Ermeni rönesansına Dildilian tanıklığı

“Bir Ermeni Ailesinin Yitik Geçmişine Tanıklıklar: Dildilian Kardeşlerin Objektifinden (1872-1923)” adlı sergi, Anadolu'nun ilk fotoğraf stüdyosunu açan ve Ermenilerin 19. yüzyılda yaşadığı kültürel rönesansı her boyutuyla belgeleyen Tsolag ve Aram Dildilian kardeşlerin hikâyesini görsel bir şölen olarak anlatıyor. Tsolag Dildilian'ın torunu Armen Marsoobian sergiyi anlattı.

BARIŞ YILDIRIM
baris2000@gmail.com

Bir insan topluluğu yüzyıllar boyu kendini kültürel üretime adamışsa, onun eserlerini ortadan kaldırmaya hiçbir siyasi iktidarın gücü yetmiyor. Bu kültürel mirasın belki de en iyi belgelenmiş örneklerinden biri, Depo İstanbul'da açılan “Bir Ermeni Ailesinin Yitik Geçmişine Tanıklıklar: Dildilian Kardeşlerin Objektifinden (1872-1923)” adlı sergide görünür hale geliyor. Anadolu'nun ilk fotoğraf stüdyosunu açan Tsolag ve Aram Dildilian kardeşler, Ermeni toplumunun 19. yüzyılda yaşadığı kültürel rönesansı her boyutuyla belgelemişler.

Sergi, Tsolag Dildilian'ın torunu Armen Marsoob-ian'ın uzun yıllar süren çalışmasının ürünü. ABD'deki Southern Connecticut Eyalet Üniversitesi'nin felsefe bölümü başkanı olan Marsoobian, sergilenen malzemeyi, ailenin geniş fotoğraf arşivinden ve aile fertlerinin hatıratından derlemiş. Ortaya çıkan görseller ve metinler, 1915’e varan sancılı sürece tanıklık ediyor. Ama asıl önemlisi, Ermeni halkının eğitim, kültür ve ticaret alanında kaydettiği ilerlemeyi belgeleyerek, Anadolu’nun neleri yitirdiğini gözler önüne seriyor. Serginin metinleri Anna Turay’ın, tasarımı ise Kirkor Sahakoğlu’nun imzasını taşıyor. Armen Marsoobian, serginin hikayesini Agos’a anlattı. 

•          Sergi fikri nasıl doğdu?

Temel motivasyonum, ailemin hikayesini mümkün olduğunca geniş bir kitleyle paylaşmaktı. Dayılarım Hımayag ve Ara Dildilian, 1980'li yıllarda, ailemizin tarihi üzerine çalışıyorlardı. O sıralar, ben bu öykünün ne kadar ilginç ve aydınlatıcı olduğunun farkında değildim. Dayılarım bu çalışmayı tamamlama fırsatı bulamadan vefat ettiler. Ama öncesinde ellerindeki malzemeyi dolaba kaldırmak yerine bana teslim ettiler. Bu da, her ne kadar açıkça söylenmediyse de, bana bir ahlaki görev yüklemiş oldu.  

Resimde Baba Krikor ile kardeşinin eşleri Louisa ve Elbis Dildilian çocukları ile. Yaklaşık 1894. Fotoğrafç̧ıların işi hiç̧ de kolay değildir. Anadolulu erkekler aileleri konusunda son derece kıskanç̧tır. Kadınlarının bir fotoğrafçıya poz vermesinin uygunsuz bir davranış olacağını düşü̈nü̈rler. Yine de çağın bu en yeni, en şaşırtıcı ve heyecan verici buluşuyla karşı karşıya kalındığında bü̈yülenmemek elde değildir.

