Türkiyeli Kürt müzisyen Sakîna Têyna ile, Ermenistanlı Ezidi müzisyenler Nurê Dilovanî ve Nazê Îşxan’dan oluşan Trio Mara’nın ilk albümü ‘Derî / Behind the Doors’ [Kapılar / Kapıların Ardında], Ahenk Müzik etiketiyle çıktı. Çalışmalarını Almanya’da sürdüren Trio Mara’nın üyeleriyle, kişisel hikâyeleri ve Kürtçe müziğe dair konuştuk.
8 Mart 2011’de Trio Mara çatısı altında bir araya gelen Sakîna Têyna (vokal), Nurê Dilovanî (keman) ve Nazê Îşxan (piyano), yüzyıllardır bu coğrafyada, özellikle kadınlar tarafından söylenmiş Kürtçe, Ermenice, Türkçe ve Azerice şarkıları yeniden yorumluyor. |
ÖZGÜN ÇAĞLAR
ozguncaglar1@gmail.com
Türkiyeli Kürt müzisyen Sakîna Têyna ile, Ermenistanlı Ezidi müzisyenler Nurê Dilovanî ve Nazê Îşxan’dan oluşan Trio Mara’nın ilk albümü ‘Derî / Behind the Doors’ [Kapılar / Kapıların Ardında], Ahenk Müzik etiketiyle çıktı. Bielefeld şehrinde, Almanya’nın en önemli klasik müzik konser salonlarından Rudolf-Oetker-Halle’de canlı olarak kaydedilen albüm, 11 Kürtçe şarkıdan oluşuyor. Çalışmalarını Almanya’da sürdüren Trio Mara’nın üyeleriyle, kişisel hikâyeleri ve Kürtçe müziğe dair konuştuk.
-
Sizi tanıyabilir miyiz?
Sakîna Têyna: Muş-Varto doğumluyum. Müzikle ilgilenen Alevi bir ailede, deyişlerle iç içe büyüdüm. İstanbul’da, Mezopotamya Kültür Merkezi çatısı altında Kürtçe müzik alanında çalışmaya başladım, Koma Mezrabotan’da yer aldım. Politik aktivitelerim nedeniyle uzun yıllar ara verdiğim müzikle, 2006’da yeniden, profesyonel olarak ilgilenmeye başladım. 2012’de, ‘Royê Mi’ adlı ilk solo albüm çalışmamı yaptım.
Nurê Dilovanî: Dengbêj Reşîdê Baso dedem olur. Babam da, Kürt müziği alanındaki çalışmalarıyla tanınan Dilovan’dır. Yani, müzisyen bir ailede büyüdüm. Ermenistan’da iki yıl Gomidas Konservatuarı’nda eğitim aldım. Sonra Almanya’ya yerleştim ve Frankfurt’ta Klasik Batı Müziği ve keman eğitimimi tamamladım. Frankfurt Yeni Senfoni Orkestrası’nda yer alıyorum.
Nazê Îşxan: Benim büyüdüğüm ve şekillendiğim ortamda da müzik hep vardı. Rusya’nın Krasnodar kentinde piyano ve müzik öğretmenliği eğitimi aldım.
-
Albüm nasıl bir sürecin ürünü?
ST: Albüm sürecine Eylül 2012’de girdik. Konserlerimizde, dinleyenlerimizden, canlı performansımız konusunda hep olumlu değerlendirmeler alıyorduk ve bizden her defasında albüm isteniyordu. Sosyal medyada da bu yönde öneriler alıyorduk. Önce, Almanya’da yapılan Weltnacht festivalindeki canlı kayıtlarımızdan oluşan, altı şarkılık bir EP yaptık. Gelen olumlu tepkiler bizi daha çok cesaretlendirdi. Albüm, üç yıllık çalışmamızın sonucu oldu yani.
-
Şarkıları neye göre seçtiniz?
NÎ: Severek seslendirdiğimiz şarkılar olmasını istedik. Hiç eskimeyen, nesiller boyu söylenmiş, dilden dile dolaşmış anonim eserlerin yanı sıra, bazı bestelere de yer verdik. EP çalışmamızda Kürtçenin yanı sıra Ermenice, Türkçe ve Azerice eserler de yer almıştı; ‘Derî’ ise Kürtçenin üç lehçesinden şarkılardan oluşuyor. Eser seçiminde bizim için önemli olan bir husus da şarkıların hikâyeleriydi. Şarkılarımızın çoğu kadınlara dair. Örneğin ‘Qumrîkê’, kendi rızası dışında sevmediği biriyle evlendirilen bir kadının hikâyesini anlatır. ‘Vanê Kora’, çocuğunu dağlarda kaybetmiş, acılı bir babanın ağıtıdır; yıllardır kanayan bir yara olan, binlerce insanımızın yaşamına mal olmuş bir savaşa isyan eden bir babanın çığlığıdır.
-
Grubun iki üyesinin aileleri Türkiye’den Ermenistan’a göçmüş. Bu göçün hikâyesi nedir?
