Depeche Mode’dan blues resitali

Depeche Mode, 13. stüdyo albümü Delta Machine'i geçtiğimiz Mart ayında piyasaya sürdü. Hayranlarının merakla beklediği yeni albüm günler öncesinden 'Depeche Mode Blues'u geliyor' şeklinde basında lanse edilmişti. Ben Hiller'in prodüktörlüğünü yaptığı albüm deluxe versiyonuyla birlikte satışa sunuldu.

UĞUR KILIÇ
ukilic89@gmail.com 

Martin Gore ve Dave Gahan'ın yazdığı yepyeni şarkılarla ve Sony Music etiketi altında çıkan Delta Machine, dünya turnesi kapsamında da görücüye çıkacak. Albüm için Gahan:  'Tam olarak bir blues olmasa da, duygu yüklü bir albüm' demişti. Gore ise daha iddialıydı: 'Şu ana kadar yaptığımız en iyi iş!'

Synth Pop’un güzel örneği

Mükemmel vokal uyumlarıyla ‘Welcome To My World’ diyerek yapılan açılış grubun eski günlerini hatırlatıyor. Ardından gelen ‘Angel’ –ki daha önce yayınlanmış ve oldukça beğenilmişti– çok daha sert vokaller eşliğinde synth pop'un güzel örneklerinden birini sunuyor. Gore'un bahsettiği o güzel işlerden birine derinlemesine tanık olduktan hemen sonra hikâyenin can alıcı bölümlerinden biri, Heaven devreye giriyor. Heaven belki de grubun bugüne kadar yaptığı en güzel şarkı. Melankoli, dinginlik, pürüssüz vokaller; ihtiyacımız olan her şey bu eserde mevcut. Aynı zamanda bahsi geçen Depeche Mode Blues'una yaklaştığımız anlardan biri.

‘Secret To The End’ ile tempoyu biraz daha yükselttikten sonra, My Little Universe ile elektronik müziğin tüm güzelliklerini bünyeye dahil ediyoruz. Asıl blues ise bundan sonra karşımıza çıkıyor;  ‘Slow’ parçası sakinleştirici etkili, gitarların yoğun olduğu bir Depeche Mode blues'u. Sıra ‘Broken'a geldiğinde ise içe dolan uzaklara kaçıp gitme isteği, ‘The Child Inside’ ile olayı çirkinleştirip üzerimizdeki depresifliği iyice yoğunlaştırıyor.

Hemen imdadımıza ‘Soft Touch/Raw Nerve’ adlı parça yetişiyor ve az da olsa o havayı dağıtıyor. Peşi sıra gelen ‘Should Be Higher’ kesinlikle albümden çıkan en başarılı hitlerden birisi. Albümün temposundan kopmayan ‘Alone’ ve ‘Soothe My Soul’ albümün kapanışında yer alan iki güzel parça. Özellikle inişli çıkışlı temposuyla, dozajında sytnhleriyle ‘Soothe My Soul'u oldukça beğendiğimi söyleyebilirim.

Goodbye’a dikkat!

Albümü ‘Goodbye’  ile kapatarak hikâyenin sonuna geliyoruz. Parçadaki soul ezgileri ve bol gitar riffleri bir kez daha Depeche Mode blues'unu görmemizi sağlarken, bu şarkıyı da bir köşeye not ediyoruz çünkü daha iyi bir kapanış olamazdı. 80'lerden beri elektropop'un peygamberi olan Depeche Mode bir kez daha hayranlarını yanıltmamış ve onlara şahane bir albüm armağan etmiş. Dinledikçe sevilen, etkisi artan albümlerden biri olan Delta Machine, grubun kesinlikle yaptığı en güzel üç albümden biridir desek itiraz eden olmaz sanırım. Tüm müzik otoritelerinden geçer puan alan albüm küçük bir azınlık tarafından beğenilmemiş olsa da ben bunu deneyselliğin bir götürüsü olarak görüyorum.

Özetlemek gerekirse çizgisini bozmadan yoluna devam eden eski gruplardan kim kaldı diye hayıflanırken ‘biz buradayız’ diyen Depeche Mode, deneysel çalışıp aynı zamanda nasıl güzel bir albüm yapılacağına dair dersler vermiş.

