Uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin kredi notunu bir kademe artırarak ‘yatırım yapılabilir ülke’ seviyesine çıkarttı. Ekonomi ve finans kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan ‘not artışı’nın ne anlama geldiğini, kısa ve orta vadede Türkiye ekonomisine ne gibi etkilerinin olacağını, dünyanın önde gelen finans kurumlarından Merrill Lynch’in Türkiye Masası şefi Türker Hamzaoğlu Agos okurları için yorumladı.
TÜRKER HAMZAOĞLU
Fitch’in not artırımı ile Türkiye 1990’lardan sonra ilk defa yatırım yapılabilir ülke olarak tanımlandı. Karar sürpriz olmasa da Türkiye için çok önemli ve olumlu bir dönüm noktasını temsil ediyor. Diğer yandan, geçmişe dönerek kredi notunun seyrini düşündüğümüzde, insan ‘şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler’ demekten kendini alamıyor.
Derecelendirme kuruluşları kriz yıllarında büyük bir güven kaybı yaşadı. 1990’ların sonunda yaşanan Asya krizi, ya da 2001’deki Arjantin krizinde olduğu gibi, derecelendirme kuruluşları 2008’de yaşanan krizi ve artçı şoklarını da öngöremediler. Fakat Türkiye’nin kredi notu açısından aynı noktaya gelmesinin ancak 20 senelik bir yolculuk sonucu mümkün olmasında tüm suçu derecelendirme kuruluşlarına atmak haksızlık olur.
Nereden nereye
90’ların başında yatırım yapılabilir ülke seviyesinde kredi notuna sahip olan Türkiye, gerek makro dengeleri, gerek mal ve hizmet piyasalarının gelişmişliği açısından bugünün çok gerisindeydi. Kişi başına düşen milli gelir 2 bin 700 dolar (halen yaklaşık 11 bin dolar), enflasyon yüzde 70’ler civarında (halen yüzde 8), bütçe açığı GSYH’nin yüzde 4’ü (halen yüzde 2), kısa vadeli dış borç stoku ise GSYH’nin yüzde 25’ine yakın bir seviyedeydi (halen yüzde 10). Ülkeye doğrudan yabancı sermaye eser miktarda gelirken, banka kredilerinin milli gelire oranı ise sadece yüzde 18’di (halen yüzde 50).
Türkiye ekonomisinin temellerini dinamitleyen ve akabinde notunun sürekli kırılmasına neden olan süreci popülizmin tavan yaptığı 1991 seçimleriyle başlatabiliriz. 1992’de Süleyman Demirel hükümetinin emeklilikte yaş şartını kaldırması kamu dengelerini kökünden sarstı. Kamu maliyesi hızla bozulurken, açıkların monetize edilmesi enflasyonu körükledi. 1994’te yaşanan ödemeler dengesi kriziyle not indirimleri de arka arkaya geldi. Yaşanan siyasi istikrarsızlık, yurtdışı konjonktürdeki bozulma ve ardından gelen 2001 kriziyle Türkiye’nin kredi notu da dip yaptı.
Merkez Bankası faktörü
2002-2008 arasında Türkiye ekonomisi hızla toparlanırken, uygulanan yapısal reformlar ve olumlu dış koşulların da katkısıyla Türkiye’nin kredi notu da tekrar artmaya başladı. 2008-09’da bir kesinti yaşansa da krizden nispeten az hasarla çıkmayı başaran Türkiye ekonomisi için 2010 sonuna yaklaşırken tüm derecelendirme kuruluşlarının görünümü pozitifti. Merkez Bankası’nın uyguladığı geleneksel olmayan politikalar sonucunda ekonomik büyüme çok hızlanıp, cari açık ve enflasyon hızla yükselmeye başlayınca, not artışı da ekonominin tekrar dengelenmesini beklemek üzere ertenmişti.
Dönüm noktası
Not artışı önemli bir dönüm noktası. Yurtdışındaki emeklilik fonları gibi uzun vadeli yatırımcılar, ancak kredi notu yatırım yapılabilir seviyesinin üzerindeki ülkelere yatırım yapabiliyor. Türkiye’nin daha geniş bir yatırımcı havuzuna ulaşabilmesini sağlayacak bono endekslerine dahil edilmesi için de genelde üç kredi derecelendirme kuruluşundan en az ikisinin yatırım yapılabilir ülke notu vermesi gerekiyor ve Fitch bu üçlü arasında en az ağırlığı olan kuruluş.
Ancak, Fitch’in ilk adımı atmasıyla diğer kuruluşların da harekete geçmesi beklenmeli. Moody’s Haziran ayında yaptığı not artışında görünümü pozitif tutarak zaten bir not artışının daha yolda olduğunun haberini vermişti. Çok geride kalan S&P üzerinde de not artışı baskısı oluşacak. Avrupa’da birçok ülkenin not indirimi ile karşı karşıya iken, Türkiye’nin yatırım yapılabilir ülke olma yolunda ilerlemesi yatırımcıların Türkiye’ye olan ilgilerini canlı tutacaktır. Bu süreçte Hazine ve Türk firmalarının yurtdışından borçlanma maliyetleri inerken, borçlanma vadelerinin uzaması da son derece olumlu.
İki risk
Not artışının getirdiği rüzgârla sermaye girişlerinin hızlanarak TL üzerinde değerlenme baskısı oluşturması muhtemel. Ancak, Merkez Bankası’nın bu baskıyı azaltmak için faizleri aşağıya çekmesi söz konusu. Yurtdışı finansman imkânlarının arttığı, yurtiçinde faizlerin düştüğü bir ortamda, büyüme 2013’te hız kazanacaktır. Bu da tekrar cari açığın genişlemeye başlaması demek. Not artışları Türkiye’nin yapısal cari açığını iyileştirmeyecek olsa da, finansman kalitesinin iyileşmesi, açığın sürdürülebilirliğine yönelik endişeleri azaltacaktır. Bu olumlu tabloyu gölgeleyecek ve kestirmesi güç iki risk faktörü söz konusu: Jeopolitik riskler ve yurtiçi siyaset.