ND: 1800’lerin başından, 1920’lerde sınır kapısı kapatılana kadar, Osmanlılarla Ruslar arasında birçok savaş olmuş. Bu savaşlarda, Ruslar geri dönerken, Hıristiyan halkları beraberlerinde sınırın öte yakasına götürmüşler. Bizim ailelerimiz de (Nazê ve ben kardeş çocuklarıyız), Ezidi Kürtler olarak, devletin Sünni ideolojisinin Ezidi inancına yönelik baskısı sonucunda, ‘Serhat’ bölgesinden (Kars, Iğdır, Ağrı) göç etmiş. Dedemizin dedesi, 1825’te Ermenistan’a gitmiş. Ağrı’nın bir yüzünden öbür yüzüne bir yolculuk... Bu süreç, büyüklerimizin anılarında çok ağır basar. Çocukluğumuz, hiç görmediğimiz ülkemizi anlatan kilamları (dengbêj şirleri-şarkıları) dinleyerek geçti. Fazla konuşulmazdı ama çok derin bir travma yaşandığı, her hallerinden anlaşılırdı.
-
Ermenistan’da Kürt olmak ve Ezidi olmak ne demek? Sıkıntı yaşadınız mı hiç?
NÎ: Çok ciddi sıkıntılar yaşamadık. Yerevan Radyosu’nda Kürtçe yayın yapılıyor olması, Kiril Alfabesi’yle ama Kürtçe gazetelerimizin olması, kendi dilimizi öğrenmemizin ve konuşmamızın önünde engellerin olmaması önemliydi. En genel anlamda, Ermenistan Kürtleri, Yerevan Radyosu sayesinde dengbêjlik geleneğinin bugüne taşınmasında başat bir rol oynadılar. Sadece, bir zamanlar kimliklerimizdeki etnik köken bölümüne devlet tarafından ‘Ezidi’ yazılmak istendi. Bunu ailelerimiz kabul etmedi. Çünkü Ezidilik’i inançları olarak görüyorlardı. Müslüman Kürtler ise, özellikle Karabağ Savaşı zamanında Azerbaycan’a göçmek zorunda kalmıştı. Açıkçası, onlara karşı daha ayrımcı bir yaklaşım vardı. Buna, Ermeni katliamı sürecinde Müslüman Kürtlerin Osmanlılarla işbirliği yapmış olmasına duyulan tarihsel öfkenin yol açtığı söylenebilir.
ST: 1999’da dokuz ay Ermenistan’da kaldım ve oradaki tüm Kürt köylerini dolaştım. Yediden yetmişe herkesin anadilini çok akıcı konuşuyor olmasını büyük hayranlıkla karşıladım. Yerevan Radyosu’ndaki Kürtçe müzik arşivi çok önemlidir. Bana göre Kürt müziği alanında çalışma yapan herkes oraları bir kez olsun görmeli, havasını solumalı. Köy okullarında Ermeni öğretmenlerin akıcı Kürtçe konuşmalarına da tanık olmuştum. Bunların hepsinin çok önemli şanslar olduğunu düşünüyorum.
-
Kürtçe müziğin Ermenistan’da nasıl bir geçmişi var?
ND: Kürt müziğinin korunması, bugünlere taşınması ve geliştirilmesinde, Ermenistan’daki Kürt müzisyenlerin çok önemli bir rolü olmuştur. Gomidas’ın bu konudaki çalışmaları ve derlemeleri de bizim için çok ışık tutucu olduğu söylenebilir. Karşılıklı etkileşim içinde olmuş, birbirine çok şeyler kazandırmıştır Ermeni ve Kürt müzikleri. Bugün de bu geleneği sürdürenler var. Birçok dengbêj artık yaşamıyor ama arşivlerde seslerinin korunuyor olması önemli. Bu konuda bizlere çok iş düşüyor; derlemeler yapma, bu eserleri yeniden yorumlama, notaya alma gibi birçok çalışma önümüzde duruyor.
-
“Müziğimizle bir kapı aralamak istedik” diyorsunuz. Nasıl bir kapı bu?
ST: Özellikle Kürdistan’da, elli sene öncesine kadar, dini ve geleneksel yargılarla, kadınların seslerinin duyulması mahremdi. Kadınlar kilamlarını kapalı kapılar arkasında seslendirirdi. Dengbêjlik geleneğinde söylenmiş birçok eserin dil yapısından, kadınlarca söylendikleri anlaşılır. Kadınlar aşklarını, aşiret savaşlarında yitirdiklerini, özlem ve acılarını, kimi zaman da sevinçlerini bu eserler yoluyla seslendirmiştir. Bu şarkıları dengbêj divanlarına erkekler taşımıştır. Bu alanda bizden önce emek veren çok değerli birçok Kürt kadın sanatçı, onlarca kapı açtı. Biz de bir kapı açmak istedik. Çünkü yaşam iç içe geçmiş, birbirine açılan kapılarla dolu. Kadınların karşılarına, müzik alanında da daha ağır kapılar çıkıyor. O nedenle, kadınlarımız adına, kendimizi ifade edebileceğimiz, farklılıklarımızla kabul görebileceğimiz ve kendimiz olabileceğimiz kapılar açmak istiyoruz.