Tramvaydaki Kayıp Harita

Avedis Hadjian’ın Türkiye’deki ‘gizli Ermeniler’i bulmak ve öykülerini toplamak için çıktığı Türkiye yolculuğunu anlatacağı 2013 sonbaharında çıkacak kitabından bir bölümü Halit Yerlikhan ve Sevag Beşiktaşlıyan İngilizceden çevirdi.

Avedis Hadjian

“Sen de kimsin? Burası Türkiye. Bu ülkenin nasıl bir ülke olduğu hakkında bir fikrin var mı?” diye sordu, kalın gözlük camlarının korku dolu gözlerini olduğundan daha büyük gösterdiği adam. Kendisi, varlığından pek az kimsenin haberdar olduğu, İstanbul’un Kurtuluş bölgesinde bulunan Ermeni Çingene toplumunun mensuplarındandı.

Haklıydı, Türkiye’yi pek bilmiyordum. Fakat Türkiye’nin ve dahi çoğu Ermeninin onun kim olduğunu bilmediği de bir o kadar doğruydu.

Türkiye’de, ‘gizli Ermeniler’ olarak bilinen gizemli bir azınlık grubu bulunuyor. Bu azınlık grubunun mensupları, bir yüzyıla yakın süredir kimliklerini başkalarından gizliyorlar. Sorulduğunda Türk veya Kürt olduklarını söyleseler de, zorla dinleri değiştirilip, Müslümanlaştırılan 1915 soykırımı kurbanlarının soyundan geliyorlar. Bu insanların bir kısmı şu an dini bütün birer Müslüman, diğer bir kısmıysa Alevi. Ancak bilhassa halen dağ köylerinin bulunduğu Sason bölgesinde ikamet eden çok küçük bir kesimi, gizlice dinlerini yaşamaya devam ediyor. Her ne kadar Ermeni Çingeneleri gizli Ermeniler olarak nitelendirmek doğru olmasa da, onlar da tıpkı gizli Ermeniler gibi kimliklerini açık etmeye gönülsüzler ve kim oldukları hakkında konuşmaktan korkuyorlar.

Diyarbakırlı Müslüman Ermeniler Mehmet ve Fatih Arkan. Mehmet, 10 yıl öncesine kadar halen Ermeni olduklarını açıklamaktan korktuklarını söylüyor, “ama Diyarbakır artık o denli tekinsiz değil” /
© A. Hadjian

Hiç kimse, gizli Ermenilerin sayısının binlerle mi, yoksa milyonlarla mı ifade edilebileceğini bilmiyor. Palu’da konuştuğum gizli bir Ermeni kadın, “Türkiye halen Ermeniler için tehlikeli bir ülke” diyor. Gizli Ermenilerin ‘açık’ Ermenilerle bir temasları bulunmuyor. Çoğu gizli Ermeni, yabancılarla konuşmuyor. Çünkü Türkiye’de tabuları yıkmanın ölümcül sonuçları olabiliyor. Nihayetinde, Ermeni Soykırımı’ndan modern Türkiye’nin kurucu babası Kemal Atatürk’e kadar birden çok tartışmalı konuya değinmek gibi kimilerince bağışlanamaz bir iş yapan Hrant Dink’in, 2007 yılında yazdıklarına öfkelenen genç bir adam tarafından öldürülmüş olması hala hatırlarda.


Kimin gizli bir Ermeni olarak telakki edilebileceğini söylemek zor. Kimisi, ebeveynleri yahut ebeveynlerinin ebeveynlerinin Ermeni olduğunu kabul ederken, kendilerini Ermeni olarak görmediklerini ifade ediyor. Yine de, kabullenmemelerine rağmen, ikna olmayan daha başka Türk ve Kürtler tarafından Ermeni olarak vasıflandırılabiliyorlar. Bir kısmının Ermeni olduğunu komşuları biliyor, kimliklerini saklama ihtiyacı hissetmiyorlar; diğer bir kısmı Ermeni olduklarını çocuklarına bile söylemiyor. Kimi ailelerin çocuklarıysa, kendileriyle Ermeni oldukları gerekçesiyle alay eden diğer çocuklardan öğreniyorlar kim olduklarını. Amasya’daki son Ermeni olan Rafael Altıncı, bir Hristiyan olarak yetiştirilmiş. Altıncı, Hrant Dink’in de aynı dönemde öğrencisi olduğu Üsküdar Surp Haç Ermeni Ermeni Lisesi’nde bir yıl kadar eğitim görmüş. Gündelik bir takım gerekçelerden ötürü, kendisi bir Müslüman ve kızını Türk kültür ve göreneklerine uygun bir biçimde yetiştiren bir Türk kadınıyla evlenmiş. Yine de halen kendisini bir Ermeni olarak görüyor.