Ölünün arkasından kötü konuştular

GÜLNAZ CAN
gulnazc@gmail.com

Bizim memlekette gelenek olmadığı üzere geçtiğimiz Cumartesi akşamı Londra’da beş bin kişi “ölünün arkasından kötü konuştu”.

Bundan 19 yıl önce, 1994’te ‘Class War’ tarafından çağrısı yapılmış bir parti için yani Thatcher’ın ölüm partisi için Trafalgar Square’de toplandı binlerce kişi. Şampanya, bira, süt içtiler. Sağanağa rağmen şarkılar söylediler, dans ettiler. Kuklalar, pankartlar, gazeteler elden ele gezdi. İzin alınmadı, olay da çıkmadı. Londra Belediye Başkanı Boris Johnson “İçin, bağırın çağırın, coşun bugün; cenaze törenimi bana bırakın” dedi.

Haberin alındığı günden itibaren Britanya’da ve İrlanda’da dalga dalga kutlamalar yapıldı. Nobel barış ödüllü dünya liderlerinin yanı sıra, Thatcher’ın ölümüne üzülüp bunu açıklamaktan çekinmeyen başkaları da oldu. Hakikaten çok mu severlerdi Thatcher’ı;  çok mu inanmışlardı politikalarına ve hayrını da görmüşler miydi bilemiyorum. Ancak onu sevmeyenler hislerinde samimiydi. Trafalgar’da, “30 yıldır bu günü bekliyorum” diyen Maden İşçileri Sendikası üyeleri ve diğerlerinin yüzlerindeki neşeden ve sözlerindeki öfkeden bunu anlayabilirdiniz.

İnsanın aklına takılıyor; Türkiye’de böylesi bir kutlama nasıl olurdu, diye. Kimlerin arkasından olurdu, diye… Londra’da okuyan arkadaşım Güray Tezcan soruyordu: “Kenan Evren öldüğünde Taksim meydanında toplanabilecek miyiz?”

Ölünün arkasından konuşmama kültürü mü acaba Türkiye’de böylesi bir partiyi engelleyecek olan, yoksa başka ‘kutsallar’ mı? Yapısı itibariyle bir facebook fenomeni olan şu cümleyi seslendirmekten geri duramıyorum: Kenan Evren öldü, Taksim Meydanı’nda partimiz var! Bu etkinliğe katılacak bir milyon kişi bulabilirim.

Sadece ‘Thatcher öldü’ partisi bile gösteriyor ki; ölünün arkasından kötü de konuşulabilir bazen. Amerikalı filozof Judith Butler anlatır; yas yahut yas tutulabilirlik erkin kontrol edebildiği, manipüle edebildiği bir şeydir. Bu durum kimilerinin ölümünü, dolayısıyla yaşamını yok saydığı gibi kimilerininkini de daha kıymetli kılar. Kimi yaşayanlar kötüyken, ölünce iyi anılmaya başlar. Margaret Thatcher, kendi halkına ihanet eden bir lider olarak anılıyor, en azından halkının bir bölümü tarafından. Ölümü de binlerce kişiyi başkentin göbeğine topluyor. Kendi yöntemleriyle halklar, Thatcher’ın ölümünü kutluyor; “Ding Dong, cadı öldü!” diyerek.

Ancak herkesin dilinde, mücadelenin aslında hiç bitmediği var. Zira esas ortadan kalkması gereken, İşçi Partisi politikalarına bile sirayet etmiş olan Thatcherizm.

Nur Sürer (oyuncu)

1-  Dönüp dönüp Bajar, Aynur ‘Rewend’, Maria Callas ve Amy Winehouse (mükemmel ses ve kısacık ömür) dinliyorum

2- Sokak kedisi Bob-James Bowen-  Bir sokak kedisini evlat edinen sokak müzisyeninin değişen güzelim hikayesi , bir hayvansever olarak çok etkilendim. Ayrıca ‘HasanCemal'in  1915: Ermeni Soykırımı’  ve bir önceki kitabı ‘Barışa Emanet Olun’ değerli kitaplar. Sıradaki kitabım ise Ece Temelkuran’dan ‘Düğümlere Üfleyen Kadınlar’

3- Aşağı yukarı bütün filmleri izledim bir tek ARGO'dan nefret ettim, İran'ı ve halkı salak bi film uğruna harcamaları hiç hoşuma gitmedi.