Sergi fikri yaklaşık dört yıl önce, Ayşe Gül Altınay'la bir sohbetimden sonra netleşti. Ayşe Gül o sırada New Haven'daydı ve ortak bir arkadaşımız bizi tanıştırdı. Kendisine ailemin fotoğraf arşivinden bahsedince, o da Osman Kavala'nın bu tür konularla ilgilendiğinden söz etti. Kavala'yla sohbetlerimiz sırasında, fotoğrafları Türkiye'de sergilemenin özellikle önemli olduğunu fark ettim. Görebildiğim kadarıyla, Türkiye toplumu 19. yüzyıl Anadolu'sunda Rumlar ve Ermenilerin nasıl bir yaşam sürdüğüne dair pek az bilgi sahibi.

•          Bu fotoğraflara dair ilk anılarınız neler?

Bizim evde az fotoğraf vardı, çoğu dayım Hımayag'ın evindeydi. Çocukken sadece birkaç kez fotoğrafların çıkarılıp gösterildiğini hatırlıyorum. O sıralardaki tek düşüncem, “Ne de çok akrabamız varmış, pek azını tanıyorum” şeklindeydi. Sonuçta, New York'ta 9-10 yaşında bir çocuktum; temel ilgi alanım beyzbol ve New York Yankees takımıydı. Fotoğraflarsa bana hem yabancı hem de tanıdık bir dünya sunuyordu. Giderek, bu kişilerle aramdaki akrabalık bağından ziyade, sürekli “memleket” diye anılan uzak diyardaki yaşamı merak etmeye başladım. Fotoğraflar etrafında dönen sohbetteki bazı kelimeleri anlamıyordum: Marzovan, Amasia neredeydi? Anadolu Koleji nasıl bir okuldu? Artık hayatta olmayan kişilerden bahsediliyordu. Annem ise sık sık, “aksor” (sürgün) kelimesini zikrediyordu.      

•          Sizin için özel önemi olan bir fotoğraf var mı?

Çok çarpıcı bulduğum bir fotoğraf, ailenin gizlilik içinde kutladığı 1916 Noel'ini gösteren kare. Resimdeki genç adamlar tehcirden zor kurtulmuşlar ve ailem tarafından saklanmışlar. Fotoğraftakiler adeta hâlâ hayatta olduklarını, Türkleşme baskısına rağmen hâlâ Ermeni olduklarını vurgulamak istiyorlar.

Dildilianların öyküsü, üç̧ aile üyesinin hatıralarından derlendi: Fotoğrafç̧ılık faaliyetinin kurucusu Tsolag Dildilian (solda), bu işte ağabeyine katılan Aram (arkada) ve kız kardeşleri Hayganuş Der Harutyunyan (sağda). O devirde Anadolu şehirlerinde yerleşik stü̈dyoya pek rastlanmaz. Seyyar fotoğrafç̧ılık adettendir. Tsolag Dildilian ise gençliğinde bir stü̈dyo açmak iç̧in yanıp tutuşur; sonunda, babası Krikor aile evini ipotek eder, bin dolar borç̧ bulur ve gerekli malzemeleri ona alır.

•          Merzifon'daki ev ve stüdyo şimdi ne halde?

Evi 2011 yazının başlarında ziyaret ettim. Meslektaşım ve dostum Ferda Keskin ile birlikte Samsun'a uçtuk, araba kiralayıp Merzifon'a vardık. Kasaba merkezindeki eski bir medresenin avlusuna oturduk. Tam çay ısmarlamıştık ki, turizm enformasyon bürosuna benzeyen bir odanın duvarında eski bir Merzifon panoraması gördüm. Fotoğraf dedem Tsolag Dildilian tarafından çekilmişti; sergide de yer alıyor.

Derken kalkıp bizim evi aramaya koyulduk. Kolejin ve çeşitli binaların ayakta olduğunu biliyordum; ev ise onların karşı sırasındaydı. Öncesinde evi Google Maps'ten bulmuştum: Çünkü 19. yüzyılda elektrik olmadığı için, stüdyo ışık alabilsin diye tepesine bir tavan penceresi açılırmış. Google Maps'te çatıdaki o alçak kısmı görmüştüm.

