Mıgırdiç Margosyan'ın 1997'de Agos'ta yayımlanan köşe yazısını 21 Şubat Dünya Anadili Günü nedeniyle yeniden yayımlıyoruz. "Bir zamanlar dünyanın dört bucağına yayılmış Ermenice gazetelerin sık sık yayınladığı 'gı pındrıvi' mektupları artık giderek yayınlanmaz oldular."
“...Bu mektuplar nerelerden gelmezdi ki... Selanik’ten, Larisa’dan, Atina’dan , Girit, Korfu, Pire’den... Basra, Bağdat, Lazkiye, Şam, Beyrut, Kudüs’ten, İskenderiye’den, Kahire’den, Addis Ababa’dan... Köstence, Bükreş, Varna, Sofya’dan... Venedik, Paris, Lyon, Marsilya’dan... Hele Tiflis, Erivan, Leninagan’dan... New York, Boston, Şikago, Los Angeles, Toronto, Montreal, Vancouver’den... Rio de Jeneiro, Santiago, Buenos Aires ve Montevideo’dan... Mektuplar, seferberlik yıllarında Kızılhaç’ın veya Amerikalı misyonerlerin daha sonra Anadolu ve Suriye’den topladıkları çocuklardan, Zara‘dan dünya sathına savrulmuş Ermenilerden geliyordu.”
Yukarıdaki satırlar Kirkor Ceyhan’ın geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm” adlı yapıtından bir alıntı.
Kirkor Ceyhan’ın yer yer Zara şivesini de kullanarak anlattıklarını büyük bir zevkle ve zaman zaman da içim “cız” edercesine okurken, ben de, ister istemez bir bakıma hayal gücümü zorlayarak sanki seneler sonrası pılımı pırtımı toplayarak kalkıp göç eyledim bizim oralara, bizim diyarlara, çocukluğumun geçtiği Diyarbakır’a, bizlerin bir zamanlar yaşadığı “Gavur Mahallesi”ne. Diyarbakır’da evimizin küçük avlusunda oynarken, nerden nereye bilemiyorum anamın sık sık tekrarladığı yarısı Ermenice, diğer yarısı da Kürtçe olan bir cümleyi anımsadım:
“Berdan berdan eğenk lao...”
Anamın o günlerde söylediği “parça parça olduk oğlum” veya “paramparça olduk lao” cümlesindeki gizi doğrusu o günlerde pek de anlamış değildim. Sonra, çok sonraları ancak bu kısacık, bu iki kelimelik cümlenin ne denli hüzünlü bir yaşamın ifadesi, belki de sayfalarla anlatılması gereken bir “acı geçmiş”in özeti olduğunu anladım.
Birinci Cihan Harbi’nin, o “körolası seferberlik” günlerinin ardından derelerin altından çook sular akıp gitti. Ne idiğü belli olmayan, hangi kara kalemin yazdığı da henüz bir türlü anlaşılmayan o kapkara alın yazısı sonucunda; evlerinden, köylerinden sürgüne gönderilerek ilelebet bir daha dönmeyerek kaybolanların ardından, geride kalanların, birbirlerini iki satır yazıyla şuraya buraya mektup döşenerek bulabilmek için çırpınışlarını da iyi anımsıyorum.
Diyarbakır’dan İstanbul’a okumak kendi anadilimizi öğrenmek için geldikten ve iki sene sonra da yaz tatilinde döndüğümde ne denli Ermenice öğrendiğimi bir bakıma öğrenmek isteyen, bunu merak eden, babamın şu sözlerini unutmam mümkün mü?
“Hadi Margos, al elen kağıtla kelemi bizim İstanbul’daki Ermenice ğazatalarına bi tene ‘gı pındrıvi’ mektubu yaz!”
Babamın buyruğu üzre elime kağıt ve kalem alarak onun “gı pındrıvi” yani “aranıyor!” dediklerini yazmaya başlamıştım:
“Aslen Diyarbekir’in Piran kazasına bağlı Heredan Köyünden dört yaşında ‘kefle’ye çığan Sarkis Margos, Seferberlikte kaybolan akrubalarından..... aramağtadır. Her kim ki onların yerini bılise ‘haylığ’ içün aşağıdaki adrese yazmalarını....”
Mektubu yazdıktan sonra postaya atması için verdiğimde, babamın yüzündeki sevinç ve mutsuzluk ifadesi birbirine karışmıştı. Babam, seneler sonrasında Birinci Cihan Harbi’nin o kapkaranlık günlerinde, Seferberlikte kaybolan yakınlarını belki bulurum ümidiyle kağıt ve kalemden medet ummak zorunda kaldığı için belli ki kahroluyor, kem talihine küsüyordu ama, diğer taraftan en büyük hayallerinden birinin gerçekleştiğini, yani oğlunun kendi anadiliyle üç satır da olsa karalayabildiğini gördüğü için de bunun mutluluğunu yaşıyordu.
Bir zamanlar dünyanın dört bucağına yayılmış Ermenice gazetelerin sık sık yayınladığı “gı pındrıvi” mektupları artık giderek yayınlanmaz oldular. Seksen küsur yılın ardından yakınlarını bulmak ümidiyle çırpınanların çoğu da zaten “boş” umutlarını yüklenip öte tarafı boyladılar. Bu insanlık ayıbından geriye ne mi kaldı? Geriye kalan ne yazık ki işte Kirkor Ceyhan gibi “Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm” diyen bağrı yanık insanlar ve talihsiz bir neslin çığlıkları...