4-  İstanbul Şehir Tiyatroları’nda ‘İstanbul Hatırası’ adlı son derece vasat bir oyun izledim.

5-  Twitter dışında hiçbirşey takip etmiyorum.


Bir kabin iki keder

NAYAT KARAKÖSE
nayatk@gmail.com 

Craft Tiyatro’nun Şubat ayında izleyiciyle buluşan Kemal Hamamcıoğlu’nun yazdığı, Çağ Çalışkur’un yönettiği, Rıza Kocaoğlu’nun süpervizorlüğünü yaptığı ve Gonca Vuslateri ile Bora Akkaş’ın oynadığı Kabin oyunu isminden de anlaşılacağı üzere bir kabinin içinde geçiyor. Kabin, Amsterdam’dan ithal edilmiş bir seks kabini.  Birbirini hiç görmeyen iki yabancı o kabinde buluşuyor. Aralarında sadece bir elin sığabileceği büyüklükte bir delik var. Erkek askerden yeni gelmiş ve ilk iş kendisini kabine atmış, kadın da kendisini kabinde bulmuş. Aslında o kabine bir nevi saklanmak veya sığınmak için gelmişler. Belki de gerçeklerden kaçmanın en iyi yolu o kabinin içinde geçen dünyaya teslim olmaktır.

Oyunun başlarında neşeli denebilecek veya neşe maskesi takmış iki insanın konuşmalarına tanıklık ediyoruz. Fakat oyunun sonuna doğru o neşeli, umursamaz, birbirini ti’ye alan hallerden eser kalmıyor, maskeler iniyor ve kişisel elemlerin ağırlığı kabini dolduruyor. O kabin birden sır paylaşımı kabinine dönüşüyor, ya da bir günah çıkarma kabinine ama tek bir fark var; günahkâr olan kabindekiler değil aksine başkalarının günahları o kabinde dile geliyor.  Kim bilir, belki de iyileşmek o kabinden çıktıktan sonra mümkün olacaktır.

Oyunculardan Gonca Vuslateri halen Yalan Dünya’da kâh Eylem karakteri ile kâh Vasfiye Teyze ile harikalar yaratıyor. Siz bir de onu sahnede izleyin; Gonca Vuslateri adeta oyuncu olmak için yaratılanlardan. Müthiş bir enerjisi ve uzun zamandır çok az oyuncuda yakalayabildiğim bir sahne ruhu var. Oyun çıkışı içimdeki hissiyat, ‘Tanrı Gonca Vuslateri’ni Türkiye’de yaratarak büyük kıyak geçmiş’ oldu. Bora Akkaş da oldukça başarılı; duygu geçişlerini iyi yansıtan bir oyunculuk sergiliyor. Cem Yılmazer imzalı ışık- ekor da oldukça özenli tasarlanmış; kabinin içine yerleştirilen aynalar seyirciyi de kabinin içine dâhil ediyor.  Oyunun harika müzikleri için Can Bonomo teşekkürü hak ediyor. Kabini Nisan ve Mayıs ayları boyunca Craft Tiyatro’da izleyebilirsiniz. 




“Ben buradan atlarım” yarışmasında âkil insanlardan kimlerin yarışmacı olup havuza atlamasını isterdiniz?

 

  • Nazan Tuğbay
    Üç aday arasında tereddütkarım; tamam seçtim, bence Yıldıray Oğur atlasın.
  • Zeynep Sonol
    Bülent Ersoy akil insan olsaydı çivileme atlardı.
     
  • İsa Özdemir
    Lale Mansur her yerden atlar
     
  • Ahmet Arif Güzeldere
    Ah Agos ah, bu hatayı yapmayacaktın. Atilla Taş zaten âkil insan değil mi? Olur böyle unutkanlıklar, üzülme

“Ne güzel, yemek yerken Agos yanımda”

Vahram Silahlı ve arkadaşları, Paris

Siz de Agos’la çekilmiş fotoğrafınızı paylaşmak isterseniz derkenar@agos.com.tr’ye iletebilirsiniz.

 

Kategoriler

Derkenar