Saatli maarif takvimi tadındaki kısa tarihinde, Serdar Aksoy bu hafta Fenerbahçe’nin Pendik yenilgisinden başlayıp Saddam Hüseyin’in bir çukurda yakalanışına uzanıyor, Şükran Kurdakul’a selamını verip bizlere Struma’ı ve Kaplumbağa Terbiyecisi’ni hatırlatıyor.
Serdar Aksoy
serdaraksoy@yandex.com
11 Aralık 2012 tarihi yıllar geçse de, Fenerbahçeliler için özel bir yere sahip olacak. “Pendik nasıl çaktı ama” gibi “ahlaka mugayir” ifadelerle on küsur yıllık mevzuya girip Fenerbahçelilerin ruhlarında artık sadece külleri kalmış bir yangını körüklemek suretiyle kalpler kıran Galatasaraylılar, bu kısa tarihten ders çıkarır mı bilinmez. 1461 Trabzon’a 2-1 yenilen Galatasaray’a ve kederli taraftarlarına geçmiş olsun dileklerimizle geçen hafta neler yaşandı bir bakalım.
Perşembe günü Ergenekon Davası savcısı Mehmet Ali Pekgüzel esas hakkında mütalaasını sunsaydı şayet, 13 Aralık 2012, Türkiye tarihine çok önemli bir gün olarak geçecekti. Ancak savcı, dosyada eksik gördüğü bazı konuların araştırılması ve bazı belgelerin istenmesi yönünde görüş bildirince, 13 Aralık, tarihi bir gün olma fırsatını kaçırmış oldu.
Başbakan’ın vişne suyunu fazla kaçırmasından kaynaklı Muhteşem Yüzyıl tartışması da, bu hafta epey su götürdü. Türkiye tiyatrosunun usta ismi Mücap Ofluoğlu ve sitar efsansi Ravi Shankar’ı da bu hafta içinde kaybettiğimizi belirterek Şapgir’in tarihine dönelim…
15 Aralık
“Saraydan çukura” ifadesi bugün hemen hiç kimse için bir şey ifade etmeyecektir. Oysa tam dokuz yıl önce bugün Milliyet gazetesinin birinci sayfasına nal gibi çakılan yukarıdaki fotoğrafı görünce “saraydan çukura”dan kastın kim ve ne olduğunu hemen hatırlayacaksınız.
13 Aralık’ta, ABD’nin gerçekleştirdiği “Kızıl Şafak” operasyonuyla Tikrit yakınlarında saklandığı iki metrelik bir çukurda yakalanmıştı Saddam Hüseyin. Haber bir gün sonra televizyonlarda duyulmuş, 15 Aralık 2003’te ise bütün gazetelerin manşetlerini süslemişti, devasa fotoğraflarla birlikte.
Saddam Hüseyin haberinin dünyayı çalkaladığı günden tam bir yıl sonra, Türkiye edebiyatı usta bir şairine veda etti. Aslında sadece şair dersek haksızlık etmiş oluruz; o aynı zamanda bir örgütçü ve araştırmacıydı. Hayatının muhtelif dönemlerinde TCK’nın 141-142 gibi meşhur maddelerine aykırı eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle çok kez tutuklanan bu adam Şükran Kurdakul’dan başkası değil.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, denizde en fazla sivilin hayatını kaybettiği olay olarak kayıtlara geçen facia, Halit Kakınç’ın çıkardığı Struma kitabıyla geçen aylarda gündeme geldi. 1941’de Naziler, Romanya’nın Yaş kentinde 4 bin Yahudi’yi katledince Romanya Yahudileri için tek bir kurtuluş yolu vardı: Kaçmak.
Aydın ve zenginlerden oluşan kalabalık bir grup Yahudi, Panama bandıralı, Bulgar gemisi Struma’yı satın alıp Türkiye karasularını kullanarak, Filistin’e kaçmaya karar verdi. 12 Aralık 1941’de Romanya’nın Köstence Limanı’ndan kalkan kömür gemisi Struma, 15 Aralık 1941’de motor arızası nedeniyle Sarayburnu açıklarında demir atmak durumunda kaldı. Dokuz hafta sonra bir faciayla sonuçlanacak ölüm bekleyişi, tam 71 yıl önce bugün başlamıştı.
16 Aralık
22 sene evvel bir 16 Aralık günü, The Marmara Taksim Otel’de bir mezat düzenlenir. İzleyiciler arasında kimler yoktur ki? Erdoğan Demirören ve Cefi Kamhi gibi Türkiye’nin yakından tanıdığı iş adamlarının yanı sıra, jet sosyetenin parlak simaları da The Marmara’yı hıncahınç dolduran para babalarının arasında yerlerini almıştı.
Açık artırma sonucunda, İktisat Bankası adına İdare Meclisi Başkanı Gürbüz Tümay, “Yok mu artıran” sorusuna “Bir milyar yedi yüz elli milyon” yanıtını verince bankanın koleksiyonuna -ki o dönemde bir bankanın sanat eseri alıp alamayacağı epey tartışma koparmış- bir adet Osman Hamdi Bey tablosu eklemiş oldu.
Bahsi geçen eser Kaplumbağa Terbiyecisi’nin 1906 tarihli ilk versiyonudur. Erol Aksoy’un varlıklarına İktisat Bankası’ndan kaynaklanan borçları nedeniyle TMSF tarafından el konunca devlete geçen tablo, Aralık 2004’te düzenlenen bir açık artırmada Pera Müzesi tarafından 5 trilyon liraya satın alınmış ve Türkiye sanatında bir esere verilen en yüksek rakam olarak tarihe geçmişti.
Sanattan gidip biraz da zamanda sıçrama yaparak 18’inci yüzyıla dönersek şayet, bir doğum haberi tarihin sayfalarından parlıyor. 19. yüzyıl sonuna kadar yaşayan hemen tüm müzisyenlerde etkisi olan bir dâhi dünyaya geldi, 16 Aralık 1770 tarihinde Bonn’da. 56 yıllık ömrüne, dokuz senfoni, beş piyano ve bir keman konçertosu, bir piyano, keman ve çello için üçlü konçerto, 32 piyona sonatı, bir opera ve birçok oda müziği eseri sığdırdı.
9’uncu Senfoni’sinin final bölümü bugün Avrupa Birliği Marşı olarak kullanılan dâhinin adını birçoğunuz çoktan çıkardı bile. Çıkaramayanlar için Ludwig van Beethoven’dan bahsettiğimizi söyleyip Çin’in kuzeybatısında bulunan Kansu Eyaleti’nde, 16 Aralık 1920 tarihinde yaşanan 8.6 şiddetindeki depremin sonucuyla bitirelim: 200 ila 250 bin kişinin canına mâl olan deprem, pek çok kent ve kasabanın da haritadan silinmesine yol açmıştı.
İsim:
Orhan (erkek), Tuğba (kadın)
Yemek:
Yarım ekmek tavuk döner
Şiir:
Al Beni Sevecenliğine/Şükran Kurdakul
Ben sevdayım, al beni sevecenliğine
Ben gülüm, dallarına aşıla beni
Çocuğum ben, göğsünde büyüt
Umudum ben, düşüncende geliştir
Acıyım, gerçeği ararsan bende
İnancım, coşkuyu yaşarsan bende