Kasımpaşa’da sokağa huzmeler halinde nur yağar, hem Ay hem de Güneş, Koç Burcu’nun yirmi yedinci derecesindeyken ve aynı zamanda bir de kuyruklu yıldızın akıp gittiği rivayetleri ortalıkta dolaşırken bizim İdris Âmil Efendi Hazretleri’ni, nam-ı diğer Galîz Kahraman’ı anasının karnından doğurtuveriyor İhsan Oktay Anar. Doğuştan sünnetli bu Cenâb-ı Hakk dostunun, kitabın galiz kahramanı olması da, bu saatten sonra hiç de şaşırtıcı gelmiyor.
ENGİN TAŞKAYA
Kasımpaşa’da sokağa huzmeler halinde nur yağar, hem Ay hem de Güneş, Koç Burcu’nun yirmi yedinci derecesindeyken ve aynı zamanda bir de kuyruklu yıldızın akıp gittiği rivayetleri ortalıkta dolaşırken bizim İdris Âmil Efendi Hazretleri’ni, nam-ı diğer Galîz Kahraman’ı anasının karnından doğurtuveriyor İhsan Oktay Anar. Doğuştan sünnetli bu Cenâb-ı Hakk dostunun, kitabın galiz kahramanı olması da, bu saatten sonra hiç de şaşırtıcı gelmiyor.
Leonardo’dan Müellif Kursu’na…
İdris Âmil Efendi’nin kitap boyunca burnunu sokmadığı yer kalmıyor pek tabii. Doğup büyüdükten ve karşı cins bizimkinin ‘gönlünü kor, gözünü kör ettikten sonra’ bizimki öyle bir sanat aşkıyla yanıp da tutuşuyor ki efendimizin gizli bir hazine olup da bilinmek istemesi —haşa yaratandan sonra— pekâlâ anlaşılabilir! Malumunuz, bizim Efendi Hazretleri’nin karşı cinsin ilgisini pek başka türlü çekeceği de yok gibi. Durumu özetlemek gerekirse; kendisi ünlü ressam Leonardo’ya, altın oranı gösteren insan bedenini çizerken elips değil de daire kullandığı için sitem eder vaziyette. Anlayacağınız, elipsle gösterilen bir altın oran olsaydı kesinkes bizim İdris Âmil Efendimiz’in bedeninin kullanılacağını garanti edebilirdik, lakin elips yerine daire kullanıldığı için bizimkinin de sanatla ve şiirle karşı cinsin ilgisini çekmek istemesi pek de anlaşılabilir bir durum oluyor. Bunun için gidip de yazılıveriyor Ümmü Gülsüm Kıraathânesi’ndeki Avâma Açık San’atkâr Müellif Kursu’na.
Kitabın kahramanı: Efgan Bakara
İhsan Oktay Anar’ın kitabının ilk bakışta oldukça sıradan bir işleyişe sahip olduğunu söyleyebiliriz ama anlatıcının aktardığı, yazarımızın da pek bir özen ve nizamla dizdiği ince eleştiriler kitaba farklı bir boyut kazandırmış. İşte, bizim müellif kursundaki hocamızın işlediği dersler kitap boyunca Galîz Kahraman’a yoldaşlık ediyor ve bu derslere bizimki peyderpey katılıyor. Çoğunlukla bu derslerin hocası tarafından ayarlanan pek mühim misafirleri oluyor ki —hikâyenin geçtiği tarih için kesin bir şey söyleyemesek de— günümüz edebiyat dünyasını ve aydın görünümlü koftilerden oluşan güruhu eleştirmek için pek de müsait bir ortam oluşuyor. Ancak bu ortamda bile bizim İdris Âmil Efendimiz’in pek hazzetmediği, ara ara eğlenmek için yarenlik ettiği bir karakter, Efgan Bakara var ki, kendisi için kitabın kahramanı diyebiliriz. Bizim Efgan’ın kafası pek saf olmasının yanında biraz da çalışır. Bir garip anası vardır, onun dışında kimsesi de yoktur bu dünyada. Müellif kursundaki koftilere safdilliğiyle itiraz eden de bir tek bizim Efgan’dır. Bu yüzden kalabalığın öfkesini de üstüne çekmiştir haliyle. “Çünkü hayatın tekdüze ve tek sesli bir musikî gibi aktığı, sürprizler, şaşırtmacalar ve geniş interval sıçramalarıyla tatlı huzurlarının bozulmasını istemeyen miskin insanların yaşadığı bir yerde, ne yapacağı kestirilmez delilere, kısacası yeniliklere ihtiyaç yoktu.” Kitaptaki diyalektik bir anlamda, sıradanlığı ve başına ne gelirse gelsin sadece küçük âlemiyle meşgul İdris Âmil Efendimiz ve Efgan Bakara arasında sağlanıyor denilebilir.
Hırsızların muhtarı
Gelelim diğer karakterlere: Birbirlerine düşman radyocu ve tıp doktorunun ortaklığıyla hazırlanan, kanının kaynamasına ve delilik etmesine engel bir alet kafasına takılmış bir halde okuyucunun karşısına çıkan dayıdan; taksinin bagajından arkadaki koltuğa bir delik açıp da, oradan müşterilerin ceplerini boşaltan ufaklığa kadar ilginç bir yelpaze sunuyor bize yazar. Bunlardan biri var ki, benim de favorim olan—haşa, Galîz Kahraman’ımızdan sonra tabii— hırsızların muhtarı. İnsan sarrafı olan Muhtar’ın kendisi bizim İdris Âmil Efendimiz’i görür görmez karakterini şöyle bir analiz ediveriyor: “Efendimiz’in on tört ayar insan, on sekiz ayar hırsız, yigirmi tört ayar namussuz ruhuna sahip, som bir süprüntü olduğuna kalıbını bastı.” Bizim Muhtar’ın bir de hem gerçek hayatta hem de mesleğinde ‘Pilpireto Pireto nâm bir âlimden yürüttüğü’ dünya görüşü var ki mülkiyet hakkının sınırlarını yeniden çiziyor.
İhsan Oktay Anar’ın dile olan hâkimiyeti kitabı bir solukta okunur kılıyor. Kitabın sadeliği, sadeliğin en büyük bilgelik olduğu gerçeği İdris Âmil Efendimiz ve diğer İstanbullu karakterlerle birleşince tadından yenmez bir hal alıyor. Öyle ki kitabı bitirdiğinizde ister istemez bir nida patlatıveriyorsunuz: “Hüüüüüüüüüüüüüüüp! Jjjjjjjjjjjjjjjjt! Nah-ha!”