumuzdan beri Osmanlı Devleti’nde kadının hak mücadelesi olmadığını, cumhuriyetle birlikte kadın ‘talep etmediği halde’ ona haklar verildiğini anlattı. Yıllarca anneannelerimizin yapıp ettiklerini bilmeden yaşadık.
EZGİ BERK
Osmanlı Devleti’yle ilgili enine boyuna çalışmalar cumhuriyet tarihinin ikinci yarısında hız kazandı, çeşitlenmeye başladı. Ancak ‘büyük adamların’ tarihinden sokaktaki, evindeki, sıradan insanın hayatına olan merakın geçmişi daha yenidir ve bu insanlarla karşılaşmak daha zordur; tarihi didik didik etmek gerekir. Sıradan insanın tarihine dair dönemin gazeteleri ve dergileri bize hayli bilgi sağlasa da esas olarak devletle, düzenle ters düştükleri durumlarda iktidar tarafından kayda geçmeye değer bulunmuşlardır. Kendilerini topluma ifade edecek bir mecra bulamayanlar arasında anılar, günlükler yazanlar olmuştur. Bu defterlere ulaşmak zordur ve titiz okumalardan geçmeleri gerekir. Başımızda Demokles’in kılıcı gibi sallanan resmi tarih anlatısını kovmaya çalışmak da cabası.
Resmi tarihe göre kadın hakları
Resmi tarih, bize çocukluğumuzdan beri Osmanlı Devleti’nde kadının hak mücadelesi olmadığını, cumhuriyetle birlikte kadın ‘talep etmediği halde’ ona haklar verildiğini anlattı. Yıllarca anneannelerimizin yapıp ettiklerini bilmeden yaşadık. Eş zamanda Avrupa’da olanları okuduk, yaşadığımız toprakları unuttuk. 1980’lerin baskıcı rejiminde dönüp geçmişe bakmaya cesaret eden kadınlar, Osmanlı kadınlarının mücadeleleriyle karşılaştı. Kurulan dernekler, çıkarılan gazetelerle sürekli erkek egemenliğine karşı ses çıkaran kadınların toplumsal alanda var olma çabası üzerine epey kalem oynatıldı. Bütün bu çabalar bize, resmi tarihin üzerine toprak attığı gerçekleri gösterdi.
Bu uzun soluklu çalışmalara bir katkı da geçtiğimiz günlerde ‘Haremden Kaçanlar’ adıyla yayımlanan kitap oldu. Bu kitap II. Abdülhamid’in istibdat rejimi sırasında nazır olan Nuri Bey’in iki kızının özgürlük arayışlarını anlatıyor. Roman tarzında yazılan eserin girişinde şöyle bir ibare yer alıyor: “Buradaki diyalogların hiçbiri uydurma değildir. Çeşitli tarafların yayımlanmış ya da yayımlanmamış hatıralarından aktarılmıştır.” Bütün diyalogların bundan yüz elli yıl önce sahiden ağızdan çıktığını, kalemden döküldüğünü bilmek başlı başına merak uyandırıcı. Sayfalar ilerleyip satırlar akarken dönemin en ünlü yazarlarından biri katılıyor iki genç kadının macerasına: Pierre Loti. Aralıklarla da olsa mektuplaşmaları, görüşmeleri sürüyor yazarla genç kadınların.
Nazır Nuri Bey’in kızları Nuriye ve Zennur’un yanlarında Fransız asıllı arkadaşları da var. Zaman zaman farklı arkadaşlarla yollarına devam etseler de adres defterleri kalabalık. Korku dolu ama özgürleşmeye kararlı henüz yirmi yaşına gelmemiş bu genç kadınlar, zor olsa da baskıcı harem hayatından Orient Express’e binip Avrupa’ya kaçarak kurtulmayı başarıyorlar. Avrupa’da tıpkı İstanbul’da olduğu gibi ayrıcalıklı hayatlar yaşıyorlar. Nuriye, Le Figaro gazetesinde kaçış maceralarını yazıyor. Bu kaçışın Osmanlı basınındaki karşılığı istibdat dönemine yaraşır şekilde, sansürlü. Gürültülü kaçışın etkisi azalıp Avrupa’da yaşamları görece düzene giren kız kardeşler, seyahatleri, Suffragette’lerle karşılaşmaları, yemekli davetlere katılmaları, buralarda kadınların konumu ve “Doğulu kültür” diye tabir ettikleri alışkanlıkları üzerine bol bol yazıyorlar. Kâh Avrupa’da da kadın özgürlüğünün sınırlarına dem vuruyor kâh feminizm eleştirisi yapıyorlar. Zaman ilerledikçe içlerindeki çelişkiler dökülüyor satırlarına…
Blogu da var
Kendi kaderlerini değiştirme şansı olan ve bu şansı ölümü göze alarak kullanan kadınların yaşam öyküsünü son derece akıcı bir üslupla anlatan yazar Alain Quella-Villéger’in ‘Haremden Kaçanlar’ adlı bir de blogu var. Yoğun emekle hazırlandığı, her satırında özenle işlendiği belli olan kitap, son satırı okuduktan sonra uzun uzun düşüncelere dalmamıza olanak sağlıyor. Akıl dehlizlerinde yeni yeni ufuklar açıp bizi kişisel hayat muhasebesine buyur ediyor.