Böylece evi bulduk ve kapısını çaldık. Bir bayan açtı kapıyı. Ferda ona benim evin eski sahiplerinin torunu olduğumu anlattı. Hanımefendi biraz şüpheli gözlerle baktı bize ve Ferda'ya ailemin mesleğini sordu. O da cevaben fotoğrafçı olduklarını söyleyince, kendisi bizi sevinçle buyur etti. Daha sonra açıkladığı kadarıyla, evde geçmişte Ermenilerin yaşadığını bilen pek çok kişi kapısını çalıp içeride hazine aramaya kalkışıyormuş. 

•          Evin yeni sahipleri kimler?

Ailemizin 1922'de evi terk etmesinden birkaç yıl sonra, nüfus mübadelesiyle Selanik'ten getirilen bir aile yerleştirilmiş eve. Dedeleri evi iki oğluna bırakmış, maalesef onlar da evi ve eski stüdyoyu tam ortadan ikiye bölmüşler. Şu anda evin bir yarısında, ilk gelenlerin torunu olan bir erkek kardeş ve onun kapıda tanıştığımız kız kardeşi yaşıyor. 

•          Sergideki fotoğrafların hikâyesi ne?

Ailem elbette bütün fotoğraf arşivini kurtaramamış. Benim elimde 700'den fazla fotoğraf mevcut: İki çok büyük foto albümü, iki küçük albüm ve de kutular dolusu fotoğraf ve cam negatif. Sergide gördüğünüz fotoğrafların çoğu bu koleksiyondan. Ama dedem Tsolag Dildilian aynı zamanda Anadolu Koleji'nin de fotoğrafçısıymış ve okulun arşivinde de çok fotoğrafı var. Halen Selanik'te bulunan koleji 2009 yılında ziyaret ettim ve orada bulduğum fotoğrafları da sergiye kattım. 

Amerikalılar tarafından açılan Anadolu Koleji, Merzifon’da şehirli, aydın, fotoğrafa ilgi gösteren bir kitle oluşturur. Okulun öğretim dili İngilizcedir. Ayrıca Fransızca, Türkçe, Ermenice ve Yunanca okutulmaktadır. Kolej programında fen bilimlerinin yanı sıra Ermeni ve Yunan mitolojisi, astronomi, felsefe, psikoloji, uluslararası ekonomi-politik, Hıristiyanlık tarihi ve felsefesi, hukuk gibi dersler de yer alır. Kolej bünyesinde ayrıca işitme engellilere yönelik King School da vardır (yukarıda).

•          Osmanlı döneminde Ermeniler neden fotoğrafçılıkta bu kadar aktifti?

Bir neden, Ermenilerin eczacılık ve kimyayla meşgul olmasıydı. İlk fotoğrafçılar kimyasal maddeler kullanarak fotoğrafları bizzat tab ettiği için, bu bilgi çok önemliydi. Bana kalırsa bir diğer neden İslam'da her tür imge kullanımın yasak olmasıydı; dolayısıyla bu iş Hıristiyanlara kalıyordu. Ayrıca Ermeniler en son teknolojik gelişmelerle yakından ilgiliydi. Avrupa'ya, özellikle de fotoğrafın beşiklerinden Fransa'ya gerek seyahat gerek eğitim amacıyla gidiyorlardı sık sık.

Fotoğrafç̧ılık işi çok hızlı bir biçimde büyür. Resimde görülen kuzen Sımpad, Samsun’a taşınır, burada yeni bir stü̈dyo aç̧ar. Bu stüdyo da Dildilian Kardeşler adını taşır. Tsolag ise yoğun biç̧imde, kö̈şe bucak Anadolu’yu gezer. Tö̈renlerde, evlerde insan portreleri ç̧eker, binaları ve şehir manzaralarını fotoğraflar. Dildilian fotoğrafları Doğu’dan Batı’ya, Trabzon’dan Konya’ya, her yerdedir.

