Ekonomide 2017’de ne olmayacak?

Uluslararası finans piyasalarının yakından takip eden Ercüment C. Bars, 2017’de dünya ve Türkiye ekonomisindeki olası gelişmelerle ilgili tahmin ve değerlendirmelerde bulundu.

Yeni yıla girerken neler olup biteceğine yönelik tahminleri yazmak adettendir. Kristal küreler çıkar ve önümüzdeki yıl büyüme şu kadar olacak, enflasyon bu kadar, döviz kuru şu kadar diye rakamlar havada uçuşur. Geriye dönüp bakıldığında ise bunların ekseriyetle yanlış çıktığını görürüz. Ekonomistler iki çeşit tahmin vardır diye şakalaşırlar: şanslılar ve yanlış olanlar!

Ünlü fizikçi Nils Bohr, “Tahmin yapmak çok zordur, özellikle geleceğe yönelik olarak” der. Bu, kendisiye çelişen bir açıklama gibi görünse de teknik olarak çok anlam taşır. Tahminler için kullandığımız modellerin ilk aşaması geçmişi belli bir hata payıyla izah eder. Daha sonra o ilişkiden hareketle geleceğe yönelik tahminler yaparız. Geçmişi anlamadan, geleceğe bakmak nafile bir uğraş.

Kâğıt üstünde

Bu sözlerden sonra yeni yıla yönelik tahminleri ve beklentileri yazmayacağım elbette. Ekonomide uzun süredir işlerin yolunda gitmediği ortada. Gergin siyasi ortam ve yaşanan terör olayları da ilaveten belirsizlik ve mali yükler getiriyor. Son yapılan TÜİK'in milli gelir istatistiklerini yukarı revize etmesiyle yaşanan kâğıt üstündeki refah artışının çalışana, iş sahibine ve yatırımcıya bir faydası yok.

İçinden geçtiğimiz bu belirsizlik süreci, yurtdışında da önemli değişikliklerin olduğu bir döneme denk geliyor. ABD’nin yeni başkanı Trump'un bir önceki yönetimin politikalarından önemli ölçüde uzaklaşması ve Avrupa'da yükselen sağın gelecek seçimlerde siyasi sahneyi ve aktörleri değiştirme riski var. Bunlar ezber bozacak önemli değişimler. Dolayısıyla, 2017’de ne olacağını tahmin etmektense, gelin ne olmayayacak onu düşünelim.

Başkanlık sistemi gelince birdenbire herşey düzelmeyecek. Türkiye neredeyse 2014’ten beri seçim sürecinde kilitlendi. Bir iş sahibinin karını artırmaya çalışması nasıl doğal bir iktisadi güdüyse, siyasetçinin de oyunu artırmak ve iktidar olmak istemesi de o kadar doğal. Ancak, kısa vadeli bu siyasi tercihlerin, toplumun refahını da artıracağını düşünmek en hafifinden abartılı bir iyimserlik. Başkanlık sistemi birçok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Tüm yetkinin bir elde toplandığı bir ‘Türk tipi başkanlık’, ya da söylenildiği şekliyle, ‘partili cumhurbaşkanlığı sistemi’ kurumsal çerçevesi ve denetim mekanizmaları üzerine düşünülmeden ve tartışılmadan hayata geçiriliyor. Ekonomik aktörlerin bu sistemin nasıl işlediğini görmeden önemli kararlar almayacağı ortada. Siyaseten de pek çok alanda yürütülen gerilim politikasında başkanlık geldi diye ani ‘u-dönüşleri’ yapmak maliyetli ve zor. Unutmayalım ki, 12 Eylül darbesinin hemen ertesinde şiddet bitti huzur geldi diyenler onyıllarca süren travmayı göz ardı ettiler.

Büyüme sorunu

Büyüme hızlanmayacak. Her ne kadar geriye dönük olarak büyüme oranlarını yukarı revize etmiş olsak da yavaşlamayı durdurmak söz konusu değil. Türkiye'nin dış finansmana dayalı, tüketim ağırlıklı ve makro dengesizlikler yaratan büyüme modelinde yolun sonuna gelindi. Kamu, harcamalarını artırsa da, Hazine Müsteşarlığı dış borçlanma için garantiler verse de, kamu bankaları kredi musluklarını açsa da bu model sürdürülemez. Sadece ek vakit kazanılır. Küresel kriz sonrası dönemde yaşanan düşük faiz ve zayıf Dolar ortamında bu değirmene su taşımak kolaydı. Trump başkanlığındaki ABD, bunu değiştirecek, muhtemelen artan Dolar faizleri ve güçlenen Dolar Türkiye'nin aralarında yer aldığı dış dengesizlikleri yüksek ülkeleri vuracak. Oldukça borçlu olan özel kesim ise büyümeyi değil, ayakta kalmayı düşünecek.

Enflasyon düşmeyecek. Tahminlere bakarsanız enflasyon hep bir sonraki yıl Merkez Bankası'nın yüzde 5 olan hedefine iniyor. Ama geçtiğimiz beş ve on yılın ortalamasına bakarsak yüzde 8'in üzerinde. Peki ne olacak da enflasyon düşecek? Özellikle Merkez Bankası'nın TL'nin arkasına reel faiz desteği koymaktaki ürkekliğini, yüksek ücret artışlarını ve kamu harcamalarını düşünürsek… Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söylediği gibi faizleri indirerek mi? Aslında faizleri indirerek enflasyonu indirebiliriz. Önce döviz kurunu patlatırız. Enflasyon fırlar. Sonra döviz borçlu şirketler batar, ekonomi daralır, işsizlik patlar. Sonra da kimsenin bir şey alacak gücü kalmadığı için, enflasyon düşer.

TL ve Dolar

TL Dolar karşısında değer kazanmayacak. Türkiye'nin yıllık dış finansman ihtiyacı yaklaşık 200 milyar Dolar. Bu, Merkez Bankası rezervlerinin neredeyse iki katı. Doların diğer para birimlerine karşı değer kazandığı geçmiş dönemlerde, gelişmekte olan ülkelere sermaye akımları hep yavaşlamış. Büyümesi zayıflayan, enflasyonu yüksek, dış finansman ihtiyacı yüksek, birikimleri az ve Nisan 2017’de önemli bir referandum yapacak bir ülkeye sermaye girişi en az düzeyde olur. Çıkış olmazsa iyi. Hele hele ekonomi politikasının mimarları hâlâ siyasi dozu yüksek, iktisadi anlamı tartışmalı açıklamaları gündelik olarak yapıyorsa; 2017 hoş gelmeyecek ve kolay geçmeyecek! 

Kategoriler

Güncel Türkiye Yaşam



Yazar Hakkında