Mihail Vasiliadis’le Apoyevmati’nin kuruluşundan günümüze uzanan hikâyesini, tarih boyunca yaşadığı zorlukları ve geleceğini konuştuk.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin yayın hayatını sürdüren en eski gazetelerinden olan Apoyevmatini, bu yıl 100. kuruluş yıldönümünü kutluyor. Apoyevmatini Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis, her yıl 12 Temmuz’da gazetenin kuruluş yıldönümünü kutladıklarını söylüyor. Gazeteyi bugün Mihail Vasiliadis ile oğlu Minas Vasiliadis çıkartıyor. Bellek 365, gazetenin 100. kuruluş yıldönümü vesilesiyle bir belgesele imza attı. Yönetmenliğini ve yapımcılığını gazeteci Melike Çapan’ın üstlendiği ‘100: Apoyevmatini’ adlı belgesel, ağırlıklı olarak gazetenin Rum toplumu için önemine değiniyor.
Mihail Vasiliadis’le Apoyevmati’nin kuruluşundan günümüze uzanan hikâyesini, tarih boyunca yaşadığı zorlukları ve geleceğini konuştuk.
Apoyevmatini’nin 100 yıllık yolculuğuna baktığınızda, bu süreçte gazetenin en kritik dönüm noktaları neler oldu?
Arkamızda bıraktığımız 100 yıl içinde genellikle azınlıkları özel olarak da Apoyevmatini’yi ilgilendiren dönüm noktaları oldu.
Lozan’da görüşmeleri yürüten heyetin Türkiye’ye döndüğünde ilk ele alıp uygulamasına geçtiği kararlardan biri ekonomiyi etkileyecek iş kollarının, kendilerinin ‘gerçek Türk’ olarak gördüğü kişilere geçmesini sağlayacak tedbirleri almak oldu. İmparatorlukların dağıldığı ulus devletlerin arka arkaya kurulduğu bir dönemde kimse bunların varılan anlaşmalara uygun olup olmadığı ile ilgilenmedi. Böylece İtalya, İspanya, Almanya gibi Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde de bir sürü diktatörlük kuruldu. (Türkiye’den örnek gerekirse İmroz ve Tenedos (bugün Gökçeada ve Bozcaada) için alınan kararların uygulanmaması gösterilebilir.)
Apoyevmatini ile ilgili karara gelince: Bu ‘Gerçek Türklere’ geçmesi gereken iş kolları arasında eczaneler de dâhil idi ve benim amcalarımın Beyoğlu’nda büyük eczaneleri vardı. Karara göre her mahallede bir eczane kalmalıydı (o zaman eczaneler doktorun yazdığı ilacı imal ederdi ve rekabet nedeniyle imalde kötü malzeme kullanılmaması için bu karar alınmıştı!) dolayısıyla ‘kurada’ hep ‘Gerçek Türkler’in isimleri çıkıyordu.
Ancak Andonios ve Konstandinos Vasiliadis kardeşler Mekteb-i Sultani (bugünkü Galatasaray Lisesi) mezunuydular ve sınıf arkadaşları Ankara’da yeni rejimde önemli konumlardaydılar. Olay onlara anlatıldı ve aldıkları cevap “Üzülmeyin, hemen hallederiz” oldu. Ancak kısa bir müddet sonra gelen cevap “Maalesef hiçbir şey yapamıyoruz emir büyük yerden” oldu ve devam etti: “Ancak üzülmeyin, aklımızdasınız ve ilk fırsatta size yardımcı olacağız.” İşte bu fırsat bir müddet sonra, İstanbul’da Rumca bir gazete yayınlanmasına izin verilmesi kararı alındığında ortaya çıktı ve izin Vasiliadis kardeşlere verildi. Ancak Andonios Vasiliadis, ailesiyle Yunanistan’a göçme kararı aldı ve gazeteyi kurup işletmeyi Konstandinos’a bıraktı.
Konstandinos Vasiliadis’in bu işin üstesinden gelebilmesi için iki güçlü yardımcıya ihtiyacı vardı: Önce, gazetenin yazı işlerini ele alacak iyi bir gazeteci bulunmalıydı. Bu kişi, Theodoros Kavalieros Markuizos’tu (Θεόδωρος Καβαλιέρος Μαρκουϊζος).
İkincisi ise gazete basabilecek bir matbaa. Bu konuda kendisine yardımcı olması için Konstandinos Spanudis ile temasa geçmesi tavsiye edildi. Spanudis, Proodos Gazetesi’nin sahibiydi ve kendi gazetesi için Fransa’ya en son model matbaa ısmarlamış ve baş makinistini onu kullanmasını öğrenmesi için Fransa’ya yollamıştı. Makine gelmiş ve Pera’ya dikey çıkışı olan Kallavi sokaktaki yerine monte edilmişti. Gel gör ki bu arada durum değişmiş, Spanudis yurtdışına çıkma kararı almış ve Osmanlı pasaportunu kullanmıştı. Ancak aynı durumda olan başka kişilerle birlikte dönmek istediklerinde yurda sokulmamış, kendilerine ancak Türkiye Cumhuriyeti pasaportuyla giriş yapabilecekleri söylenmiş ve netice olarak Türkiye’ye dönememişlerdi.