•          19. yüzyıl Ermeni toplumunun gelişmişliği, bu dönemi çöküş devri ilan eden resmi Türk tarih teziyle çelişiyor...

Bu yıllarda Ermeni toplumunun bir rönesans yaşadığını söyleyebiliriz. 1870'lerde Sivas ve Merzifon gibi kentlerde ciddi bir eğitim atılımı yaşanmış, pek çok okul kurulmuş. Örneğin Protestan misyonerler okul kurduklarında, bir rekabet başlamış ve Protestan olmayan Ermeniler de kendi okullarını kurmuş. Öyle ki, örneğin 1890'ların Merzifon'unda bir kız lisesi, bir erkek lisesi, bir hazırlık okulu ve elbette Anadolu Koleji bulunuyordu. Kolej, imparatorluğun dört bir yanından öğrencileri, hatta Rusya gibi komşu ülkelerden öğrencileri kendine çekiyordu. O dönemin önde gelen Türk dili uzmanları, İstanbul'da değil Merzifon'daydı.        

Büyük amcam, dedemin kardeşi Aram Dildilian anılarında, kolejde cuma günleri düzenlenen seminerlere bine yakın dinleyici katıldığını yazmış. Bunu ilk okuduğumda bana abartılı gelmişti; benim üniversitedeki seminerlerimi bile bazen 30-40 kişi ancak dinliyor! Derken kolejin Selanik'teki arşivlerinde, gerçekten de seminerlere 800'den fazla insanın katıldığını okudum. Bu da o dönemin Merzifonlularının bilimsel gelişmelere ne kadar ilgili olduğunu gösteriyor.

•          Bu dönemde farklı halklar arasında nasıl bir ilişki vardı?

Anılardan ve dayım Ara Dildilian'la (Tsolag Dildilian'ın en küçük oğlu) yapılmış söyleşi kaydından anladığım kadarıyla, normal zamanlarda Türk komşularımız sık sık kapımızı çalıp, ninemin ev yapımı ilaçlarından rica ederlermiş. Dolayısıyla komşularıyla aralarında husumet yokmuş. Ancak ülkede ne zaman gerginlik yaşansa, kentte de şiddet olayları patlak verirmiş. 

Merzifon'da karma yerleşimler yokmuş; Ermeni, Rum ve Türk mahalleleri birbirinden ayrıymış. Ara, pazara inmek için Müslüman mahallesinden geçerken sık sık gençlerin saldırısına uğrarmış; söyleşide başına isabet eden bir taşın bıraktığı yaraya değiniyor. Büyük amcam Aram Dildilian ise anılarında, Türk gençlerinin sık sık Ermeni gençlerine sokak köşelerinde pusu kurup saldırdığını yazıyor. Onlar da tedbir olarak bu noktalara yaklaşırken ceplerine taş doldururmuş. Bu kısmen her ülkede yaşanan ergen kavgalarına bağlanabilir, ama etnik bir boyutu olduğu kesin. Nitekim, Aram dokuz yaşındayken Sivas'ta bir mollanın bıçaklı saldırısına uğramış ve sonuçta tek bacağını kaybetmiş.   

Tsolag 1915’te ev halkını kurtarır, ancak geniş ailenin Merzifon dışındaki ü̈yelerini korumayı başaramaz. Öte yandan Tsolag ve kardeşleri, bir grup genci mutlak ö̈lü̈mden kurtarıp eve alır. Tam 18 genç̧. Evin mahzeninde, gizli kö̈şelerde saklanırlar. Ortalık iyice yatışıncaya dek, yaklaşık 2 yıl neredeyse hiç̧ gü̈nışığına ç̧ıkmazlar. Fotoğrafta görüldüğü gibi 1916 Noel’i de, bu gizli konuklarla sessizce kutlanır.

•          Aram Dildilian'ın buna rağmen fotoğraf mesleğinde hızla ilerleyip ABD'ye fotoğraf eğitimi almaya gittiğini okuyoruz sergide...