Amasya’nın son Ermenisi Rafael Altıncı, evde eşiyle birlikte. © A. Hadjian

Muş dağlarındaki bir Ermeni köyü olan Niş’te kalan son Ermeni olan Jazo Uzal’la, Bitlis’ten Niş’e dört saat kadar süren uzun ve oldukça yorucu bir seyahat sonunda görüşme imkanı bulduk. Uzal, dini vecibelerini yerine getiren bir Hristiyan. Kışları İstanbul’a göçüyor, köye döndüğündeyse köydeki diğer insanlarla, Müslümanlarla birlikte Ramazan’da orucunu tutuyor.

Mehmet Arkan, 7 yaşındayken Kürt bir çocukla kavga edip, kendisine “Ermeni” denince gözü yaşlı evine dönene dek ailesinin Ermeni olduğunu bilmediğini ifade ediyor. Babası, ona kendilerinin gerçekten de Ermeni olduklarını söylemiş, ancak Mehmet Bey’i bunu dışarıda söylemekten kesin bir dille men etmiş.

“On yıl önce bunu açık açık dillendirmiyor, Ermeni kimliğimizi kabullenmiyorduk. Ancak Diyarbakır artık o denli tekinsiz değil” diyor, vermiş olduğu bir mülakatta Arkan. Diyarbakır’da belediye, artık Ermeni geçmişini sahipleniyor. Yakınlarda Surp Giragos Kilisesi restore edildi ve yeni başlayanlar için Ermenice kursu açıldı. Arkan, dini bütün bir Müslüman oluşunun, Ermeni kimliğiyle çelişmediği düşüncesinde. Gizli Ermenileri aramak, onlarla irtibata geçmeye çalışmakla geçen yaz tatilim sona ererken, her birimizin bizzat seçmediğimiz rolleri icra ettiğimizi, kendi eserimiz olmayan bir senaryonun içine sıkışmışlığımızı faş eden, Türkiye’de her gün oynanmakta olan bir dramanın karakterlerine ışık tutan son bir olay daha başımdan geçti.

Bir Ermeni Çingene (bu öyküde adı geçmiyor) İstanbul Kurtuluş’taki bir kahvede. / © A. Hadjian

New York’a giden uçağımın beni beklediği Atatürk Havaalanı’na gidiyordum. Metroya binip, havaalanına doğru yol almak için Laleli durağında indim. 10 dakikalık bir yürüyüş sonunda yanlış durakta inmiş olduğumu öğrendim. Daha sonra, paniklememeye çalışarak, yaklaşık yarım metre uzunluğundaki, eski bir gazeteye sarılı ve içinde önemli, başkalarının eline geçmesi durumunda başımı ağrıtabilecek materyaller olan rulo çantamı tramvayda unuttuğumu fark ettim: Vaktiyle devlete isyan etmiş Tunceli şehrinin, üstündeki ‘’TÜRKİYE’’ yazısı yırtılmış bir haritası bulunmaktaydı. Çantamın içinde, bir Zaza aktivistle yapmış olduğum bir mülakatın Türkçe alınmış, sakıncalı olabilecek notları da vardı. Fakat ben bilhassa haritanın içerisine sardığım, dört adet Ara Güler’e ait, imzalı ve oldukça kıymetli fotoğraf için üzülüyordum. Geri dönüp, çantamı mı arasam diye düşündüm. Birisi haritayı açtığı takdirde, içinden çıkanlar polisle başımı belaya sokabilirdi. Diğer yandan 13 milyonluk bir şehirde bir toplu taşıtta kaybedilmiş olan bir çantanın bulunabilmesi ihtimalinin ne kadar düşük olduğunun da farkındaydım.

