Türkiye’de enflasyon oranı bir yılı aşkın bir süredir kesintisiz olarak yükseliyor. Temmuz ayında bir önceki yılın aynı ayına göre açıklanan oran %79,60’tı; Ekim 1998’den beri bu kadar yüksek bir oranla karşılaşılmamıştı. Enflasyondan farklı şekillerde etkilenen iki kadın, yaşadıkları zorlukları ve verdikleri mücadeleyi anlatıyor.
HERMİNE VİRABYAN
Başını sokacak bir çatı
Eda Aydın (28), lisedeyken, iyi bir hayat sürmesine yetecek, ‘ortalama maaşlı’ bir işe girip Kadıköy’e taşınma hayali kurduğunu hatırlıyor. Şimdi o yaşındaki Eda karşısında olsa, ona “Saçmalama kızım” diyeceğini söylüyor. O zamanlar bu ‘hayal’in gerçekleşmesinin gayet mümkün olduğunu, kendisinin de bu tür bir hayatı lüks olarak görmediğini hatırlayınca gülüşü kesiliyor. Bugün İstanbul’da yaşamak artık çok daha pahalı; maaş olarak aldığı 5900 lira, büyük hayallere yer bırakmıyor.
Eda, yaklaşık iki yıl önce İzmir’den İstanbul’a taşınmış. İzmir’de yaşadığı yalnızlık hissi ve iş imkânlarının kısıtlılığı onu mutsuzluğa itmiş. İstanbul’u yaşamak için mükemmel bir yer olarak görüyormuş. Ne var ki, hayallerindeki şehir, bugün bakıldığında pek makul bir tercih gibi durmuyor.
Türkiye’nin genel ekonomik durumu ve yüksek enflasyon, Eda’nın ‘tasasız’ bir gençlik sürmesinin önünde engel oluşturuyor. Kadıköy’de düşük kiralı bir dairede yaşıyor ama yeni bir ev bulmak zorunda; kira, şimdikinin en az üç katı olacak.
Şu anda oturduğu, Kadıköy’ün merkezindeki daire, dört yıl önce aylık 1800 liraya kiralanmış. Eda’nın 16 ay önce taşındığı ve bir arkadaşıyla birlikte kaldığı bu daire eski ve bakımsız olsa da, kira düşük olduğundan başka bir yere geçmemeye karar vermişler ama ev sahibi, kısa süre önce, oğlunun evlenip oraya taşınacağını söyleyerek onlardan daireyi boşaltmalarını istemiş. Eda ev sahibinin öne sürdüğü gerekçeyi inandırıcı bulmuyor, asıl derdinin daireyi daha yüksek bir fiyata kiralamak olduğunu düşünüyor. Şimdi benzer bir daire kiralayabilmek için ayda 6000-7000 lirayı gözden çıkarmaları gerekiyor: “Benim hayalim yalnız yaşamaktı ama artık buna imkân yok. Hatta masrafları paylaşmak için bir ev arkadaşı daha almayı düşünüyoruz.”
Yılbaşında bir mucize olmuş – Eda’nın maaşına zam gelmiş. Ancak, Eda bu zammın, yaşadığı maddi zorlukları biraz olsun hafifleteceğini umarken, yeni enflasyon dalgasıyla bu umut suya düşmüş; durum eskinin de gerisine gitmiş. Şu anda kişi başı 900 lira kira veriyorlar ama yakında bu tutar en az 3000 lira olacak. Eda, belini doğrultabilmek için, maaşına bir zam daha gelmesini umuyor.
Eda, enflasyon yüzünden seyahat edemediğini, alışveriş yapamadığını, arkadaşlarıyla dışarı çıkamadığını söylüyor. En çok özlediği şey ev yemekleriymiş ama artık evde yemek yapamıyormuş. Ekmeğin beş değil iki lira olduğu zamanları hatırlıyor. Temel gıda ürünlerinin fiyatları o kadar yükselmiş ki market alışverişi yapmak onun için lüks hâle gelmiş. Dışarıdan yemek daha hesaplı oluyormuş.
Eda artık para biriktiremiyormuş. Yılbaşından önce maaşı daha düşük olduğu hâlde bir kenara para koyabilirken, bugün ayın sonunu zor getiriyormuş.
Genç kadın, enflasyonun sorumlusunun Recep Tayyip Erdoğan olduğu fikrinde. Ve özellikle uluslararası ilişkilerde attığı adımların enflasyonun yükselişinde önemli olduğunu düşünüyor; “Yaptığı tüm tercihler Türkiye’de enflasyonu etkiliyor” diyor. Ona göre, Erdoğan diğer ülkelerle başını derde sokarak, kendisi de Türkiye halkının başına dert oluyor. Türkiye’de ödenen vergilerin halka dönmediğini, bu paraları hükümetin yediğini söylüyor.