Düşünün, özürlü hakları ancak yeni yeni toplum gündemine giriyor. Aram ise bundan yüz yıl önce, normal bir hayat sürebilmek için mücadele vermiş. Anılarında nasıl büyük bir ayrımcılığa maruz kaldığını görüyorsunuz. Anadolu Koleji'nden genç bir kadına âşık oluyor ve yakınlaşıyorlar; ancak kızın babası birlikteliklerine engel oluyor. Aram da bunun üzerine bağımsızlığını kanıtlamak için Merzifon'dan ayrılıyor. Önce Konya'ya yerleşiyor; ardından da Adana'ya gidip kendi stüdyosunu kuruyor. Sonuçta Aram Dildilian hem başarılı bir fotoğrafçı oldu, hem de Ermeni yetimleri için müthiş kampanyalar yürüttü.  

•          Bir makalenizde “kuşaklararası sorumluluk” kavramını ortaya atıyorsunuz. Biraz açabilir misiniz?

Sorumluluk konusu tartışılırken, “Kişi hayatta olmadığı bir dönemde yaşananlardan nasıl sorumlu olabilir?”, argümanı ortaya atılıyor sık sık. Günümüzün Türk vatandaşlarıyla 1915 olayları arasında elbette doğrudan bir nedensel ilişki yok. Benim makalemde ileri sürdüğüm tez, söz konusu geçmişi nasıl hatırladığımızdan sorumlu olduğumuz. Geçmişte yaşananların tekrar etmesini engelleyecek nasıl kurumlar oluşturuyoruz, nasıl değerler geliştiriyoruz? Mevzu bahis olan geçmiş değil bugün: Bugün, geçmişi nasıl algılıyoruz, onunla nasıl hesaplaşıyoruz? Hafızamızdan ahlaki olarak sorumluyuz, tarihi çocuklarımıza aktarma şeklimizden de sorumluyuz.

•          Artan sayıda Türk bu ahlaki sorumluluğu üstleniyor. Bu size umut veriyor mu?

Her şeyin hızla değişeceğini düşünecek kadar naif değilim, ama iyimserim. Bu tür bir sergi düzenlemek isteyip istemeyeceğimi bana on yıl önce sorsaydınız, tepkim “Çıldırdınız mı?” olurdu. On yıl önce Türkiye'ye ilk geldiğimde, son derece gergindim. Başkası dile getirmedikçe Ermeni olduğumu ifade etmiyordum. Ferda Keskin'le olan ilk sohbetlerimizde dahi, felsefeden, operadan bahsetmiş, ama Ermeni soykırımını hiç açmamıştık. Ermeniler arasında sık rastlanan bir hissiyat bu. Daha bu sabah Fransa'daki bir dostumdan mail aldım. Kendisini sergi için İstanbul'a çağırmıştım, ama o hâlâ Türkiye'ye gelmekten çekindiğini belirtiyor. Bunu aşamamamız çok üzücü...

Bu konuda değişim sivil toplumdan gelecek. Sergiyi düzenleyen Anadolu Kültür gibi kurumlar bu yolda müthiş bir çaba gösteriyor. Örneğin bu sergi, soykırımı benim başta düşündüğümden çok daha net vurgularla ifade ediyor. 1915 fotoğrafları karartılmış bir odada sergileniyor; böylelikle soykırımda hayatını kaybeden aile fertlerinin fotoğrafları çok çarpıcı bir etki yaratıyor.

•          Son olarak, siz fotoğrafla ilgili misiniz?

Gençliğimde bir gün, dayım Hımayag'ın stüdyosundayken ona “Ben de resim çekmek istiyorum,” demiştim. O da “Buna resim değil fotoğraf denir,” diye azarlamıştı beni! Fotoğrafçılık dersleri aldım, kitaplardan çalıştım ve kendime gelişkin bir makine aldım. Sanırım emekli olduğumda fotoğrafa bol bol zaman ayırabileceğim! 

Kategoriler

Genel