Sözü uzatmayayım. Spanudis ile temas kurulmuş ve kendisi bu konuda yardımcı olmayı kabul ettiğini ve hemen işe başlayabileceklerini söylemişti. Ancak Kallavi sokaktaki kapı açıldığında karşılarına matbaa makinesi yerine bomboş bir hangar çıkmış ve bu imkân ortadan kalkmıştı.
Bu durumda daha önce de gazete yayınlamış olan Odiseas Kristalidis ile ortaklık kurulmuş ve Suriye pasajına yerleşilmiştir. Bodrumda matbaa kurulmuş, zemin katta ise gazetecilerin çalışması için yazıhaneler kiralanmıştı.
Bu arada gazeteye verilecek isim düşünülürken Konstandinos’un aklına ‘Apoyevmatini’ (Rumcada ‘ikindi vakti’) gelmiş. Bunun seçilmesinin nedeni de Türkçe gazeteler sabah yayınlanırken azınlık gazetelerinin öğlenden sonra yayınlanıyor olması. Bu olay günümüze kadar devam ediyor. Nedenini düşündüğümde şu neticeye vardım: Azınlık gazeteleri kendilerine şöyle bir fırsat yaratıyor: Sabah yayınlanan, özellikle iktidar yanlısı gazetelere bakmak ve gerektiğinde haber ve yorumları ona göre yapmak. Yani otosansür imkânı.
Bu arada Kavalieros Markuizos da motto olarak Victor Hugo’nun “Yeni dönemler yeni görevler getirir” cümlesini ekledi.
Apoyevmatini, kısa bir müddet sonra tirajda ondan önce yayın hayatına başlayan Cumhuriyet Gazetesi’ni geçti ve ilk sıraya oturdu. Bunun nedeni Cumhuriyet gazetesinin eski yazı ile yayınlanıyor olmasıydı. O dönemde -yaklaşık rakamlarla- 850 bin kişilik bir nüfusa sahip olan İstanbul’da Müslüman Türk nüfus 500 bin, okur yazar oranı ise %5’di. Rum Ortodoks nüfus 150 bin olmasına rağmen okur yazar oranı %65’lere varıyordu, geriye kalan 200 bin kişiyi ise diğer azınlıklar oluşturuyordu. Rum Ortodoks toplumunun her köyde (Yeniköy, Çengelköy, Feriköy, Beşiktaş) kilisesi, kilisenin etrafında okuma yazma ve aritmetik hesap yapma okutulan en az 4 sınıflık okulu, vakıf idaresinin de kullandığı başkanlık odası, gençlerin kullandığı ve okul öğretmenlerinin katıldığı kültür derneği ve Kadınlar Fukaraperver Derneği vardı. 4. sınıfı bitiren çocuklar, eğer ‘kafası alıyorsa’ Türkçe dersleri okutan öğretmenlerin de tavsiyesiyle tahsiline devam eder, aksi halde bir ustanın yanına çırak olarak verilir, bir zanaat sahibi olması sağlanırdı.
Yayın hayatına başladığınız günden bu yana Türkiye’de Rum cemaatinin durumu nasıl değişti ve bu değişiklikler gazetenizi nasıl etkiledi?
1927 yılında ilân edilen Alfabe devrimiyle, 1930’lu yılların başında Cumhuriyet Gazetesi, Apoyevmati’nin tirajını aşmaya başlamıştı. Aynı yılda gazeteyi doğrudan ilgilendiren bir olay Apoyevmati’nin politikasını değiştirmesine neden oldu. Konstandinos Vasiliadis’e Ankara’daki dostlarından bir ‘rica’ geldi. Kavalieros Markuizos’un yazıları ve izlediği politika rahatsızlık yaratmıştı. Böylece işine son verildi ve yerine Patrikhane’de çalışan Grigorios Yaveridis alındı.
Aynı dönemde Mustafa Kemal ve Venizelos arasında gerçek bir yakınlaşma ve işbirliği düşüncesi yeşermiş ve bu iki devlet adamının kararıyla 14 Eylül 1933 tarihinde Ankara’da “samimî anlaşma misakı’ kabul ve tasdik edilmiştir. Türkiye Reisicumhuru Hazretleri: Başvekil, Malatya mebusu, İsmet Paşa Hazretlerini ve Hariciye vekili, İzmir mebusu, Tevfik Rüştü Beyefendi Hazretlerini; Yunan Reisicumhuru Hazretleri de: Başvekil Müsyü Panaghis Tsaldaris Hazretlerini ve Hariciye Nazırı Müsyü Demetre Maximos Hazretlerini tayin buyurmuşlardır.” Kati kabul ve tasdik tarihi ise 6 Mart 1934 tarihinde olmuştur. Bugünkü, AB ülkelerini birbirine bağlayan anlaşmanın ilerisinde olan bu anlaşma -gerginliği had safhada olan- Avrupa’da hayret uyandırmış ve Nobel Barış Ödülü’nün buna verilmesi gerektiği söylenmiştir.
Bu anlaşmaya göre Yunanistan vatandaşları Türkiye’de, Türkiye vatandaşları da Yunanistan’da, bulundukları ülke vatandaşlarının mükellefiyeti ne ise ona tâbi olacaklardı.
Bu anlaşmanın İstanbul’daki Rum Ortodoks toplumu için olan önemi büyük oldu. Yıllar içinde İstanbul’daki Yunanistan vatandaşı sayısı 15 bine ulaştı hatta geçti, bu kişiler yatırımlar yaparak iş ve aile kurdu. Bu aile fertleri yerli Rumlardandı. Yeni günlük ve haftalık gazete ve dergiler yayınlandı.
Bu olay Rum toplumu için olumlu ve kritik bir dönüm noktasıdır.
Söz konusu anlaşma Yunanistan işgal altında kaldığında muhtelif direniş hareketlerine katılan Yunanlar, deşifre olmak tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarında Türkiye’ye kaçıp oradan İngilizlerin de yardımıyla Ortadoğu’daki birliklere katılıyorlardı. Bu arada Türkiye’de kalanlar da oldu.
Tabii ki bu arada Rum toplumu için olumsuz dönüm noktaları da oldu.
Bu olumsuz dönüm noktaları bütün azınlık toplumlarını etkilediği gibi gazeteleri de etkiledi. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Yirmi kura Nafıa askerleri: Nisan 1941’de 27 ile 40 yaş aralığındaki gayrimüslim erkeklerin Nisan 1941’de amele taburunda 1942’ye kadar çalıştırılmaları.
Varlık vergisi: Ülkede uygulanan bu en haksız, en adaletsiz olayda azınlık gazeteleri sessiz kalmış ve otosansür uygulamıştır. Sabah saatlerinde dağıtılan Türkçe basında çıkan haberlerin tercümesi dışında tek bir kelime yayınlanmamıştır. Apoyevmati’nin politikası da aynı yolu seçmiştir.
Ümit veren bir aralık: 1950’lerin ilk yılları Rumca yayınlanan gazetelerin ve bu arada Apoyevmati’nin rahat bir nefes aldığı dönem oldu. 30 Ocak’ta Sofoklis Venizelos Türkiye’ye geldi, 27 Nisan’da ise Adnan Menderes Yunanistan’a gitti. Nihayet, 7-14 Haziran 1952 tarihleri arasında Yunanistan Kralı Pavlos’un, eşi Kraliçe Frederika ile birlikte Türkiye ziyareti ve son olarak dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 27 Kasım – 2 Aralık 1952 tarihli Yunanistan ziyareti izledi. Rumca ve Türkçe yayınlanan gazeteler bu konularla ilgili sayfalarca yazılar yazdı. Apoyevmatini’de fotoğraflar ve olumlu yazılar çıktı. Bu dönemde meydana gelen bu samimi dostluk, varılan anlaşmaya göre sadece iki tarafın samimi duygularını değil ortak çıkarlarını da içeriyordu. Dikkati çeken bir diğer husus ise Kıbrıs konusuydu. Taraflarca kullanılan ifade ise şöyleydi: “Her iki ülke açısından da hassas bir durum arz etmeye başlayan Kıbrıs konusunda hem Yunan hem de Türk tarafı siyasi kriz çıkaracak bir yaklaşımdan uzak durmaya özen göstermişlerdir. Her iki taraf da Kıbrıs meselesini İngiltere hükümeti ile Kıbrıs halkının kendi meselesi olduğu şeklinde yorumlayarak ikili ilişkilerin gelişmesine gölge düşmesinden çekinmişlerdir.”
