Bu koşullar altında Ermenilerden (İstanbul dahil) Ermenice konuşmaya muktedir küçük bir zümre, sadece dilleriyle İstanbul Ermenilerini imtihan etmeye kalkıyor. Burada savunmaya geçecek kişi ben değilim ama şunun da hakkını teslim edelim: İstanbul’da yaşayan genç Ermeniler ellerinde tuttukları kalemlerini kendi öz hikayelerini yazmaya vakfederek o direnci sürdürüyorlar, sadece Türkçeyle bile olsa. Bu kıymetli vaka görmezden gelinmemelidir. İstanbul fail mi, mağdur mu bu hikâyede?
21 Şubatlar bana, Dünya Anadili Günü’nü ve İstanbullu Ermeni şair Zahrad’ın bu dünyadan göçtüğü günü hatırlatır. Bu iki günün de önemi bizim için Batı Ermenicesi’ne gelip dayanır, biz Türkiye Ermenilerinin konuştuğu veya konuşmadığı o dile.
Dr. Maral Aktokmakyan, İngilizce olarak kaleme aldığı ve Wasafiri adlı 1984’ten bu yana İngiltere’de yayımlanan üç aylık çağdaş edebiyat dergisinde “BATI ERMENİCESİ: HAYATTA KALMIŞ BİR DİLİN VE EDEBİYATININ TUHAF HİKAYESİ” * başlıklı makalesinde Batı Ermenicesinin hikayesini derli toplu ve ustaca ortaya koyuyor. Girişte bir şiire yer verilmiş, Karabağ’a ve tüm dünya tarafından sürekli olarak göz ardı edilen Ermenilere ithaf edilerek:
Uzuvlarımızı yerlerinden etmeliyiz
Ve onları bir bir dizmeliyiz
Neyin eksik olduğunu görmeye
Bulmak için neyin de eksildiğini
Aksi halde oturmak
Sessizce kabul etmek olmaz
Bir ölümün bedenini.
Hector de Saint-Denys Garneau
Bu alıntı, yazarın konuyu ele alışını oldukça manidar bir anlatımla bize düşündürüyor. Dr. Aktokmakyan şöyle özetliyor:
"Bu makalenin amacı, Batı Ermeni edebiyatının modern Ermeni tarihindeki özgün yerini, özellikle de İstanbul'u ele alarak incelemektir. 1915'in tarihsel kopuşunun yol açtığı bu biriciklik, ulusun dilinde ve kültürel alanlarında bir ölüm-kalım durumu, Batı Ermeni edebiyatının tanıklık ettiği benzersiz ve ürkütücü bir yurtsuzluk ve vatansızlık hali üretmiştir. Bu, vatanı olmayan bir dil olan Batı Ermenicesi’nin hikayesidir. 1915 öncesi yazarlar dili ve edebiyatı son derece gelişmiş düzeylere taşımışlardı. Sonraki nesiller kendilerini edebi geleneği yeniden var etmek zorunda buldular. Bu zorlu görev yeni bir yuva ve kimlik duygusunu işlemek mecburiyetiyle birleşti. 1915 sonrası hayatta kalanların verdiği mücadele ile kolektif çaba Batı Ermeni Edebiyatının çok dallı ağacının sadece hayatta kalmasını değil aynı zamanda gelişmesini ve büyümesini de sağladı"
Ancak makalenin esas ilgi çekici tarafı yazarın hiç de duymaya alışık olmadığımız yorumu:
"Batı Ermenicesi konuşanların, bu dilin tehlike altında olduğunu öğrenir öğrenmez kabullendiği, toprağa vermek için cenaze törenine çoktan hazır olduğu’"
Dr. Aktokmakyan ekliyor:"‘Batı Ermenicesini konuşan toplumlar hem İstanbul’da hem de Diaspora’da (Kıbrıs, Yunanistan, Mısır, Lübnan, Suriye, Fransa, ABD, Arjantin, Kanada) ana dillerini görmezden gelerek mümkün olduğunca az konuşuyorlar. Bu konuda eleştirilerin odağı ise Batı Ermenicesi’nin merkezi sayılan ve koca bir edebiyat geleneğine ev sahipliği yapmış İstanbul’dur."
Dr. Aktokmakyan’ın makalesinde tasvir ettiği fotoğrafı şimdilik bir kenara bırakarak içinde bulunduğumuz duruma farklı bir açıdan bakmaya çalışalım. Batı Ermenicesi, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) ‘kesinlikle tehlikede’ gördüğü dillerden biri olarak işaretlenmiş.