Sason’daki Maruta Dağı’nda gizli Ermeni hacılar. Çuvala işlenmiş Ermeni haçını görüp onlara yaklaştığımda, genç kız korktu ve çuvalın boş tarafını çevirdi. Ermeni olup olmadıklarını sorduğumda, annesi “biz Müslümanız” dedi. / © A. Hadjian

Söz konusu haritanın en altında, ‘’Türkiye’’ yazısından arta kalmış, iyice yıpranıp, yırtılmış bir bayrağın üstündeki bir şerit gibi duran bir ‘’E’’ harfi vardı. Haritadaki Tunceli ismi karalanmış, onun yerine bölgenin eski ismi olan Dersim yazılmıştı. Bana haritayı veren Zaza aktivist, ‘Dersim, Türkiye’nin bir parçası değil’, demişti.

Dersim ve 1938 ifadeleri, Olimpiyat oyunları der gibi, Türklerin ağzından bir çırpıda çıkmakta. 1938 yılı, Türk silahlı güçlerinin Dersim’deki isyanı bastırmak için yapmış oldukları katliamın gerçekleştiği yıl. Her ne kadar Başbakan Erdoğan, Dersim’de yaşananlardan ötürü özür dilemiş ve söz konusu hadiseyi “Cumhuriyet tarihinin en trajik olaylarından biri” olarak nitelendirmiş olsa da, Dersim kelimesinin halen dahi yıkıcı, rahatsız edici çağrışımları var. Haritaya bakan herhangi bir Türk polisi, haritadaki deformasyonun gerekçesinin ne olduğunu bir çırpıda anlardı. Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi gereği, ‘Türklüğe hakaret’ edildiği iddiasıyla 3 yıla kadar hapis cezasına çarptırılmam mümkündü.

Fakat notların içeriği düşünülünce bu, dert edilmeyecek kadar ufak bir meseleydi. Dersim’de kendisiyle askeri bir üsse bakan bir binada röportaj yaptığım Zaza aktivist, aldığım notlar arasında bulunan şu ifadeleri kullanmıştı: “Sen bir Ermenisin. Bu topraklar seni bekliyor. Bu topraklar üstündeki hakkını talep et. Eline silah alıp, dağa çık. Eğer karın seninle birlikte dağa çıkmayı reddederse, sana seninle birlikte dövüşecek bizim kızlarımızdan, kadınlarımızdan birini veririz.”

Dersim’deki bir Ermeni kadın, On İki İmam’ın resminin olduğu evinde. Ermeni olduğunu 15 yaşında öğrenmiş. Yabancılar için o Alevi Zaza, fakat Dersim’deki arkadaşları ve komşuları, onun Ermeni ve Hıristiyan olduğunu biliyor. Dersim’de Ermeni olarak bilinmekten korkmadığını söylüyor, “fakat eğer üniversitede öğrenilirse, hayatımdan endişe ederim” diyor. Bir üniversitede İktisat öğrenimi görüyor. /
© A. Hadjian

Dersim, gizli Ermenilerin en yoğun yaşadıkları yer belki de. Bu konu, Türkiye’de yaklaşık 2 milyon gizli Ermeni olduğunu iddia eden Hrant Dink, kafasını epeyce meşgul etmişti ve bir şekilde, Dersim ve gizli Ermeniler, Dink cinayetiyle bağlantılı.

Gazetesi Agos’ta yayınlanan bir haberde, Dink, Türkiye’nin ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu ve Atatürk’ün manevi evladı Sabiha Gökçen’in 1915 Soykırımı’ndan kalan Ermeni yetimi Hatun Sebilciyan olduğuna dair bir haber yayınlamıştı.

Yani o bir gizli Ermeniydi. Gökçen, 1938’deki Dersim İsyanı’nın bombalanarak bastırılmasındaki rolüyle bir Türk kahramanı olarak görülüyor. Dink, Gökçen’in Ermeni köklerine ait hikayesini ve bir Ermeni yetiminin, Türk kimliğiyle, Soykırım’dan sadece yirmi yıl sonra Kürtleri katletmesinin trajik ironisini ortaya koyduktan sonra yükselen öfke dalgası sonucu öldürüldü.

İstanbul’daki tramvay istasyonunun arkasında, istasyon şefine kayıp haritayı bildirmek için gittim. Kibar, heybetli genç bir adam, hafif bir Doğu Anadolu aksanı vardı; “k”leri, “kh”ye dönüyordu.

Jazo Uzal, Muş’un dağ köyü Niş’teki son Ermeni. / © A. Hadjian

İşi hallettikten sonra, istasyon şefi beni çaya davet etti. Bazıları, ona selam vermek için uğrayıp geçiyorlardı. İstasyon şefinin arkadaşı, nereli olduğumu öğrenmek istedi. “Arjantin” dedim, fakat pek inanmadı ve esasen nereli olduğumu öğrenmek için ısrar etti. Neden Türkçe konuşuyordum? Neden “Türk gibi” görünüyordum? Arjantinliyim diye ısrar ettim. Acı bir gülümsemeyle “Evet, tabii, ben de Japonum” dedi. “Türkiye’yi sevdin, değil mi?” diye sordu ve cevabımı beklemeden yürüyüp gitti. Arkasından baktım, birkaç ay öncesinde, Arjantin’in Ermeni Soykırımı’nı tanıması üzerine Türkiye medyasında çıkan kötüleyici yazıları hatırladım. Birçok Türk, Arjantin’de önemli boyutta bir Ermeni toplumu olduğunu biliyor.

Birkaç dakika sonra, günşe gözlüklü, siyah tişörtlü ve pantolonlu genç bir adam, polis rozetini parlattı ve turnikelerden doğrudan geçti. Bana Dersim’de Zaza aktivistin bana haritayı verdiği binadan çıktıktan sonra başıma bela açan, aynı şekilde giyinmiş sivil polisi hatırlattı. Adam bana yanaşmadı.

Daha sonra şefin odasındaki telefon çaldı. Sakince “haritayı bulmuşlar” dedi, güneş gözlükleriyle bana bakarken: “15 dakika içerisinde burada olur”. Karakola gitme fikrine kendimi hazırlamaya başlamıştım.

Soykırım’ın ardından müslüman olan Palu yakındaki Argat Köyü’nden Kirkor Oğgazyan’ın Kuran’dan bir sureyi kendi el yazısıyla Ermenice transkripsiyonu. Bu kopya, birisi kendi kendine Ermenice öğrenen ve mahlasla Batı Ermeni tarihi üzerine bir websitesini yürüten torunları tarafından saklanmış. New York Ermeni Katolikosluğu  Episkoposu Başepiskopos Oşagan Çoloyan’ın uzaktan akrabaları oluyorlar. /

© A. Hadjian

Aslında tramvay, 15 dakika sonra istasyona yanaştı. Sürücü hızlıca dışarıya çıktı ve elinde haritanın da bulunduğu ruloyu şefe verdi. Şef bana doğru yürüdü, elimi sıktı ve “her neresiyse” dedi, “evinize sağsalim varın” dileklerini sundu. Haritanın bulunduğu açılmamış ruloyu bana uzattı, dışında Başbakan Erdoğan’ın, Allah bilir neye kızdıysa, sinirli bir ifadeyle parmağını salladığı bir fotoğrafın olduğu eski bir Hürriyet gazetesine sarılı…     

İngilizceden çeviren Halit Yerlikhan ve Sevag Beşiktaşlıyan. Yazının İngilizce orijinali için tıklayın

Avedis Hadjian, New York’ta yaşayan bir yazar. Los Angeles Times, CNN, Bloomberg News gibi yerlerde yazıları çıkıyor. Bu makale de, 2013 sonbaharında yayınlanacak olan A Secret Nation: The Hidden Armenians of Turkey [Gizli Bir Ulus: Türkiye’nin Saklı Ermenileri] kitabından alınmıştır.

 

 

 

 

Şapgir'de bu hafta;

 

Kategoriler

Şapgir