Bu dönemde gazetemiz önemli bir dönüm noktası yaşadı. Gazetenin sahibi olan Konstandinos Vasiliadis, Yaveridis’in de tavsiyesine uyarak, Yunanistan’a taşınmış ve gazeteden ayrılmıştı. Buna rağmen gazetenin kaşesinde 1960’lı yılların ortalarına kadar, sahibi ve müdürü olarak K. Vasilyadis ismi görülmektedir. Daha sonra ise sahibi olarak Yaveridis’in kız kardeşinin kocası olan Dr. Yeoryios Adosoğlu’nun adı eklendi. Ancak Apoyevmatin’nin dümenindeki kişi Gr. E. Yaveridis’dir. Ta ki 2 Ağustos 1979 tarihinde hayatını kaybedene kadar. Ondan sonra gazetenin sorumlu yazı işleri müdürü olarak İstefan Papadopulos’un ismi geçmektedir.
Bu arada 1964 yılında Rum toplumu en ağır darbesini yaşadı. Dönemin başbakanı İsmet İnönü, Mustafa Kemal ve Venizelos’un eseri olan ve kendi imzasını taşıyan, 1930 antlaşmalarını tek taraflı iptal ederek, bu antlaşmalar bazında Türkiye’de yaşamakta olan 15 bine yakın Yunan vatandaşının varlıklarına haciz koyduktan sonra, yirmi kilo bir çanta ve yirmi dolar ile sürgüne yolladı. Ancak bu kişilerin aile fertleri Türkiye vatandaşıydı ve baba ya da annelerini izlemek zorunda kaldılar. Böylece çok kısa bir zamanda, Türkiye’deki Rum toplumu 90 binin üstünde iken 30 binin altına düştü. Orada da kalmadı, 1974 Kıbrıs Harekâtı’ndan sonra bu sayı beş binin de altına düştü. Doğal olarak gazeteler, Apoyevmatini dışında, teker teker kapandı, onun da tirajı seksen adetle sınırlı kaldı.
Gazeteci ve araştırmacı yazar Rıdvan Akar’ın, Bülent Ecevit ile yaptığı röportajda bu konudaki sorusu üzerine aldığı cevap, “İsmet İnönü’nün bu antlaşmaları iptal etmemesi için çok uğraştığını ancak dinletemediğini” oldu.
1990’lı yıllarda gazeteye bir motto daha eklendi: “Apoyevmatini’nin haberi olmadan (toplumumuzda) ne bir Rum doğar ne bir Rum ölür.” Nedeni, Apoyevmati’nin yayına başladığı ilk sayıdan beri toplumun tüm sosyal faaliyetlerinin yayınlanıyor olmasıydı.
Bugünkü dijitalleşme çağında, Apoyevmatini'nin dijital platformlara taşınması veya yeni nesillere ulaşma konusunda hangi stratejileri düşünüyorsunuz?
Düşünmekle kalmadık, uyguladık bile! Tam zamanında, gazeteyi oğlum Minas’a devrettim. Şansımız, oğlumun bu konularda uzman olması. Şu anda gazetemizin dünyanın dört bir köşesinde okuyucuları var. Tabii konular da ona göre seçiliyor. Ekümenik Ortodoks Patrikhanesi’nin yanı başımızda olması da ayrı bir şans bizim için. Patrikhanenin ‘Ekümenik’ girişimleri her zaman ilgi çeken olaylardır ve bu ilgi yalnız Ortodoks çevrelerle sınırlı değildir. Sayın Bartholomeos şahsiyeti itibarıyla da dünya kamuoyunda saygı ve sevgi ile karşılanıyor.
Gazete, yıllar boyunca büyük zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bu zorlukların üstesinden nasıl geldiniz ve sizi en çok ne motive etti?
Vasiliadis ailesi tarafından kurulan gazetemizin dönüp dolaşıp yeniden Vasiliadis ailesine dönmüş olması. Teslim aldığım gazete 80 adet basan ve bunlardan çoğunun elde kaldığı bir ‘gazete’ idi. Hedefim, Apoyevmati’nin eskiden olduğu gibi her Rum evine girmesi oldu ve başarıldı. Sekseninci yılında yazdığım yazıda da hedefimi belirttim: Yüzüncü yılını kutlamak.
Zannedersem bu da sağlam adımlarla başarı yolunda. Bu konuda özellikle kıymetli dostum gazeteci Melike Çapan’a -yalnız yaptığı video için değil- müteşekkirim.
Apoyevmatini, Türkiye basını içinde azınlık basını olarak hangi farklılıklara ve zorluklara sahip? Bu alanın Türkiye'deki gazetecilikle ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim için Apoyevmati’nin misyonu Türkiye’deki Rum toplumunu motive etmekti. Sorunlarımızı ülke kamuoyuna anlatmak için ise büyük kaybımız Celâl Başlangıç’ın yayın müdürü olduğu ‘Beyoğlu’ gazetesini kullandım. O yazılar başka yerel gazeteler tarafından da iktibas edilmişti. Daha sonra aynı nedenle değerli dostum Pakrat Estukyan ile Artı TV’den yaptığımız ‘Haftanın Hay’ı Huy’u’ programını da kullandık.