UNESCO, bir dilin ne derece tehlike altında olduğunu sınıflandırmak için dokuz ölçüt kullanıyor: 1.Dilin kuşaktan kuşağa aktarılması, 2.Dili konuşan kişi sayısı, 3.Dili konuşanların toplam nüfusa oranı, 4.Dilin kullanım alanlarında değişiklikler, 5.Dilin yeni alanlara ve ortamlara tepkisi, 6.Dilin öğrenilmesi, o dilde okuma yazma öğrenilmesi için gerekli materyallerin varlığı, 7.Devletlerin ve kurumların tutum ve politikaları, buna dilin resmi durumu ve kullanımı da dahil, 8.Toplum bireylerinin kendi dillerine yönelik tutumu, 9.Dille ilgili var olan belgelerin miktarı ve niteliği. **
Yukarıda sayılan dokuz maddeyi birer ders olarak kabul edersek, geçmişte Batı Ermenicesi’nin görkemli merkezi olan İstanbul’da karnemizin iyi olmadığı apaçık görünür. Ermenilerin dönüm noktası olan 1915’den, öncesiyle ve sonrasıyla, tüm Ermeni kültürünün, geleneğinin hoyratça bozguna uğratıldığı, can damarlarının kurutulduğu dönemin üzerinden yıllar geçmiş. Çeşitli Anadolu şehirlerinden göçlerle Ermenilerin toplaştığı İstanbul’da bugün okulu, kilisesi, vakfı, derneği, korosu, tiyatrosu, gazetesi, yayınevi, sosyal medya girişimleri ile anadil ateşi körüklenmeye çalışılıyor. Ancak itiraf etmek zorundayız ki, Batı Ermenicesi bizim anadilimiz olmaktan giderek uzaklaşmaktadır. Bu konuda ilk akla gelen olumsuzluksa bu dilde konuşmamak.
Bir dil sadece konuşularak yok olmaktan kurtulur mu? O dilin hem yazılması hem de okunması gerekir. O dille eğitim, bilim, sanat üretmek gerekir. Bunlarsa konuşmaktan öte birikimlere ihtiyaç duyar. Tüm büyük şehirler gibi İstanbul’da da postmodern hayat herkesin varlığını kocaman bir potada eritiyor, parçalıyor ve özgül durumunu kaybettiriyor. Bunda yetişen yeni neslin büyük şehre tümüyle adapte olmaları, tüm dünyayla daha çok iletişim içinde bulunmaları, bir yandan da mevcut koşullardan daha iyi bir gelecek kurmak amacıyla bambaşka yerlerde yaşamlarını sürdürmeyi tercih etmeleri etkili bir faktör olarak karşımızda duruyor.
Bu koşullar altında Ermenilerden (İstanbul dahil) Ermenice konuşmaya muktedir küçük bir zümre, sadece dilleriyle İstanbul Ermenilerini imtihan etmeye kalkıyor. Burada savunmaya geçecek kişi ben değilim ama şunun da hakkını teslim edelim: İstanbul’da yaşayan genç Ermeniler ellerinde tuttukları kalemlerini kendi öz hikayelerini yazmaya vakfederek o direnci sürdürüyorlar, sadece Türkçeyle bile olsa. Bu kıymetli vaka görmezden gelinmemelidir. İstanbul fail mi, mağdur mu bu hikâyede?
Dr. Aktokmakyan makalesinde bize şunu da hatırlatıyor: Ermenistan Cumhuriyeti’nin anayasasında resmi dil Doğu mu Batı mı olduğu belirtilmeksizin sadece ‘Ermenice’dir. Öyleyse şu soruyu sormak istiyorum: Devletsiz kalan Batı Ermenicesi’ni yok olma tehlikesinden kurtarmanın ihtimali, Ermenistan Cumhuriyeti tarafından tanınması ve bunu takiben korunması ile sağlanabilir mi? Nitekim böyle bir konuda yol almak için kişisel çabalardan öte sürdürülebilir kurumsal politikalara ihtiyaç var.
Şiirlerini Ermenice yazmış İstanbullu şair Zahrad 18 yıl önce bugün İstanbul’daki evinde yaşama veda etti. Onu bir şiiri ile selamlayalım:
CÜMLE
Sözcükler avlarım
Ve dizerim sözcükleri yerli yerince
İsimler avlarım sıfatlar avlarım
İsimleri afiyetle yer sıfatlar
Ateşli fiillerime acırım ben
Özneden yoksun kalır onlar
Fazla isimleriniz varsa eğer
Getirin - iyi fiyata hemen alırım
Notlar
* “Western Armenian: The Curious Story of a Surviving Language and Literature” (Wasafiri, sayı 120, Kış 2024).
** Bianet UNESCO: Türkiye’de 15 Dil Tehlikede Yayın Tarihi: 20 Şubat 2009