Seçimlerin yaklaşması, bir şeylerin değişebileceğine dair umutlara kapı aralıyor. Eda, durum yakın zamanda değişmezse ne yapacağını bilmiyor. Ülkeyi terk etmek onun için ilk sıradaki çözümlerden biri; Türkiye’de bu koşullar altında yaşamını nasıl sürdürebileceğine dair bir fikri olmadığını söylüyor. Kendi durumunun istisna oluşturmadığı, yaşıtlarının çoğunun büyük zorluk içinde olduğu düşüncesinde.
Daha iyi bir yaşam kurmak amacıyla, Türkiye’nin birçok yerinden İstanbul’a gelen gençler şimdi zor durumda, çünkü İstanbul ülkenin en pahalı şehri. Eda birçok gencin son çare olarak büyük şehirleri terk edip memleketine döndüğünden bahsediyor. Bir zamanlar ailesine para göndermeyi hayal edip o şevkle çalıştığını, ancak artık İstanbul’da yaşayabilmek için ailesinden yardım almak zorunda kaldığını söylüyor.
İşçi hakları mücadelesi
Emel Didir (38), 14 yıl önce Bursa’daki Acarsoy tekstil fabrikasına çalışmaya başlamış. Onun için geçmişte işyeri olan fabrika, şimdi aylardır süren mücadelesinin mekânı. Mart ayında işten çıkarılmış ve ekonominin bu kadar kötü olduğu bir dönemde maddi çıkmaza girmiş.
Emel’in protesto eylemine, 12 yaşındaki kızı da gelmiş; arabadan çıkmadan annesini izliyor. İşçi hakları mücadelesi için her gün iki saatini veren Emel, bu durumun onu çok üzdüğünü, aslında o vakti çocuğuna ayırmayı tercih edeceğini ama başka çaresi olmadığını itiraf ediyor. Kızıyla birlikte annesinin yanında kalıyormuş; böylece hayatın onlar için biraz daha güvenli ve düzenli hâle geldiğini söylüyor.
Emel kendine araba alırken, kısa süre sonra işini kaybedeceği aklının ucundan bile geçmediğinden, taksitleri bankaya zamanında yatırmakta zorlanacağını da düşünmemiş. Şu anda bankalara 48 bin lira borcu olduğunu, bu tutarı iki yıl içinde ödemesi gerektiğini, işsizliğin daha iyi bir hayata dair umutları da sildiğini anlatıyor. Kısıtlı bir hayat sürdüklerini, kızının ihtiyaç duyduğu bazı şeyleri alamadıklarını, geçmişte bir kenara koyduğu para olmasa hayatta kalmalarının bile çok zor olduğunu söylüyor.
Emel’in çalıştığı fabrikanın yaklaşık 450 çalışanı var. Çalışanların yaklaşık olarak yüzde 70’ini, ağır işçilik yaparak ip üreten kadınlar oluşturuyor. Bu kadınlar omuzlarında, işin kendisinden daha büyük bir yük de taşıyorlar: İş yerinde tacizi de barındıran, ağır çalışma koşulları. Dört kadının, sorunları dile getirmek ve çözmek için gösterdikleri çaba, temel gelir kaynakları olan işlerini kaybetmeleriyle sonuçlanmış.
Emel Didir, “İş yerinde vücutlarımızı tamamen örtmek için ellerinden geleni yapıyorlardı” diyor; buna rağmen, erkek çalışma arkadaşlarının bakışlarından ve tacizinden kurtulamadıklarını hatırlıyor. Erkekler, kadınların giysilerinin renkleri üzerine yorumlar yapıyorlarmış. Didir, bir kadın işçinin pantolonunun düğmesi kopunca, erkek çalışma arkadaşlarından birinin “Dün sarı külot giymiştin, bugünkü başka renkmiş” dediğini anlatıyor. Şirket bu tür durumları engellemek için hiçbir şey yapmıyormuş.
Her şey, patronun, fabrikaya henüz beş ay önce girmiş olan bir çalışanı işten çıkarmasıyla başlamış. Diğer üç kadın çalışan, dayanışma göstererek, aralarındaki en genç işçi olan bu kadına destek olmuş; bunun üzerine onlar da işten atılmış. 25 Mart’ta bu dört kadın basın açıklaması yapınca patron patırtı çıkmasından korkup onları işten çıkarmış. Kadınlar, İş Kanunu’nun 25. maddesinin ikinci bendine dayanan bu işten çıkarmanın usulsüz olduğunu söylüyorlar.
Bugün Emel’in tek geliri, Öz İplik İş Sendikası’nın sunduğu cüzi maddi destek; sendika, onun verdiği hak mücadelesine de destek oluyor. Emel’in umudu, işini geri alıp daha iyi koşullar altında çalışarak içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmak.